Ali Murat Karabağ

Ali Murat Karabağ

Bir ağaç gölgesi

2020 yılında başlayan pandemi, bize yaşamla ilgili unuttuğumuz pek çok gerçeği hatırlattı. İnsan, temel ihtiyaçlarının ne kadar sınırlı olduğunu, özgürlük sandığı bağımlılıklarını ve doğayla kurduğu bağın aslında ne kadar kopuk olduğunu fark etti.

Bir süreliğine de olsa doğaya döndü gözlerimiz. Bahçeler, balkonlar, saksılar, toprak… O unutulmuş bağlantıyı yeniden kurar gibi olduk ama ne yazık ki bu farkındalık da, çoğu şey gibi kısa sürdü. Çünkü insanın en büyük yeteneği, ne yazık ki unutmaktır.

Ormanlar yanıyor, seller kasabaları yutuyor, hayvan türleri birer birer yok oluyor. İnsanlık, doğayla savaş haline geçmiş durumda. Sadece beton dökerek, sadece mangal dumanıyla doğayla yaşanmaz. Oysa yaşanırdı… Çünkü bir zamanlar öyle yapanlar vardı. Unutmayanlar vardı. Bir ağacı kesmemek için köşk yerini değiştiren bir lider vardı bu topraklarda. Kim mi? Elbette Mustafa Kemal Atatürk.Atatürk, Marmara Denizi kıyısındaki Yalova’yı çok severdi. Bir gün kıyıya yaklaşan yatından büyük bir çınar ağacını gördü. Gölgesine hayran kaldı ve hemen o ağacın gölgesine küçük bir köşk yaptırdı. Ancak rüzgarla birlikte çınarın dalları köşkün çatısına zarar verince bahçıvan dalları kesmek için izin istedi. Atatürk’ün cevabı tarihe geçti:"Ağaca dokunulmayacak, gerekirse köşk yer değiştirecek."Emir verildi. Uzun uğraşlar sonucunda köşk, raylar üzerinde 5 metre ileri taşındı. O günden beri adı “Yürüyen Köşk” oldu. Sadece yer değiştiren bir yapı değil, yerinde duran bir vicdandı aslında. Doğaya duyulan saygının, yöneticilik bilincinin, insani duyarlılığın bir sembolüydü.

Yazının Devamı

En iyi lise meselesi

Her LGS sonrası aynı cümleyi yeniden işitiriz:“Türkiye’nin en iyi lisesine gideceğim.”Peki nedir bu “en iyi” lise meselesi?Bu, sadece en yüksek puanı alanların adım attığı taş duvarlı binalar mıdır? Yoksa öğrencilerine sadece not değil; düşünce, sorumluluk ve vizyon da katan köklü kurumlar mı?Bugün elimizde veriler var. Türkiye’nin en çok tercih edilen, en yüksek yüzdelik dilimle öğrenci alan liselerini sıralayabiliyoruz. Ancak bu liste, sadece “puanla girilen yerler” sıralaması değildir. Aynı zamanda bir vizyon, kültür ve gelecek çizgisidir.

1. Galatasaray Lisesi – İstanbul (%0.01) Fransızca eğitim, uluslararası üniversite başarısı, tarihi misyon.2. İstanbul Erkek Lisesi – İstanbul (%0.01) Almanca eğitim, Almanya ile güçlü ilişkiler, köklü gelenek.3. Kabataş Erkek Lisesi (Almanca) – İstanbul (%0.02) Akademik ve sosyal projelerde örnek okul.4. Cağaloğlu Anadolu Lisesi – İstanbul (%0.03) AB projeleri, Almanca eğitimiyle fark yaratıyor.5. Ankara Fen Lisesi– Ankara (%0.04) Sayısal alan başarısıyla Türkiye genelinde parlıyor.6. İzmir Fen Lisesi – İzmir (%0.05) Tıp, mühendislik ve bilim alanlarına öğrenci hazırlamada öncü.7. Kabataş Erkek Lisesi (İngilizce/Karma) – İstanbul (%0.05) İki farklı dil programı, akademik çeşitlilik.8. İstanbul Atatürk Fen Lisesi – İstanbul (%0.06) Sayısal başarı odaklı, güçlü mezun profili.9. Bornova Anadolu Lisesi – İzmir (%0.07) Almanca ağırlıklı eğitim, yurt dışı projeleriyle dikkat çekiyor.10. Çapa Fen Lisesi – İstanbul (%0.08) Disiplinli yapısı ve başarı oranıyla öne çıkıyor.

Elbette liste burada bitmiyor. Anadolu’nun dört bir yanında çok daha düşük yüzdelik dilimle öğrenci alan ama öğretmen kadrosu, okul ortamı, veli-öğrenci dayanışmasıyla fark yaratan liseler de var.

Yazının Devamı

YKS sonrası dikkat!

Uzun ve zorlu bir maratonun ardından şimdi önünüzde büyük bir boşluk duruyor. Bu boşluğu nasıl dolduracağınız, belki kaygıyla belki umutla belirlenecek. Ancak şu bir gerçek ki sınav bitti. Artık yeni bir gün başladı.

Aylarca süren yoğun tempolu çalışma döneminin ardından zihninizin ve bedeninizin dinlenmeye ihtiyacı var. Bu süreci kendinize iyi bakarak, sağlıklı bir şekilde değerlendirmelisiniz. Düzenli egzersizler yapmak hem fiziksel hem de ruhsal olarak size iyi gelecektir. Unutmayın, şimdiye dek hiç olmadığı kadar özgürsünüz. Artık size ait uzun saatler var, içinde test çözme baskısı olmadan geçen zamanlar...

Bu boşluk, düşündüğünüzden daha kıymetli. Kendinize karşı dürüst olun, sınav sonucunu değerlendirirken gerçekçi ama yargılayıcı olmayan bir bakış açısıyla yaklaşın. Belki istediğiniz puanı alamadınız, belki hedefinizin uzağında kaldınız ama unutmayın, sınav sonucu kim olduğunuzu belirlemez. Asıl önemli olan bu süreçte neleri öğrendiğiniz ve bundan sonrası için ne yapmak istediğiniz.Gelin bu zamanı geleceğe yatırım olarak kullanın. Güçlü ve zayıf yönlerinizi analiz edin. Hangi alanda ilerlemek istiyorsunuz? Nasıl bir kariyer hayal ediyorsunuz? Bu sorulara vereceğiniz yanıtlar, atacağınız adımların yönünü belirleyecektir. Eğer sınav sonucu sizi memnun etmediyse, "Daha çok zaman var, biraz dinleneyim." diyerek ayları ertelemeyin. Şu an, önümüzdeki yıl sınava girecek birçok adaydan çok daha avantajlısınız. Soruları gördünüz, atmosferi yaşadınız. Bu deneyimi bir başlangıç noktasına dönüştürün ve hazırlıklarınıza erkenden başlayın.

Yazının Devamı

Havanı alırsın

Bir şehirde şeker ustası vardı. İşini öylesine ustalıkla yapardı ki, dükkânının rafları adeta birer sanat galerisine dönerdi. Rengârenk şekerlemeler, çocukların gözlerini kamaştırır, büyüklerin içini ısıtırdı. Kimse bu güzellik karşısında kayıtsız kalamaz, dükkândan eli boş çıkmazdı.

Günün birinde bir genç, ustanın kazancını görüp "Bu iş ne kadar da kolaymış," diyerek hemen karşı dükkâna yerleşti. İnternetten videolar izledi, birkaç tanıdığına danıştı, kısa kurslara katıldı. Şeker, su, mısır şurubu... Her şey tarifteki gibiydi. Karıştırdı, kaynattı, renklendirdi. Şekerleri kalıplara döküp dizdi vitrine. Görüntü güzel, niyet yerinde... Ama ilk müşteri elini uzatınca şeker hamur gibi yapıştı, dağıldı. Mahcup oldu. Yeniden denedi, olmadı. Her seferinde aynı son: Eriyen şeker ve bozulan heves.Bir arkadaşına derdini anlattı. Arkadaş dedikoduya meyilli ya, koşa koşa ustaya gitti. “Bak gördün mü, senin gibi şeker yapmaya çalışıyor ama başaramıyor!” diye güldü. Usta başını kaldırmadan tek bir cümle söyledi:“Havasını almazsan şeker erir. Havasını alırsın ama ustalık başka bir şeydir.”

Genç, yine anlamadı. Denedi, hırs yaptı, yine denedi ama her seferinde sonuç aynı. En sonunda, içi dolu bir öfkeyle ustanın kapısını çaldı.

Yazının Devamı

Empati empati dediler

Eğitim sistemimizde ve toplumsal gündemimizde dönem dönem bazı kavramlar parlatılır, üzerine kitaplar yazılır, seminerler düzenlenir ve bir anda herkesin diline pelesenk olur. Sonra bir bakmışız, o kavram unutulmuş, yerini başka bir moda terime bırakmış.

Ne yazık ki, “empati” de bu akıbetten nasibini alanlardan biri oldu. Ama belki de keşke o da diğerleri gibi sessiz sedasız silinseydi hafızalardan. Çünkü empatiyi yerli yerine koyamadık, maksadını aşan bir hale büründürdük.

Empatiyi, başkasının yerine kendimizi koymak olarak öğrendik. Ancak zamanla bu eylemin yönü değişti. Artık “karşımızdakinin ne hissettiği” değil, “karşımızdakinin bizim hakkımızda ne düşündüğü” öncelikli hale geldi. Kendimiz olmaktan vazgeçtik, “başkası için kendimiz” olmaya başladık. Sosyal medya çağında empati, bir anlayış biçimi olmaktan çıkıp, görünürlük yarışıyla şekillenen bir performansa dönüştü. “Ben ne hissediyorum” yerine “beni nasıl görüyorlar” sorusu ağır bastı. Kendi benliğimizi ihmal ederken, başkalarının gözüne göre yaşamayı alışkanlık haline getirdik.

Yazının Devamı

Masal yaşını geçtik

1977 yılında İbo'nun seslendirdiği "Benim Balonlarım Vardı" şarkısında geçen şu sözler, yıllar geçse de insan ruhuna dokunmaya devam ediyor:"Söylenen bütün masallara inanırdık. Onlar mı bizi kandırdı, biz mi aldandık?"

Bu iki cümlede sadece bir nostalji değil, aynı zamanda derin bir yüzleşme saklı. Zira her insan hayatının bir döneminde bir şeylere sorgusuz sualsiz inanır. Bazen iyi niyetle anlatılmış bir masalın, bazen de kasıtlı kurgulanmış bir yalanın parçası olur. Fakat önemli olan; geriye dönüp baktığımızda neyi neden yaşadığımızı anlayabilmek ve hatalardan bir pay çıkarabilmektir.

Toplumsal ya da bireysel olarak yaşadığımız birçok sıkıntının ardından gelen ilk refleksimiz çoğu zaman suçlayacak birilerini bulmaktır. Sistem, aile, arkadaşlar, yöneticiler, hatta kader... Liste uzayıp gider. Çünkü insan, yükünü hafifletmek için sorumluluğu başkalarına yıkmak ister. Ama bu durum, gönlümüzü bir süreliğine rahatlatsa da bizi ileriye taşımaz. Aksine, aynı hataları tekrar tekrar yapmamıza neden olur.

Yazının Devamı

Zahmet çok, sonuç yok

Geçtiğimiz günlerde tanık olduğum bir olay, bana hayatın ince dengelerini ve öğrenmenin kıymetini yeniden hatırlattı. Genç bir hevesli, arıcılığa gönül vermiş. Ancak meseleye öyle bir bakış açısı varmış ki sabrın yerini acele, tecrübenin yerini kibir almış.

Kovandan aldığı yüzlerce arıyı tek tek cımbızla çiçeklerin üzerine bırakıyor. Maksat, bir an evvel polen toplansın, bal üretimi başlasın. Onun bu çabası, dışarıdan bakınca gayret gibi görünse de aslında doğanın işleyişine müdahale etmenin trajikomik bir örneğiydi. Usta arıcılar bu manzarayı izlerken tebessüm ettiler; çünkü onlar bilir ki, arı ne zaman, hangi çiçeğe, nasıl konacağını zaten doğuştan bilir.

Biz insanlar bazen bilgiyi, birkaç okuma ve izlemeyle elde ettiğimizi sanırız. Oysa asıl bilgi, zamanla yoğrulan, hata ve gözlemle pekişen bir süreçtir. Cımbızla arı taşımak, bir işi zorla hızlandırmak isteyenlerin halini simgeler. Oysa bazı şeylerin ritmi vardır; ona uymazsanız sonuç alamazsınız, sadece kendinizi yorarsınız.

Yazının Devamı

Sürpriz değil, duygusal şiddet

Geçtiğimiz hafta sosyal medyada paylaşılan bir video, milyonlarca kişinin içini sızlattı. Bir öğretmen, doğum günü olan öğrencisine “sürpriz” yapmak istemiş. Hazırlık yapmış, pasta almış, mumlar getirmiş ve sınıfça planı oluşturmuşlar. Ne var bunda, diyebilirsiniz. Ama mesele tam da burada başlıyor.

Sürprizin senaryosu şöyle: Ders başlarken öğretmen, doğum günü olan öğrenciyi sebepsizce azarlıyor. Hırçın bir tavırla, “çık dışarı” diyor. Çocuk, şaşırmadan kalkıyor, neye uğradığını sormadan sınıftan çıkıyor. Bahçeye mi gidecek, koridora mı, müdürün yanına mı, belli değil. Bu tepkisiz çıkışta en çok da alışkanlık var. Demek ki bu çocuğa “çık dışarı” denmesi ilk değil.

Ardından içeride mumlar yakılıyor, pasta hazırlanıyor, çocuk içeri çağrılıyor. Ve çocuk, içeri adımını atar atmaz ağlamaya başlıyor. Sevinç mi bu? Belki. Ama daha yakından bakınca başka bir şey görünüyor. Çocuklar genellikle mutluluktan ağlamaz. Yetişkinlerin lüksüdür sevinç gözyaşları. Bir çocuğun kalabalık içinde, gözyaşlarını tutamadan ağlaması bize başka bir hikâye anlatır: baskı, kırılganlık, incinmişlik...O görüntüde ağlayan sadece bir çocuk değildi. Onunla birlikte sınıfın geri kalanı da şaşkın, ne yapacağını bilemez haldeydi. Ne gülüyorlar ne konuşuyorlar. Çünkü doğum günü bahanesiyle kurgulanan bu senaryoda, hepimizin yüzüne çarpan bir gerçek vardı: Biz çocuklara kötü davranmayı olağanlaştırmışız. Hatta bunu "sürpriz" adı altında süslemeye bile çalışıyoruz.

Yazının Devamı

"Abicim Günaydın"

Geçen hafta yayınlanan “Gençleri Okuldan Uzaklaştırmak” başlıklı yazımıza çok kıymetli geri dönüşler oldu. Bunlardan biri ve en etkileyicisi Abdullah Sina Güdek Beyfendi'den gelendi. Kendisinin izniyle sadece giriş kısmını paylaşıyorum:

"Abicim Günaydın. Bu haftaki gençleri okuldan uzaklaştırmak başlıklı yazınızı okudum. Yazdıklarınızda ve vurguladıklarınızda noktası virgülüne kadar haklısınız. Lakin bu sessiz çöküşün ayak seslerinin bir silsilenin eseri olduğunu düşünüyorum. Yazının tamamı gençlerin hislerine olduğu kadar biz eğitimcilerin içine düştüğü çıkmazlara da güçlü bir tercümandı."

"Bu sessiz çöküşün ayak seslerinin bir silsilenin eseri olduğunu düşünüyorum," diyordu Abdullah Bey. Ne kadar da haklı… Çünkü bugün gençlerin okulla, öğretmenle, bilgiyle, hayalle ve umutla kurdukları zayıf bağın arkasında eğitim politikalarından okul mimarisine, sınav sistemlerinden öğretmen atamalarına, veli ilgisizliğinden sosyal medya etkisine kadar uzanan karmaşık bir silsile…

Yazının Devamı

Gençleri okuldan uzaklaştırmak: Sessiz bir çöküşün ayak sesleri

“Herkes okumak zorunda değil." Son zamanlarda kamuoyunda sıkça karşılaştığımız, adeta bir savunma duvarı gibi kullanılan bu cümle, ilk bakışta bireysel tercihleri yüceltmek gibi görünse de aslında çok daha derin ve karanlık bir gerçeği örtmeye çalışıyor: Eğitim sistemine ve okullara olan inanç, özellikle lise kademesinde, hızla sarsılıyor.

Bu cümleyi tekrarlayanlar, gençlerin eğitimden kopuşunu makulleştirmek, devletin ya da yerel kurumların gençleri okulla buluşturmadaki başarısızlığını perdelemek, hatta kendi sorumluluklarını gençlerin “tercihine” yıkarak görünmez hâle getirmek istiyor olabilirler. Oysa bir gerçeği unutmamalıyız: Eğitim bir tercih değil, bir haktır. Bu hakkın uygulanmasını sağlamak da kamu kurumlarının temel görevidir.

Liseyi sadece bir tercih meselesi gibi sunmak, gençleri “okul dışı”na doğru itmenin kapısını aralıyor. Ve bu kapının arkasında ne yazık ki pek de parlak bir tablo yok. Erken yaşta ve çoğu zaman isteğe değil, zorunluluğa dayalı evlilikler... Sokakta, sistemin dışına itilmiş gençleri bekleyen bağımlılık tuzakları... Farklı grupların kolayca etkisi altına alabileceği yönsüz zihinler... Tüm bunlar, eğitimin dışına itilmiş her bir gencin karşılaşabileceği tehditlerden yalnızca bazıları.

Yazının Devamı

YKS ve LGS çok az kaldı!

Sevgili öğrenciler, kıymetli anne-babalar ve öğretmenlerimiz, kritik bir döneme girildi. Bu günler, kimi öğrenciler için büyük bir sıçrama fırsatı sunarken, kimi öğrenciler için de "yoruldum" bahanesiyle düşüş yaşanabilecek bir tuzak haline gelebiliyor. Özellikle gelecek olan son 40 günde disiplinden kopmadan, motivasyonu yüksek tutarak çalışmanın büyük fark yaratacaktır.

İşte tam da bu amaçla hayata geçirilen *"40 Gün 40 Gece Kampı"*, öğrencilerin sınav sürecinde hem akademik hem de mental yönden güçlenmelerine büyük katkı sağlayacaktır.

*"Unutmayalım, başarı, Son 40 Günün Hakkını Vermekten Geçer"*

Yazının Devamı

Eğitim lideri veliler

Çocuğunuzu bir okula yazdırdığınızda yalnızca dört duvar arasındaki eğitime değil, bir topluluğa da dahil olursunuz. İşte bu toplulukta herkesin rolü farklıdır. Bazı veliler vardır ki sabırsızca açık arar, sorunları kişisel fırsatlara dönüştürmenin peşindedir. Bazıları ise okulla çocuğu arasında görünmez bir perde çeker; bir nevi “emanet ettim, gerisi sizde” diyerek uzaklaşır.

Ama bir grup daha var: Adeta sahne arkasındaki yönetmenler gibi... Onlar, eğitim lideri velilerdir.Bu veliler, yalnızca kendi çocukları için değil, bütün sınıf, hatta okul için sorumluluk alırlar. Gerektiğinde diğer velileri bir araya getirir, gerektiğinde yöneticilerle yapıcı bir dille iletişim kurarlar. Bazen bir okul bahçesinde sohbet ederken bir veli grubunun diğerini nasıl motive ettiğine tanık olursunuz. Bazen de WhatsApp gruplarında yalnızca doğum günü organizasyonları değil, bir sınıfın ihtiyaçları, bir öğrencinin eksikleri, bir öğretmenin desteği konuşulur. İşte o konuşmaları başlatan, yöneten ya da harekete geçiren veliler bu üçüncü gruptandır.

Eğitim kurumları her zaman bu tür velilere sahip olmayabilir. Hatta bazen onların yapıcı çabaları, sistemin alışıldık ritmini bozar gibi görülebilir. Ancak uzun vadede onlar sayesinde sınıflar huzurlu, çocuklar destekli ve okullar daha güçlü hale gelir.

Yazının Devamı

Liderlik yol çizmektir

"Şimdi yollarda olanlar, bilmezler ki çizdiğimiz yoldalar. Ama bilmek zorundalar. Çünkü liderin izi silinirse, yol da kaybolur."

Bu cümle, liderliğin en sade ama en güçlü tanımı belki de. Bir liderin ardında yürüyen kalabalık, çoğu zaman bu yolun nasıl açıldığını, hangi zorluklarla inşa edildiğini bilmez. Çünkü yol görünür hale geldiğinde, zorlukları çoktan aşılmıştır. Ancak her yürüyen lider değildir. Herkes yürüyebilir; ama yolu açan olmak, apayrı bir meziyet ister.

Günümüz toplumunun en büyük yanılgılarından biri de budur: Önde gitmekle lider olmak karıştırılıyor. Oysa lider, sadece önde gitmez; yolu da çizer, rotayı da belirler. Hedefi gösterir, cesaretiyle rehber olur. Lider olmak, yalnızlığa da razı olmaktır; çünkü ilk adımı atmak çoğu zaman tek başına yürümektir.

Yazının Devamı

Kurs merkezleri ne yapmalı?

Son yıllarda üniversiteye hazırlık sürecinde kurs merkezlerini tercih eden öğrenci sayısında ciddi bir düşüş gözlemleniyor. Bu durumun ardında yatan nedenler ise oldukça çeşitli ve derin. Özellikle öğrencilerin değişen ihtiyaç, istek ve beklentileri ile öğretmen yeterliliği, rehberlik uygulamaları ve dijitalleşmenin eğitim üzerindeki etkileri dikkat çekiyor.

2023 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanan "Eğitim İzleme Raporu", lise öğrencilerinin yüzde 42’sinin dijital eğitim platformlarını bireysel öğrenmede daha etkili bulduğunu ortaya koydu.

Öğrenciler, dijital platformlarda konuları defalarca izleyebilme, diledikleri zaman erişebilme ve yargılanmadan öğrenme imkânı buluyor. Buna karşın kurslarda, öğretmenlerin yoğun müfredat baskısı altında her öğrencinin anladığından emin olamadan ilerlemek zorunda kalması, öğrencilerde soru sorma özgüveninin azalmasına neden oluyor (Yılmaz & Aydın, 2021). Ayrıca öğretmen yeterlilik alanları ve yeterlilik göstergelerindeki (yeterliklere sahip olabilme düzeyini ortaya koyan bilgi, beceri, tutum ve davranışlar) zafiyet öğrencilerin öğretmenlere karşı inançları sarsmaktadır.

Yazının Devamı

Kültürel miraslarımızdan, bayramlar

Günümüz çekirdek ailelerinin yaşamından bayramları çıkarın geriye ne kalır? Geçmişe dair hikayeleri, anıları alınmış; yemek tarifleri defteri hiç olmamış; konuk ağırlama ritüelleri yaşamamış; ev baklasını hiç tatmamış, evin her odasından ayrı kahkahaları duymamış, ev ev dolaşmaktan uyuyakalmamış birileri kalır. Fıkralar, nükteler aktarılamaz, önceki kuşağın esprileriyle yeni neslin hazırcevaplığı kapışamaz ve kuşaklararası kopukluk başlar.

Velhasıl Ramazan ve Kurban Bayramları, yalnızca dini görevlerin yerine getirildiği günler değil, aynı zamanda kültürel mirasın nesilden nesle aktarıldığı önemli günlerdir. Gelenekler, ritüeller ve değerler, çocuklara bayramlar aracılığıyla öğretilir ve toplumun ortak hafızası korunur.

Bayram sabahı aile büyüklerinin ellerini öpmek, misafir ağırlamak ve çocuklara harçlık vermek gibi adetler, yıllardır süregelen bir kültürel mirasın parçaları olarak biliniyor. Ancak modern yaşamın hızla değişmesi, bazı geleneklerin unutulma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden oluyor. Bayramların, geçmişle gelecek arasında güçlü bir köprü görevi gördüğünü ve bu değerlerin yaşatılmasının toplumsal bütünlüğü güçlendirdiğini unutmayalım.

Yazının Devamı

Geleceğin liderleri, hukukçuları, öğretmenleri

Kıymetli dostlar, "baklava çalan çocuklar" dediğimde herkesin aklına baklava çaldıkları için 9 yıl ceza alan ve Rahşan affıyla çıkan çocuklar gelecektir.

Bu olaydan yola çıkarak son günlerde yaşanan olaylarla ilgili bir iki kelam edip eğitimde hak, adalet kavramına geçeceğim.

Kıymetli dostlar, maalesef ülkemizdeki temel sorunlardan biri az çalanla çok çalana verilen cezaların birbiriyle ters orantılı olmasıdır. Aza çok, çok'a hiç yok. Kumar, kara para aklama, rüşvet, dolandırıcılık, ihanet... Boyutu ne kadar büyükse arka kapıdan çıkışın bir o kadar kolay olduğunu gören evlatlara hangi adaleti, hangi hukuku, hangi alın terini, dürüstlüğü, erdemi anlatacağız? "Yer ama yapar." anlayışı artık öyle doğal ve öyle hücrelerimize işlemiş ki kendisinden olduğu sürece iki taraf için de sorun yok. Tek sorun diğerinin 'yiyeni.'

Yazının Devamı

Anne babalar dikkat!

Çocuklarının gelişimi için en iyisini isteyen anne babalar, çok sayıda çocuk gelişimi kitabı arasından doğru olanı seçmekte zaman zaman zorlanabilir. Bu hafta ailelerin bu kitapları seçerken nelere dikkat etmeleri gerektiğini açıklayalım.

Kıymetli anne ve babalar, uzmanından okunacak kitap önceliğimiz olmalı. Uzmanın deneyimi ve vizyonu bizler için çok önemli. Sadece teorik bilgi yeterli olmayacaktır. Kitabın teorik bilgilerin yanı sıra, gerçek hayattan alınmış anekdotlarla zenginleştirilmiş olmasına dikkat edelim. Bu tür öyküler, ebeveynlerin karşılaşabilecekleri durumlar hakkında pratik çözümler sunarak, onların rehberlik becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur.

Kitaplardaki etkinlik örneklerinin de anne babaların çocuklarıyla verimli vakit geçirmesine imkan verdiğini belirtelim. Bu etkinliklerin, çocukların zihinsel ve hissi gelişimini desteklediğini de ekleyelim. Bunun yanı sıra, pratik uygulamalarla teorik bilgiler pekiştirilerek, öğrenme daha kalıcı hale gelir.

Yazının Devamı

Tüketim bizi tüketiyor

Günümüzde tüketim, insan yaşamının merkezinde yer almaktadır. Tüketim nefes almak kadar doğal hale gelmiştir. Ancak bu durumun uzun vadede bireyler ve toplumlar için büyük tehlikeler barındırdığı gerçeğini de göz ardı etmemeliyiz. Üretimin azalması, tüketim alışkanlıklarının kontrolsüz bir şekilde artması ve üretimin büyük şirketlerin tekelinde olması tüm dünyada ekonomik ve sosyal sorunlara yol açıyor. Bu nedenle üretken bir nesil yetiştirmek için çocuklara küçük yaşlardan itibaren üretimin önemi öğretilmelidir.

Tarihsel olarak, üretken toplumlar kendi ihtiyaçlarını karşılamak için iyi bir donanıma sahipti. Çiftçilik yapıyor, kendi aletlerini üretiyor ve hayatlarını el emeği ile kazanıyorlardı. Çoğumuz dedelerimizin, ninelerimizin köy evlerini hatırlarız. Kurutulmuş meyve sebzeler, asılı duran mısırlar... Ancak Sanayi Devrimi ile birlikte üretim büyük ölçekli fabrikaların eline geçti ve insanlar tüketici konumuna düşürüldü. Bu durum teknolojinin gelişmesiyle daha da hızlandı. Artık ürünleri tamir etmek yerine yenisini almayı tercih ediyor ve üretim sürecini düşünmeden sadece satın alıyoruz. Tüketim odaklı bu yaşam tarzı sadece ekonomik bağımlılığı değil, toplumsal eşitsizliği de artırıyor.

Üretimi kontrol eden büyük şirketler arzı kontrol edebiliyor ve fiyatları istedikleri gibi belirleyebiliyor. Örneğin, bir ürünün arzının az olduğu söylendiğinde insanlar onu almak için hücum ediyor, fiyatlar yükseliyor ve alternatif üretim olmadığı için tüketiciler buna uymak zorunda kalıyor. Eğer toplum olarak üretim konusunda daha bilinçli olursak, bu tür manipülasyonlara karşı daha fazla direnebiliriz.Bu nedenle çocuklara üretimin önemi anlatılmalı ve erken yaşlardan itibaren nasıl üretici olabilecekleri öğretilmelidir.

Yazının Devamı

Ters yüz öğrenme modeli

Çocuklar ekrandan başını kaldırmıyor, kaldıramıyor mu? O zaman size yeni bir eğitim modelinden bahsedelim. Bildiğiniz tüm süreçleri unutun. Her şeyi ters yüz edip başlayacağız.

Kıymetli okurlar, kendi yaşamlarımızda farklı öğretmenler ve farklı öğretim yolları gördük, yaşadık. Kimi bize hiç hitap etmedi kimi ise bizi öyle bir kavradı ki geleceğimizi şekillendirdi. Çocuk gelişimi için öğretmen yöntemi, yaklaşımı çok önemli. Düz anlatanlar, oyun oynatanlar, drama süreçleriyle yapılandıranlar ve şimdi de süreçleri tersten ele alan “Ters Yüz Öğrenme Modeli” karşımıza çıktı.

Genelde ders anlatılır, ihtiyaç halinde konu pekişsin diye konu ile ilgili videolar, filmler izletilirdi. Film bir destek kuvvetti “Ters Yüz Eğitim Modelinde” ise film, video çıkış noktası. Klasik öğrenme modelini tersine çeviren bu sistem, çocukların eğitime katılımını artırmayı ve öğrenmeyi daha etkili hale getirmeyi hedefliyor.

Yazının Devamı

Şiirden liderliğe

Eğitim, bireyin psikolojik, duygusal ve sosyal gelişiminin desteklenmesi sürecini ifade eder. Bu süreçteki en önemli unsurlardan biri de edebiyattır. Edebiyatın en sade dallarından biri olan şiir, yalnızca eğitici bir sanat formu değil, aynı zamanda kişisel konuşma ve liderlik becerilerinin genel gelişimi için de önemli bir araçtır. Şimdi bu aracın özelliklerine bir göz atalım.

Şiir, kısa ama etkileyici yapısıyla bize duyguları derinlemesine ifade etmeyi öğretir. Bir şiiri okumak veya ezberlemek, kelimenin anlamına, tonuna ve vurgusuna dikkat etmeyi gerektirir. Bu, çocukların konuşma becerilerini geliştirir ve etkili konuşmalarını sağlar.

Eğitim uzmanları, şiir okuyan çocukların kelime dağarcığını genişlettiğini, ifadelerde daha akıcı hale geldiğini ve topluluk önünde konuşma konusunda daha özgüvenli hale geldiğini söylüyor. Bunun en çarpıcı örneğini okulda düzenlenen şiir okuma etkinliklerinde görürüz. Bu aktiviteler çocukların sahne korkusunu yenmelerine ve toplum içinde kendilerini etkili bir şekilde ifade etmelerine olanak sağlar.

Yazının Devamı

Deli çocuklar

Yaşam, değişim ve dönüşüm üzerine insanın kendini dengeleyebilmesi üzerine kuruludur. Dengeyi tutturanlar huzurlu, tutturamayanlar uyumsuz, tutturmak istemeyenler deli olarak tanımlanır. Huzur ve huzursuzluğun nedenleri her insan için değişirken deliliğin nedeni (psikolojik rahatsızlık dışında delilikten bahsediyoruz.) başkaldırı, toplumsal normların ötesine geçip kendi ruhunun yolunu takip etmeyi seçen bireylerin cesaretini ifade eden bir durum olabilir.

Başkaldırı, çoğu ebeveyn için korkutucu bir kavram gibi görünebilir. Ancak burada bahsedilen başkaldırı, haksızlık, tekdüzelik ve sıradanlığa karşı bir duruş sergilemektir. Deliler, haksızlığa, tek düzeliğe, sıradanlığa, beklentilere göre değil ruhunun yoluna göre hareket edenlerdir. Yaşama anlam katmak, yaşamlarını anlamlı kılmak isteyenlerdir. Değişim ve dönüşümü harekete geçirenlerdir. Çocuklarımızın, toplumun dayattığı beklentiler yerine kendi içsel değerlerini takip etmeleri, uzun vadede daha anlamlı ve tatmin edici bir yaşam sürmelerine olanak tanır.

Onları "itaatkâr bireyler" olmaya zorlamak yerine, sağlıklı bir sorgulama ve kendi kararlarını alabilme yeteneği kazanmaları için teşvik etmeliyiz. Ruhlarının sesini dinlemeleri ve bu doğrultuda hareket etmeleri, onların yaşamlarını anlamlı kılmalarını sağlayacaktır.

Yazının Devamı

Bilgelik zekâsı

Kıymetli okurlar, zeki ama çalışmayan çocuklarımızın da tutunacak bir dalı olsun diye değil gerçekte var olan zekâ alanlarıyla ilgili bugün konuşacağız. Bildiğiniz üzere Howard Gardner, zekânın tek bir genel yetenekten ziyade birden çok farklı yetenekten oluştuğunu savunur. Bu zekâ alanlarını şu şekilde sıralar. Dilsel Zekâ, Mantıksal-Matematiksel Zekâ, Görsel-Mekânsal Zekâ, Bedensel-Kinestetik Zekâ, Müzikal Zekâ, Kişilerarası Zekâ, İçsel Zekâ, Doğa Zekâ, Varoluşçu Zekasını sonradan öneren Gardner’ın listesine son zamanlarda yeni bir zekâ alanı eklenmiştir.

Nedir bu bilgelik zekâsı, üstün zekalı gibi bir tanımlama mı? Bilgi üstü olan nedir?

Kıymetli okurlar, bilgelik zekâsı bireyin yaşam tecrübesiyle karşısındaki kişiyi anlaması (duygusunu hissetme değil anlama, onun gibi düşünme), olayı sezme ve analiz etme, karmaşık durumları değerlendirme ve anlamlı çözümler üretme ile evrensel ahlak ilkelerini gözetmek yeteneğini ifade etmektedir. Bu zekâ türü, akademik veya analitik zekadan farklı olarak, daha çok yaşamın bütününü anlamak, insanlar ve olaylar arasında bağ kurmak ve uzun vadeli bir bakış açısıyla hareket etmekle ilişkilidir. Bilgelik zekasının keşfedilme süreci, çok uzun bir zaman almıştır. Felsefeden modern bilime uzanan uzun bir yolculuk. Antik çağlarda bir erdem olarak görülen bilgelik, günümüzde insan yaşamının anlamını ve karmaşıklığını anlama ve yönetme kapasitesi olarak bilimsel bir temel kazanmıştır. Bu süreç, insanlığın bilgelik üzerine düşünmeye devam etmesiyle sürekli gelişmektedir.

Yazının Devamı

Çocuklar için Finansal Okuryazarlık

Pandemi ile birlikte kaynakların kullanımı konusunda algımız tamamen değişti. Yokluk algısı hepimizi sardı ve çıkış yolları aradık. Kimi bağ-bahçe aldı kimi stok yaptı kimi hiç oralı bile olmadı. Yüksek binalar ve betonlar arasında öyle bir dünyamız vardı ki toprağın bereketini hepimiz unuttuk. "Kaynak az, insan çok" algısı zihinlere ve ruha korku olarak yerleştirilmeye çalışıldı. Oysa toprak olan her yerde tarım yapılabilirdi ve bizde de öyle verimli araziler var ve verimsiz olsa da teknolojiyle verimli hale getirilebilecek öyle çok toprağımız var ki... Sorun kaynak azlığı değil sorun kaynakları ve onları nasıl kullanacağını bilmeyen bir nesil olarak yetişmemiz.

Kıymetli anne ve babalar, çocuklarımızın geleceği tehlike altında ve bu işin aslı yokluktan dolayı değil bilgisizlikten dolayı. Çöllerin bile yeşertildiği dünyamızda ülkemizin verimli kaynaklarını kullanabilme, sürdürülebilir bir ekonomi süreci inşa edebilmek için çocuklarımızı bilinçlendirmek zorundayız. Bu nedenle erken yaşlarda çocuklarımıza finansal okur-yazarlık öğretmeli ve doğayla buluşturup doğanın bereketini, gücünü hissettirmeliyiz.

Günümüzde finansal okuryazarlık, bireylerin erken yaşlarda kazanması gereken hayati becerilerden biri haline gelmiştir. Parayı anlama, tasarruf etme ve bilinçli harcama alışkanlıkları, bireylerin yaşam boyu finansal başarılarında büyük rol oynar. Ancak bu beceriler, sadece yetişkinlikte değil, okul öncesi dönemde de temelleri atılabilir.

Yazının Devamı

Ergenlikte sınırlar

Dirim sürecinin anne ve babaları en çok zorlayan dönemi diyebiliriz. Ergenlik genellikle çatışmalar ve tartışmalarla geçebilir. Bu tartışmalar uzun bir süre aile içi uzaklaşmaya neden olabilir. Bu nedenle ergenlik süreci başlamadan iletişim sürecimizi güçlendirmeliyiz. Bireyin kimliğini bulma ve bireyselleşme yolunda attığı bu önemli dönemde anne ve babalar, çocuklarının bireysel alanlarına saygı duyarken, aynı zamanda rehberlik etmek ve belirli sınırlar koymak zorundadır. Ancak bu dengeyi kurmak kolay değildir. Peki, ergenlerin bireysel alanlarına saygı duyarken net ve mantıklı sınırlar nasıl konulabilir?

Ergenlik döneminde bireyler sadece fiziksel ve psikolojik gelişim açısından değil duygusal açıdan da çevreden bağımsızlık arayışına girerler. Bu süre zarfında insanlar kendilerine ait bir alan yaratma konusunda güçlü bir ihtiyaç halinde olur. Bu alan fiziksel bir odadan daha fazlasıdır; Karar verme, düşünceleri ifade etme ve yaşam tarzı seçimleri gibi birçok işlevi içerir. Çocuğunuzun kişisel alanına saygı duymak onun kendisini ifade etmesine olanak tanır ve ona güvenilir olduğu mesajını verir.

Ergenin kişiselleştirilmiş çabaları ne kadar önemli olursa olsun, bu dönemde rehberlik ve denetim de aynı derecede gereklidir. Ancak bu kontrolün baskıya dönüşmemesi için sınırların açık, mantıklı ve açık bir şekilde çizilmesi gerekmektedir.

Yazının Devamı