Son zamanlarda hiçbir ağaca sarıldınız mı? Baharda yemyeşil çıkan otların arasında çocuklarınızın saçını okşar gibi ellerinizi gezdirdiniz mi? Aslında yaprağı olan bitkiler bu sevgi ve şefkat dolu duygu ve davranışlardan daha fazlasını hak ediyorlar. Yeryüzünde yaşayan canlı türlerinin tamamına yakını varlığını, bitkilere ve ışığı yakalayan diğer organizmalara borçludur.
Dünya üzerindeki yaşamın büyük çoğunluğu, Güneş'in yeryüzüne sürekli gönderdiği enerji sayesinde devam edebiliyor. Enerji, sadece araç ve gereçlerin çalışmasını sağlamaz, canlıların yaşamsal faaliyetlerinin devamı içinde enerjiye ihtiyaç vardır. Canlıların büyüyüp gelişmesinde, sindirim, solunum, boşaltım, olayları, enerjiyle gerçekleşir. Fakat organizmalar güneşten gelen ışık enerjisini yaşamsal ihtiyaçları için doğrudan kullanamazlar. Bu enerjinin kullanılabilmesi için fotosentez yoluyla kimyasal enerjiye dönüştürülmesi gerekir. Başlıca enerji kaynaklarımız kömür, petrol ve doğal gazdır. Bunların hepsi eskiden yaşamış bitkilerden ve hayvanlardan elde edilir ve içlerinde depolanan enerji, başlangıçta fotosentez yoluyla güneş ışığından gelen kimyasal enerjidir. Dolayısıyla, bugün kullandığımız enerjinin de çoğu başlangıçta güneş enerjisiydi…
Fotosentezi, Güneş'ten gelen ışık enerjisinin şeker şeklindeki kimyasal enerjiye dönüştürülme süreci olarak tanımlayabiliriz. Işık enerjisiyle çalışan bu süreçte, yapraklar su ve karbondioksiti kullanarak glikoz molekülleri (veya başka şekerler) üretir ve bir yan ürün olarak oksijen ortaya çıkarır. Ortaya çıkan bu glikoz molekülleri hücreler için yakıt görevi görür. Yani hücrelerin enerji ihtiyacını karşılar.