İnanç Uysal

İnanç Uysal

Hepsi insan hakkı değil mi?

Geçtiğimiz yıl Bitlis’in Ahlat ilçesine yerleştirilen 72 Ahıska Türkü ailesi üzerine DEM Parti’nin Meclis’te verdiği önerge, tartışmaları yeniden alevlendirmişti. Önerge, kağıt üzerinde çevresel hassasiyet gerekçesine dayandırılsa da, kamuoyunda yansıması farklı oldu: “Ahıska Türkleri istenmiyor.”

Oysa bu tartışmanın özü, aslında çok daha derin: DEM’in insan hakları söylemini kimlere göre belirlediği.

Çin’in Sincan bölgesinde yaşayan Uygur Türkleri, yıllardır sistematik baskılara maruz kalıyor. BM raporlarında “keyfi gözaltılar, kültürel asimilasyon, din özgürlüğüne kısıtlamalar” açıkça kayıtlı.

Yazının Devamı

Kime ne diyeyim...

Herhalde asla değiştirilemeyecek maddeleri tartışırken Siyasi Partiler Kanunu ile ilgili de bir şeyler söylemek gerekti ama kısır döngünün devamından medet umanlar açısından bu o kadar da kötü bir şey değil. Hatta hemen her liderin vaadi olmasına rağmen bu konuda adım atmaya gelince hepsinde bir unutkanlık baş gösteriyor. Zamanında AB bile bir sürü uyum yasası konusunda ısrarcı olduğu halde Siyasi Partiler Kanunu konusunu unutmayı tercih etmişti.

Türkiye’de Siyasi Partiler Kanunu bir hukuk metni değil, adeta parti liderlerinin kullanım kılavuzudur.

Maddeler vardır ama çoğu, tıpkı açılmamış garanti belgeleri gibi rafta tozlanır. Uygulama başka bir evrenin meselesidir.

Yazının Devamı

Acaba sendromu

Bu yazıda kundaklama ifadesinin geçmiyor olması kundaklama ihtimalinin yok sayıldığı anlamına gelmez. Dahası yaşadığımız ülkenin kısa tarihi, hem ekonomik hem de terörist faaliyetlerin böyle zamanlarda bir parametre olarak alınmasını son derece normal hale getirmektedir.

Aynı şekilde bu yazıda alınmayan ya da alınamayan tedbirlerin etkisi üzerine de çok fazla yorum yapılmamıştır. Her ne kadar olaylar gerçek olsa da zaten kahramanlardan bahsedilmemiştir. Neticede bir uyarlama da değildir. Bu yazı kafası karışık bir toplumun herhangi bir ferdinin, ‘ACABA’ larından ibarettir…

Her yaz, takvimden önce haber bültenlerinden anlıyoruz mevsimin geldiğini: “X ilinde orman yangını çıktı…”

Yazının Devamı

Bu Diyanet ve hükümetimiz, daha ne yapsın?

Hayır ne yapsalar yaranamadıkları bir medya var, onu anladım da bu kadar fedakarlıkla halkına ve memleketine hizmet etmeye çalışan bu insanlardan daha ne istenebilir ki. Varsa yoksa ekonomi, sanki onlar bilmiyor ekonominin nasıl düzeleceğini. Ama işte bunlar hep şükür etmediğimizden ve dış güçlerin üzerimizde oynadıkları oyunları anlamadığımızdan oluyor

Düşünün… Daha geçen Cuma, 8 Ağustos 2025 tarihli hutbede “Sıla-i Rahimle Bereketlenen Tatil” başlığıyla resmen ilan ettiler:

“Müslümanın çalışması da, dinlenmesi de, tatili de, eğlenmesi de meşru, ahlaki ve helal sınırlar içerisinde olmalıdır.”

Yazının Devamı

Nemden bulut mu kapıyoruz?

Son günlerde bazı haberlerin yeniden “keşfedilmiş gibi” gündeme gelmesine hayretle bakıyoruz. Aile boyu görev dağılımları, akrabalık ilişkileri, sıra dışı atamalar, akademik başarıların yüksek yoğunlukla bazı soyadlarında toplanması gibi konular sanki ilk kez ortaya çıkmış gibi şaşkınlık yaratıyor.

Hâlbuki bunların neredeyse tamamı, yıllardır açık kaynaklarda mevcuttu. Arama motoruna birkaç anahtar kelime yazan herkes, kim kimdir, nerede ne iş yapar, kim hangi görevdedir, hatta bazı durumlarda kimler aynı soyadını taşır gibi bilgilere rahatlıkla ulaşabiliyordu.

Bugünlerde konuşulan “bazı ailelerin farklı kurumlardaki temsil oranı” ya da “aynı çevreden kişilerin yüksek pozisyonlarda bulunması” gibi konuların çoğu, zaten yıllardır sessizce dolaşan bilgilerdi. Hatta bu bilgiler, kimi zaman basın bültenlerinde, kimi zaman resmî web sitelerinde, kimi zaman da kamuya açık atama kararlarında kendiliğinden yer alıyordu.

Yazının Devamı

Hep değişiyor, hep aynı kalıyor

İktidarın 23 yıllık siyaset tarzını anlamak için çok karmaşık analizlere gerek yok. Kendi kurduğu “siyaset-üstü” temaları, bir tür ahlaki anlatıya dönüştürerek oyunun kurallarını sürekli değiştirir. Bu anlatılar öyle yerleştirilir ki, kimse açıkça karşı çıkamaz. Karşı çıkan da doğrudan etik, milli veya dini açıdan sorgulanır.

Bu siyasetin temel kuralı şu: Ya tam destek verirsin ya da düşmansındır. Bu bir dil hegemonyasıdır, o dili üretir, muhalefet de ona itiraz eder. Lakin bu itirazların dilini de üreten aslında genel olarak iktidardır. Eğer katılmak niyetinde olan varsa o da aynı dille katılır.

İktidarın siyaset yapma biçimi çelişkilerin dönemselliği üzerinden eleştirmeyi baştan kabul etmiştir. O dönemselliği farklı dönemlerde farklı kavramlar üzerinden yürütebilmek, bir “yüksek ahlak” inancı oluşturularak inşa edilebilirdi ancak. Bu kurgunun karşı tarafında kalmak her zaman bir ahlaki zafiyet ölçüsü hatta ihanet parametresi gibi lanse edildi. Zaman bu konuda iktidarın ikinci en büyük yardımcısı oldu. Birincilik her zaman muhalefette idi.

Yazının Devamı

Ev Gençleri, Yaşlanan Ülke ve Sessiz Çöküş

Türkiye’nin yaşlanan nüfusu, son aylarda iktidar çevrelerinde sıkça gündeme geliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, doğurganlık oranındaki düşüşü "milletin geleceği" açısından tehlikeli bulduğunu açıkladı. Aile Bakanlığı verileri ise doğum sayısının 2023’te 1 milyonun altına düştüğünü, doğurganlık oranının da 1,51'e kadar gerilediğini ortaya koyuyor. Yani Türkiye, kendi nüfusunu yenileyemez hâle geldi.

Ancak burada bir tuhaflık var: Gençlerin olmadığı, evlenmediği, üretmediği bir toplumdan şikâyet eden iktidar, gençlerin neden evlenmediğine, neden üretmediğine ve neden bu kadar yalnızlaştığına dair hiçbir yapısal eleştiri getirmiyor. Gençler ne çalışabiliyor, ne okuyabiliyor, ne de hayal kurabiliyor. Ve bugün bu gençliğin adı artık belli: Ev gençleri

OECD 2024 verilerine göre, Türkiye'de 15–29 yaş aralığındaki gençlerin yaklaşık %28'i ne eğitimde ne de istihdamda (NEET). Genç kadınlarda bu oran %45’i aşıyor. Bu verilerle Türkiye, tüm OECD ülkeleri içinde açık ara birinci sırada.

Yazının Devamı

Heyetler ve sonuçları tarihi

Türkiye’de çözülmesi zor bir mesele mi var? Üzerinde uzlaşmak zor ama oyalamak kolay mı? Telaşa gerek yok. Çünkü kadim bir formülümüz var: Heyet kurmak. Her dönemin kendi heyeti olur. Osmanlı’da nasihat veren vardı, Cumhuriyet’te akıl veren, şimdi de mecliste uzlaşma arayan. Sorunun köküne inmek riskliyse, semptomlara odaklanan bir heyet her zaman hazır bulunur. Lakin sorunun kökü diye bir şeyin de semptomların da aslında tedavi edilmesinin aynı anda bir çok yan etkisi ile birlikte reçete edildiğini de arada bir hatırlamak gerekir.

19. yüzyıl Osmanlısı, Anadolu’nun doğusunda artan Ermeni taleplerini ve Avrupalı baskılarını yumuşatmak için 1860'larda bir çözüm buldu: Heyet-i Nasiha. Bölgede reform yapmaya değil, nasihat etmeye geldiler. Ziyaret ettiler, konuştular, uyarılarda bulundular… Ama ne kaynak vardı ne irade. Heyetin ardından daha fazla isyan çıktı, daha fazla dış müdahale oldu. İlk "göstermelik heyet" tecrübemiz buydu. O günden beri değişen pek bir şey yok: sorunu çözmeyi değil, çözmeye çalışıyormuş gibi görünmeyi seviyoruz.

2013’e geldiğimizde sahneye bu kez "Akil İnsanlar Heyeti" çıktı. Kürt meselesinde toplumsal desteği artırmak, hükümetin barış süreci politikasını halka anlatmak için oluşturulan ekip yurdun dört bir yanına dağıldı. Otobüslerle dolaşıldı, salon toplantıları yapıldı, kimileri alkışlandı, kimileri yuhalandı. Nihayetinde bir rapor yazıldı. Ne kadar dikkate alındı, ne kadar uygulandı belli değil. Ama süreç birkaç ay sonra silah sesleriyle sona erdi. Geriye yalnızca fotoğraflar, birkaç sert manşet ve akılda kalıcı bir gerçek kaldı: Heyet varsa umut vardır — en azından bir süreliğine.

Yazının Devamı

Lozan 2-3 yıl rötarla gidiyor mu?

Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923’te imzalandı.

Bu yıl tam 102. yıl dönümü.

Ama bakıyoruz, Zübeyir Aydar çıkmış “Lozan aşıldı” diyor.

Yazının Devamı

Bazı parçalar yerine oturmuyor!

Ekrem İmamoğlu’nun Medyascope’a verdiği röportajda sarf ettiği cümle, küçük bir detay gibi görüldü ama siyasi arka planı düşündüğümüzde çok daha fazlası sanki.

“Devlet Bahçeli’nin çözüm süreciyle ilgili açıklamaları çok kıymetliydi. Kendisine teşekkür ediyorum.” minvalindeki ifadeler yeterince dikkat çekmemiş olabilir.

Bahçeli, bilindiği üzere çözüm sürecine dair son derece sert ifadelerle AK Parti’yi hedef almış, 2013-2015 dönemine yönelik bir tür siyasi mahkûmiyet kararı vermişti. İmamoğlu’nun da bu çıkışa destek veren bir teşekkürle eşlik etmesi, aslında muhalefet cephesindeki derin kafa karışıklığını gözler önüne seriyor.

Yazının Devamı

Küller arasında kalan hayatlar

Temmuz güneşi yine yaktı… Ama bu kez sadece toprağı, ormanı, ağaçları değil; canları da yaktı. Dün akşam saatlerinde, rüzgarın aniden yön değiştirmesiyle alevlerin arasında kalan 5'i orman işçisi, 5'i AKUT gönüllüsü olmak üzere 10 kişi şehit oldu.

Sıcak hava dalgası, nem oranının yüzde 10’un altına düşmesi, rüzgarın saatte 60 kilometreyi aşması… Hepsi meteorolojik verilerde yazılıydı. Ama istatistiklerde olmayan bir şey vardı: Giden canlar.

Her yaz aynı manzarayı izliyoruz. Kızılçam ormanları, Akdeniz makileri, binlerce hektar alan… Ve sonra binlerce hektar alan… Ve sonra haber bültenlerine düşen görüntüler: Çam kokusu yerini is kokusuna bırakmış, siyaha dönmüş dallar, küle dönmüş yuvalar. Tatil beldelerine inen, yanmış ayaklarıyla yürümeye çalışan bir yaban domuzu sürüsü. Arka planda, göğe yükselen gri dumanların altında, maskesi yüzünden belli belirsiz görülen itfaiyeciler… Onlar kurtardıkları her ağaçta, her hayvanda, her insanın canında kendi hayatlarını biraz daha eksiltiyorlar.

Yazının Devamı

Birleşik Devletler teorisi

Bileşik kaplar teorisi aklına gelenler teorinin bir taraf dolarken diğer tarafın boşaldığı şeklindeki basit izahını da hatırlarlar sanırım.

Son günlerde hem iş dünyasında hem siyasi analizlerde ilginç bir kavram dolaşıyor: Türkiye Birleşik Devletleri. İlk duyulduğunda kulağa iddialı geliyor. Kimine göre bu söylem, Türkiye’nin bölgesel liderliğini federal ya da konfederal yapılar üzerinden genişletmesi anlamına geliyor. Kimine göre ise ABD benzeri bir eyalet sistemi kurulmasının ön adımı. Bu tartışmalar durduk yere çıkmıyor. Son yıllarda, ABD’de Türkiye üzerine konuşan isimlerin açıklamaları dikkat çekici:

Thomas Barrack, Ortadoğu yatırım piyasalarının en etkili isimlerinden biri. Trump’ın yakın dostu ve Ortadoğu gayrimenkul yatırımlarının önemli kanallarından. Barrack, Türkiye’nin “Bölgesel finansal ve lojistik merkez olma” potansiyeline sık sık vurgu yapıyor ancak bu potansiyeli tarif ederken kullandığı ifade genellikle “Türkiye’nin birleşik yapısı ve bölge devletleri üzerindeki entegrasyon gücü” oluyor. Bu, hem içeride eyaletleşme, hem dışarıda federatif bir bölgesel birlik anlamına gelebilecek, iki ucu açık bir tanım.

Yazının Devamı

Kesinlikle ben anlamadım!

İki tuhaf açıklama, birisi ağızdan çıkmadı bir gazetecinin kaleminden çıktı ama yalanlayan da olmadı. Ben de herkes gibi yalanlansın diye bekledim aslına bakarsanız.

Diğeri Tuncer Bakırhan’ın açıklaması ve onun yalanlanma ihtimali yok. "Biz her seferinde muhalefetin olmadığı, toplumun rıza göstermediği bir barış, bir süreç olmaz diyoruz." ifadelerini kullandı, Bakırhan ardından CHP'yi de "masaya" davet etti ve 19 Mart'ta gözaltına alındığından beri hapiste olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na şöyle seslendi:

"Sayın İmamoğlu'na şunu söylemek isterim. İçeride olmasının sebebi kendi çeperimizden bakmamızdır. Masada Cumhuriyet Halk Partisi olursa belki de İmamoğlu dışarıda olacak. Belki de bütün siyasi tutsaklar dışarıda olacak. Çünkü hukuk olacak, demokrasi olacak, adalet olacak.

Yazının Devamı

Millet sistemi

Son dönemde bazı çevreler “Osmanlı millet sistemini” Türkiye için ideal yönetim modeli olarak sunuyor. Özellikle Türk, Kürt ve Arap birlikteliğini savunanlar, Osmanlı’yı örnek göstererek bu sistemi övüyor. Fakat bu söylemlerde ciddi bir tarih çarpıtması var.

Zaten şu anda bize bu öneri ile gelen Tom Barrack olunca baştan işkillenmek gerekiyordu ama kılıf Osmanlıcılık olunca birçok yazar çizer durumun üzerinde durmamayı tercih etti. Oysa her ne kadar bizim duygularımızı okşayan ifadeler olsa da bu ifadeleri kullananların da kim olduğuna dikkat etmek gerekirdi diye düşünüyorum.

Öncelikle şunu bilmek gerekir ki, Osmanlı millet sistemi, Müslüman toplulukları değil, gayrimüslim tebaayı yönetmek için geliştirilmiş bir modeldir. Osmanlı, tebaasını dine göre sınıflandırırdı: Müslümanlar cami, Hristiyanlar kilise, Yahudiler havra etrafında örgütlenirdi. Bu yapı, mahallelerin bile demografik dağılımını belirlemiş; örneğin Yahudilerin çoğunlukta olduğu Balat, Rumların Fener ve Kumkapı, Ermenilerin Samatya gibi semtleri ortaya çıkmıştı.

Yazının Devamı

Tam olarak ne oluyor gerçekten?

Mesele ‘al silahı ver sistemi’ gibi bir yerden algılanabilir elbette ama, için işine ‘Arap’ ifadesinin de dahil edilerek ‘Yeni Osmanlıcılık’ tanımının yaşaması ve bir neslin mefkuresinin okşanması son derece verimli bir alan açma denemesi olarak yapıldı sanki.

Bence buradaki Arap ifadesi beklenen etkiyi göstermedi ve gösterme ihtimali de yoktu. Sanırım bu konu da bir süre beklemeye alınacaktır bu yüzden. Sonrasında yeniden gündeme gelebilir ama şu aşamada bu ifadeden memnun olabilecek olanlar sadece yeniden Osmanlıcılar olacaktır.

Aslında Osmanlıcılık da denenmiş bir hamle 150 yıl öncesinde bu da denendi ve tutmadı, ayrılıkları bir yapmak adına kullanılan bir tanımdı ama olmadı. Hatta daha çok yıllar öncesinde, Osmanlı’nın hakimiyetinin en güçlü dönemlerinde batıda bile buna örnekler vardı ama yine Osmanlı değil, Türk denerek bütün Müslümanlara işaret ediliyordu. Merak edenler Spinoza’nın konu ile ilgili tanımlarına bakabilir.

Yazının Devamı

Faiz terörü: Bir söylemin evrimi

Yeni Şafak gazetesi, “Sıra faiz teröründe” ifadesi ile bildiğiniz gibi devam ediyor. Ekonomi sayfalarında, yüksek faizin üretimi, yatırımı, istihdamı “adeta terör gibi tehdit ettiğini” anlatan uzun haber, yalnızca iktisadi bir eleştiri değildi. Daha derin, daha politik bir anlam taşıyor.

Yeni Şafak’ın faiz karşıtı dili yeni değil. 2023’te faiz “günah ve haram” olarak tanımlanıyordu. 2024’te söylem daha ekonomik gerekçelere kaydı: “Faiz artışı çözüm değildir” manşetleri atıldı. 2025 başında ise iş dünyasının krediye erişememesi üzerinden “faiz lobisi” eleştirileri yapıldı. Şimdi, Temmuz 2025’te, faiz doğrudan “terör” ile eşleştiriliyor.

Terör kelimesinin çağrışımı aslında oldukça aşikardır ve bu neyin yanında yazılırsa yazılsın yanına yazıldığı ifadeyi tartışılamaz şekilde mahkum eder. Bir gazetede “terör” kelimesini manşete taşımak tesadüf değildir. Bu kelime, okurun zihninde yalnızca bir tehlike değil, bir düşman imajı oluşturur. Faiz artışını savunanları artık “farklı bir iktisadi görüş” değil, adeta “ülkenin geleceğini hedef alan” unsurlar gibi göstermeye yarar.

Yazının Devamı

Keşke bir sonu olsa

Sakarya'daki Büyük Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası'nda yedi işçinin can verdiği, 127 işçinin yaralandığı patlamanın üzerinden iki gün geçmişti. Fabrikada ‘Çin Mahallesi' adı verilen, patlamanın meydana geldiği alanda dev kraterler oluşmuş

5 Temmuz 2020'de Hendek Cumhuriyet Başsavcılığı, jandarmaya yazı yazarak, soğutulmuş kimyasal ve patlayıcıların güvenli alana taşınıp imhasını istedi. Jandarmaya bağlı Patlayıcı Madde İmha Timi, taş ocağı yeri belirledi. Belediyeden kamyon alındı. Yükleme ve imha için Ferizli Cezaevi Bölük Komutanlığı'ndan erbaşlar görevlendirildi.

Sonrasını biliyoruz zaten yine canlarımız gitti. Askerlerimiz savcılığın emirlerini tatbik etmeye çalışırken, üçü şehit oldu. Tarih 9 Temmuz 2020

Yazının Devamı

Taşınabilir tehlike!

Artık elimizdeki telefonlar sadece banka, takvim, kamera değil. Onlar, aynı zamanda 7 gün 24 saat açık birer kumarhaneye dönüşmüş durumda. Etrafınıza baktığınızda bunu hemen her şekilde gözlemlemek mümkün, bazıları yasal bazıları yasa dışı ama kesinlikle en azından çocuklarımızı tamamından uzak tutmamız gereken şeyler değil mi?

Peki o telefonlara ya da diğer dijital araçlara kadar sirayet edebilen bu uygulamaları nasıl çocuklarımızdan uzak tutabiliriz ki hadi yasal olmayanları ile bir şekilde mücadele ediliyor da ya yasal olanlar için bir önerimiz var mı acaba?

Milli Piyango uygulaması, bunun en somut örneği. Kimseyi iddia bayisine, loto gişesine gitmeye zorlamıyor; çünkü artık bütün bu uygulamalar ve daha fazlası cebimizde, tabletimizde, çocuklarımızın elinden de bu araçlar düşmüyor elbette

Yazının Devamı

İstikrar!

Orman yangınları, mutfak yangınları, iklim krizi, emekli maaşları asgari ücret. Üzerine muhalif belediyelere yapılan operasyonlar.

Bu operasyonlar yapılırken cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin topyekun siyasallaştırdığı bir yönetim biçimi ile de sınanıyoruz elbette ama bu meselede tepki vermemiz gereken taraf sadece iktidar tarafı olmamalı diye düşünenlerdenim.

Çünkü ülke bütün aşamalardan geçerken muhalefet de iktidar da vardı. Hatta bu iktidardan önce de Türkiye vardı ve o zamanlarda da her şey güllük gülistanlık değildi diye hatırlıyorum. Adı başka olsa da bu iktidarın öncülleri de vardı. Hatta aynı isimli muhalefet de vardı.

Yazının Devamı

Ateş düştüğü yeri mi yakar?

Açık söylemek gerekirse gündemden kopmak gerek diye düşünüyorum ara sıra ülke yangın yeri neticede. Ama gündem hep bir yerlerden birbirine bağlanıyor gibi. Haber doğru mu bilmiyorum ama ormanlarımızı yakanların yine kendilerine “ateşin çocukları” diyen ve aslında PKK'ya bağlı oldukları söylenen örgüt olduğuna dair bilgiler paylaşılıyor.

Daha doğrusu bu örgütün üstlendiğine dair haberler. Neticede böyle bir sabıkaları var, daha önce bunları yaptılar ve üstlendiler. PKK'ya bağlı olduklarını ise her zaman net şekilde ifade etmediler. Hatırlıyorum da önceki bazı yangınlarda PKK'ya aciz kaldıkları ve devletimizle baş edemeyeceğini anladığı için bu yangınları organize ettiği şeklinde seslenen yetkililerimiz olmuştu.

Oysa ordunun karşısına çıkmak, ya da onlarla düzenli şekilde çarpışmak gibi bir tercihleri hiç olmamıştı. PKK neticede bir terör örgütü, terör ahlak barındırarak yapılan bir eylem değil ki korkaklıkla suçlanmaktan alınacak kişiler tarafından yapılsın.

Yazının Devamı

Ateş çemberi

Ülkemizde ormanlar bölgemizde ülkeler yanıyor. Ülkemizde insanlar neredeyse açlık sınırında gelirlerle mücadele sürdürüyor. İstikrarlı bir ülkeye dönüşmek niyeti ile getirilen ve koalisyonlardan bizi kurtaracak olan yeni sistemimiz, koalisyonları seçimlerin dışına dahi taşımız olmaktan ibaret kaldı.

Bölgemiz bir ateş çemberi, biz de bu çemberin içine düşmeyelim diye uğraşırken ülkemizin kuruluş ayarlarından, sisteminden ve hatta devlet biçiminden dahi fedakarlık edebilecek duruma geldik. Yeni nesil bir Osmanlıcılık adı altında denemeler yapıyoruz. Elbette bir günde olmayan şeyler bunlar, zamana yayılması nedeni ile kazanma hissini muhafaza eden tarafın da başında bin türlü gaile var açıkçası.

Bütün bunlar olurken bir de karikatür meselesi ekleniyor gündem eksik kalmış gibi, karikatürü çizenler ve yayınlar bunun sonuçlarının olacağını elbette biliyorlar. O sonuçların birilerine yol olacağını, ne kadar yanlış davranırlarsa davransınlar haklı çıkacaklarını bilmiyor olamazlar.

Yazının Devamı

Beyaz yakalı olmak

Belki de tarihin kırılma noktalarından birini yaşıyoruz ama iç siyaset bize o kırılma noktalarının ehemmiyetini unutturacak kadar heyecanlı bir film gibi ilerliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da durumu mütemadiyen tespit ediyor. Daha doğrusu görüntü olarak tespit etmekle yetiniyor.

Yine ve yeniden hainlerle, kahramanların arasında kalıyor ülke, bu kadar çok tekrar eden hadiseler ve bu tekrarların her birinden zararlı çıkmasına rağmen her seferinden tekrar etmesine izin veren bir halk bulmaz sanırım, siyaset açısından bulunmaz nimet.

Kendi sıkıntıları üzerine değil de bütün gün siyasetin kendi arasındaki meselelere kafa yoruyorlar ama bu kendi meselelerini çözmek açısından hiçbir işe yaramıyor. Yoksulluğu yöneterek, eğitimi kalitesiz bir biçimde uzatarak, çalışarak hayatını kurtaramayacağını düşünen nesiller oluşturarak ulaştığımız bir noktadayız.

Yazının Devamı

"Aydınlanmış sömürgecilik"

Tarih 1798 yani Fransa da 1. Cumhuriyet'in devamlı şekilde kendisini dönüştürmeye ve yenilemeye çalıştığı bir dönem. Fransa da Cumhuriyet o dönemlerde oldukça çetin yollar aşmış olmalı. Aşmaya devam ediyor da olmalı hatta.

Hatta Amerika’da bağımsız Virgina’nın ikinci valisi olarak görev yapan Thomas Jefferson tam da 1785 ile 1789 arasındaki dönemde Paris’te Büyük elçi idi. Daha sonra ABD'nin 3. Başkanı oldu. Virginia haklar bildirgesi ile Fransız İhtilali arasındaki ilişkiyi merak edenler tespit edebilir.

Belki de ABD'nin simgesi olan Özgürlük anıtının Fransa tarafından hediye edilmesi bile bu yüzden olabilir.

Yazının Devamı

Bitti mi gerçekten?

Birilerinin ne olacağını bildiği ama bizim bilmediğimiz garip bir savaş başladı ve bitti. Savaşa dahil olan her kesim birbirini tebrik etti, teşekkür falan etti. Sanki hakemin ve her iki takımın dahil olduğu şikeli bir maç izledik. Sonuçta ABD bu işten karlı çıktı. Petrol fiyatları hızlı geriledi ve daha da gerileyecek gibi duruyor.

Peki öyle mi oldu gerçekten şikeli bir maç mı izledik yoksa prova ve tehditlerin içinden yükselen çok ve beyaz saçları olan bir kahraman olaylara el mi koydu. İran’da bir çok kişi öldü mesela, o ölenler başka bir filmde figüran ya da başrol oyuncusu olarak çıkacaklar mı karşımıza. Yoksa savaş gerçek değilse de çoğunluğu İran’da ölenlerden oluşan o insanlar gerçek mi idi?

Zannedersin olay film platosunda geçi. Adı bile konuldu '12 Gün Savaşları.' Adını koyan adını öneri olarak söyledim dese de tarih bunu böyle yazacaktır diye düşünüyorum. 12 Gün Savaşlarını kim kazandı peki? Başta da yazdığım gibi tebrik ve teşekkürler havada uçuştuğu için kazanan sadece petrol fiyatlarını yükseltmek istemeyenler oldu gibi görünüyor.

Yazının Devamı