Süreyya Terzioğlu

Süreyya Terzioğlu

Kaçmak en kolay yol sanki!

Bazen mücadele etmek yerine kaçarak o sıkıntıdan kurtulacağımız düşüncesine kapılırız ama aslında doğru seçim asla bu değildir.

Özellikle tecrübesizken, hayatın bize neler getireceğini ve götüreceğini çözememişken, yanlış karar verdiğimiz durumlar daha fazladır. İşte, daha lise iki öğrencisi bir kız çocuğu da babasının hışmından, sapkınlıklarına şahit olmaktan ve annelikten, eş olmaktan bihaber annesinden kaçıp kurtulmayı düşünen Picasso’nun kızı da aynı şekilde bir zor durumdaydı.

Neyin doğru, neyin yanlış karar olduğunu çözemiyordu. Sınıf arkadaşı Sevgi’nin ağabeyine anlattıkları ile Tuğrul’un Picasso’nun kızı ile ilgili her şeyi biliyor olması ve ona acımasıyla başlayan durum bir okul çıkısında onu görüp beğenmesiyle farklı bir boyuta taşınmıştı. Kısa sürede birbirlerine âşık oldular ya da öyle zannettiler. Arkadaşı aracılığı ile mektuplaşıyor ve uzun uzun gelecekle ilgili planlar yapıyorlardı. Picasso’nun kızı kendini çok özel hissetmeye başlamıştı çünkü ona kıymet veren dinleyen, anlayan en azından buna gayret gösteren biri vardı artık.

Yazının Devamı

Picasso’nun kızı evden mi kaçıyor?

Picasso’nun kızı o kadar bunalmıştı ki; babasının sapkın davranışlarından ve annesinin acizliklerinden artık onlarla aynı yuvada, hayır, hayır yuva böyle bir şey olamaz! Artık onlarla aynı evde olmak istemiyordu.

Ama henüz lise birinci sınıftaydı ve nasıl kurtulacaktı bu durumdan bilmiyordu. Kafasında vardı bazı planları ama korkuyordu da. Çünkü babasının parası ve çevresi çoktu, o daha çok uzaklaşmadan hemen emniyet müdürü arkadaşlarının yardımıyla bulunur ve onu kaçtığına pişman eder hatta belki okuldan bile alabilirdi. Hem kaçtığında nerede kalacak, nerede yaşayacak bilemiyordu. Başına bir kötülük gelmesinden de çok korkuyordu ama bu evden nasıl kurtulur onu da bilemiyordu. Üstelik okulunu , derslerini hele öğretmenlerini o kadar çok seviyordu ki onları göremezse hayatında büyük bir boşluk daha oluşabilirdi. Bütün öğretmenleri de Picasso’nun kızını çok seviyordu. O akıllı, çok saygılı ve sosyal etkinliklere yer alan , sporla , sahne sanatları ile ilgili aktivitelere de zevkle katılan bir çocuktu. Çok sevdiği bir felsefe öğretmeni ve coğrafya öğretmeni ile çok daha yakınlardı. Onlar Picasso’nun kızının sıkıntılarından haberdar ve yardımcı olmaya en azından onu dinleyerek yalnız olmadığını hissettirmeye çalışıyorlardı. Şimdi ise ne o kadar kıymetli ve öğrencisine bu kadar özen gösteren öğretmen kaldı ne de öğretmenine böylesine saygılı ve sevgi dolu öğrenci diye düşünüyordu Picasso’nun kızı. O günleri anlatırken büyük bir özlemle ve hem gururla gözleri dolarak anlatıyordu.

Aynı okulda olan erkek kardeşi ve iki kuzeni de Picasso’nun arkasında sanki birer hafiye gibi, babasının ve amcasının korkusundan ablalarının kantinden kaç simit aldığına ve teneffüste kiminle sohbet ettiğine kadar detaylı bilgi veriyorlardı. Ve nihayet felsefe öğretmeni ile bahçede konuşurlarken gören kuzeni ve erkek kardeşi, akşam Picasso’nun kızı için hiç de hoş olmayan bir plan yapıyorlardı. Ve yazık ki bu plandan habersiz, okulda oynayacakları “ Keşanlı Ali destanı” repliklerini ezberlemek için büyük bir gayret gösteriyor ve heyecanla o günü bekliyordu. Akşam odasında ödevlerini bitirip ezberlerini yapmaya çalışan Picasso’nun kızı birden odasının çalınmadan açılmasıyla ve “ babam seni çağırıyor “ diyen kardeşinin güzel, koca, kara gözleriyle karşı karşıya geldi. Picasso’nun kızı salona gittiğinde evin metresi Kezban, kötü anne, iki kuzen ,bir erkek kardeş ve dünyadan bir haber en küçük erkek kardeş öyle kendisine bakıyordu. Baba çocuklara dönerek “- ben size yanında bir erkek gördüğünüzde bu o…..nun kemiklerini ve o yanındakini de iyice benzetmeden eve gelmeyin dememdim mi lan?“ diye kardeşe ve kuzenlere hönkürdü. Ve arkasından .Elindeki çamaşır makinesi hortumunu erkek kardeşinin eline verdi ve”- al bunu kazağını çıkart, atleti kalsın, ablanızı adam edin” dedi. Her ne kadar Picasso’nun kızı torunların en büyüğü olduğu için hepsinin ablası olsa da çocukların baba ve amca müsfettesi olan bu yobaz adamın dediklerinin etkisiyle ve korkuyla harfiyen yerine getiriyorlar. Bu sefer bu dövme işinin kendilerinin üzerine bırakılmasından rahatsız olan çocuklar itiraz etse de, onların çaresiz kaldıklarının farkında olan Picasso’nun kızı tarafından cesaretlendirilip banyoya geçtiler. Bu ne ilkti ne de son ama ilk olan şey felsefe öğretmenini de babasının işçileri tarafından bacakları kırılana kadar dövülmesiydi. Onun babası olacak psikopatın yaptığından emin olan Picasso’nun kızı kaçmak gibi bir fikirle kimlerin başını yakacağını da daha iyi anlamış ve iyice korkmuş ama yeni çareler aramaya başlamıştı bile. Bu böyle devam edemezdi.

Yazının Devamı

Picasso’nun kızı yaşadıklarıyla daha hızlı büyüyor

Her çocuk, anne ve babasını birlikte olmasını diler. Tabii anne ve babası doğru ve sağlıklı ilişki içerisindeyse. Psikolojik ve fiziksel şiddet ya da ihanet gibi ağır bir durum yoksa çocukları etkileyecek bir sıkıntı yoksa çocuklar, anne babaları birlikte olsunlar temennisindedir.

Tabii bu durum Picasso’nun hayatından kesitlere pek uymuyor. Çünkü bu hikayede her türlü şiddet, ihanet ve benzeri durumlar çok ağır yaşanıyor özellikle çocuklar tarafından… Peki, ne mi oldu bu kadın geldikten sonra? Picasso’nun kızı, babasının ahlaksızlıklarına devam etmesine, her yediği sopaya rağmen karşı durmayı sürdürdü. Çünkü o, annesinin ve babasının inadına bir yoldaydı. Onlar gibi asla düşünmüyor ve asla onlar gibi davranmıyordu. Eee tabii çocuktu belki, onlar gibi davranamaz zaten diyecek olabilirsiniz ama ben de “adam olacak çocuk küçükken belli ediyor kendisini“ derim.

Adaletsizliğe ve ahlaksızlığa tepkisi alkış tutulacak bir övgüye sebepti kanımca. Anne yerine kardeşlerine anne gibi sahip çıkması ise başka bir hasletti sanki. Bu, babasıyla olan inatlaşmaları onun daha fazla şiddet görmesine ve hakarete uğramasına sebep oluyordu. O, keçi inadı ile de daha fazla inatlaşıyor, babasına daha dik davranmayı sürdürürken adeta, el yükseltiyordu. Bu, onun o narin bedeninde inanılmaz ağır darbelere, bazen yere düştükten sonra tekmelenmesine, bazen dövüldükten sonra iç çamaşırlarıyla tuvalete kilitlenmesine, bazen çamaşır makinesinin o sert plastik hortumuyla dövülmesine, bazen de belinden çıkarttığı kemerin tokalı kısmıyla dövülmesine sebep oluyordu.

Yazının Devamı

Picasso’nun kızı anlatmaya devam ediyor

Anne-çocuk arasında farkında olmadan bir bağ gelişir ve bu bağ giderek artarak güçlenir ve büyür.

Sağlıklı olan anne-çocuk ilişkileri bu şekildedir. Tabii bu ve bunun gibi aile bağlarının olması gerektiği gibi olabilmesi için sevgi bağından başka öğelerin de olması şart. Annenin de babanın da söz ve davranışlarının çocuklarına karşı doğru ve uyumlu olmalıdır. Güven aşılamalı, sözleri ve davranışları birbirlerini destekler ve aynı konularda farklı düşüncelerde çocukları karşısında tutarlı davranışlar sergilemeleri de çok önemlidir.

Picasso’nun kızının anlattıklarına bakılırsa bu maddi anlamda çok zengin olmalarına rağmen duygusal anlamda aynı şeyleri söylemek pek de mümkün görünmüyordu. Picasso’nun babası çocukken çıkıp gelmiş Ankara’ya çeşitli işlerde çalışmış ve deneyimlemiş. Çalışkan ve yorulmak bilmeyen bir çocukmuş ve yanında çalıştıklarının desteği ve ticari zekasıyla hatırı sayılır bir servete ulaşmış. Yazık ki çok para huzur değil bazen sıkıntı da getirebiliyor, kullanmayı ya da idare etmeyi bilmeyince. Lafın neresinden başlamalı bilmiyorum emin olun ben duyduğumda da rahatsız olmuştum, yazarken de rahatsız oluyorum. Çünkü Ankara'nın merkezinde tanınmış, hatırı sayılır bir servete ve çevreye sahip olan bu adam boşanmayı kabul etmeyen ya da öbür tarafından da hatırlatma yapayım; şiddet, hakaret ve ihanetle iç içe yaşamayı kabul edip boşanmak için bir hamle yapmayan eşin boşanma talebiyle gelmesine rağmen kocasının yakasından da düşmeyen gurursuz eş varken eve bir KUMA getiriliyor.

Yazının Devamı

Yüreğimiz yandı, başımız sağ olsun

Gün geçmiyor ki yurdumuza can sıkıcı bir haber almayalım derken, aldığımız son acı haber hepimize dilimizi ısırmamıza sebep oldu. Canımızı gerçekten çok gerçekten çok yaktı. Haberi izlerken öfkeden yerimizde duramazken , “ - yine mi arkadaş bu nasıl bir saçmalıktır? Bu nasıl bir ihmaller silsilesidir demekten kendimizi alamazken , içimizdeki o korkunç yangınla boğazımız düğümlendi , göz yaşlarımızı tutamadık. O kadar yandı ki canımız hemen hemen hepimiz yanımızda kim varsa sarılıp o acımızı paylaştık, adeta o anları o canlarımızla yaşadık ve kahrolduk.

Kısa tatilden istifade ; bir nefes almak, biraz yorulmakla birlikte kafa dağıtıp dinlenmek, belki de kara hasret kaldığımız, mevsimleri bile adam gibi zamanında yaşayamadığımız ana tat katmak için planlar yapıldı. Heyecanla valizler hazırlandı yollara konuldu. Kim bilebilir ki ölüme gidildiğini… Kim bilebilir ki eğlenmek için koşa koşa gittiği tatilin kendisine cehennem olacağını… Ben söyleyeyim beyler, hanımlar…Bu pervasız , sorumsuz YÖTECİLER bilmeliydi…

Herkes, hemen sadece işletme sahibini suçlarken; tabi , haklı olarak ancak, o yapının bu kadar hayati eksiklerine rağmen ruhsat verenden tutun, o ruhsatın düzenlenmesinde olur veren mühendislerin, belediyenin, o ilinin kaymakam ve valisinin hatta daha da ileri götüreyim, her dayısına , her istediği oluru rahatça verip SİSTEMSİZLİK ÜZERİNE KURULMUŞ SİSTEM i inşa edip uygulayan HÜKÜMET de en az işletme sahibi ve üst düzey diğer yöneticiler kadar suçludur. Artık işletme sahibinin ceza almasının bir anlamı yok sadece teselli olabilir. Gideni geri getirmez. O büyük acıyı dindiremez. Hepimizin korktuğu ani ölümün bu sefer de, yine birilerinin rahat rant sağlamak için yaptığı işlemlerin sonucunda 79 kişiye ulaşan can kaybıyla karımıza çıkmıştır. Kaybımız sadece DNA'larından tanınabilecek hale gelen 79 cenazenin değil aynı zamanda her birinin annesi, babası, kardeşleri, çocukları, eşleri ve bütün ülkemizin acı kaybıdır.

Yazının Devamı

Picasso’nun kızı olmaya devam…

Bir çocuğun yaşına göre kafasındaki tek meşguliyeti oyun oynamak ya da dersleriyle ilgilenmek olmalı.

Güvende olmak onun ilk hakkıdır. Yaşama hakkı, sağlıklı olma hakkı, eğitim alma hakkı, oyun oynama, şarkı söyleme, güzel rüyalar görme, şeker yemek daha güzel ne varsa onlar için bütün güzellikleri yaşama hakkı olmalı.

İşte bu imkanların sağlandığı çocuklarımızın sayısının azaldığı bir ortama daha hızlı bir şekilde evriliyoruz.

Yazının Devamı

Picasso'nun kızı öğrenmeye devam ediyor

Bugün aynı aileden devam edeceğim. Bu aile belki uç bir örnek gibi gelebilir ama emin olun benzerleri çok yazık ki!

Bu sefer ne mi oldu? Anlatayım anladığım kadarıyla. Bencil ve sığ düşünen anne baba çocuklarının yattığı odaya bir yabancı erkeği misafir etmeyi, yatılı konuk olarak kabul etmenin, sakıncalı olabileceğini göremeyecek kadar bir cahillik ve körlük içerisindelerdi. Gönül isterdi ki, dünyanın her yerinde çocukların bir zırh içerisinde gibi korunabilmesi hatta daha da iyi bir temenni ile hiç kimsenin çocuklara zarar veremeyecek kadar güzel bir insanlık olsun. Aslında baba kendinden biraz pay biçseydi, eve gelen misafire bile yan gözle bakan bir zihniyete sahip olduğuna göre, eve kendi şantiyelerinde çalışması için köyünden çağırdığı emmoğlunun da kendisine benzer davranışlar sergileyeceğini ya da ihtimal dahilinde olduğunu kestirebilirdi. Ancak bir baba ve anne , kendisi ne kadar düzgün ahlaklı bir baba olursa olsun yine de bu gibi bir duruma sebep olabilecek şeyleri öngörebilmelidir. Yazık ki bunu göremeyecek kadar kör olan baba ve anne iki küçük erkek kardeş ve 11 yaşındaki kız çocuğunu aynı odada yatırabildiler. Ona iş veren, evini açan kişilerin kız çocuğuna cinsel istismara kalkışması ise durumun çok ucuz atlattıkları bir durumdu. Yapılmak istenen davranışın doğru bir şey olmadığını gayet iyi sezebilen çocuk, koşarak annesinin yatağına gidip olanları anlatmıştı. Cevap mı ne oldu? “ - Şşşşşştt sus baban duyacak şimdi, başımızı belaya sokar, benim yanımda uyu. “ deyip, kızının “ ama anne ….” cümlelerini ağzına tıkayan bir anne modeliyle karşı karşıyayız. Sizce anne mi daha suçlu bu durumun yaşanmasına yoksa baba mı? Ama sorsanız baba kızının kalın çorap ve baş örtüsü takması için baskı yapan ve okula giderken gelirken elli kere “ -erkeklerden uzak dur” diye kafa ütüleyen, anne tarikata dahil olan şeyhinin eteğini öpen, hu çeken bir anne ama ikisi de çocuğunun zarar görebilme ihtimalini hesaplayamayan bir cahillik içerisindeler yazık ki ! Zaten okumuş kendini geliştirmiş bir anne baba olsalardı ikisinin de evlilikleri de, bulundukları ortamlarda, çocuklarına yaşattıkları da bu olamazdı ! Küçük kız bir kere daha nasıl bir anne olmayacağının resmini çizmişti kafasında. Picassonun kızı öğrenmeye devam ediyor... Keşke sadece güzel mutlu resimler çizebilseydi…

Çocuklarınızı koruyun, onlara hangi davranışların yanlış olduğunu, yaşlarına uygun şekilde anlatın. Onları sevin, güven duyun ve size güvenmelerini sağlayın. Sizin ne kadar çok para kazandığınız ve iyi şartlarda yaşattığınız değil onlara ne hissettirdiğinizle ilgilidir verdikleriniz ya da ihmal ettikleriniz, unutmayın!

Yazının Devamı

Picasso’dan bile daha güzel bir resmettim…

Çocuğunu herhangi bir şekilde şiddet görürken (gerek fiziksel gerek psikolojik şiddet ya da cinsel istismar olsun,) ona uygulanan şiddete sessiz kalmak işlenen suça, vicdansızlığa suç ortaklığı etmekten başka bir şey değildir.

Önceki yazımda; küçük yaştaki çocukları şiddet görürken, korumak yerine görmezden gelen bir anneden ve büyük çocuğun daha fazla dayak yemek pahasına kardeşlerini korumayı tercih ettiğinden bahsetmiştim. Şiddetin birçok ailede görüldüğü üzere, şiddet sadece fiziksel şiddet olarak kalmaz, yanında psikolojik şiddet de eşlik eder. Biz anneler, çocuklarımızı bu tür durumlardan koruyabilmek için onları koruyabilecek güçte ama daha öncesinde o ‘BİLİNÇ’te olmak zorundayız. Ya o güce ve bilince sahip değilsek ne olacak peki?

Evde, evinin temizliği ve yemeğinden başka bir sorumluluğu olmayan o annenin, kendisi koca dayağı yerken çocuğunun dayak yemesinin de önüne geçmesi beklenemez diye düşünülebilir belki ama ben bunun aksine, kendisi şiddet gördüğünde sessiz kalabilse de doğurduğu yavrusuna sahip çıkmak ve o dayağı tekrar yiyeceğinden emin olsa da çocuğunu korumayı tercih etmesi daha olasıdır diye düşünüyorum.

Yazının Devamı

Güvenmek sevilmekten daha önemlidir

Bazen birkaç dakika bile geçirdiğinizde o kişinin diğer kişilerden daha özel ve farklı olduklarını fark edersiniz. Bu kişilerin bazıları, ebeveynleri tarafından özenle yetiştirilen, doğru şekilde yönlendirilen ve yanlarında oldukları hissettirilen, kendilerine GÜVEN hissettirilen çocuklardır. Diğer ve daha uç bir örnek olanlar ise ebeveynleri tarafından hep yanlış davranışları yüzünden korunma ve başarma iç güdüsü ile baş etmeyi öğrenmek zorunda oldukları hissedilip öyle büyüyen çocuklardır.

İşte tam da bundan bahsedeceğim. Bazen armut dibine düşmüyor.. En iyisini ister her anne ve baba, çocukları için... Ya da öyle olması beklenir... Tabii ruh sağlığı yerinde olmayan ya da kötülük abidesi olan nadir istisnaları dışında tutuyorum. O yüzden çocuklar için en iyi anne, her çocuk için farklı cümlelerden oluşsa da genelde bilinçli, sevgi dolu olması ortak ve en geniş tariftir sanıyorum. Hatta bazen sadece sevgi dolu olması bile yeterli gibi görünüyor. Ama düşünerek cevap verdiğimizde ya da akademik konuşmak gerekirse ilk ihtiyacımız olan duygunun aslında güvenmek olduğunu açık ara fark ederiz. Çünkü yetişkinlerde olduğundan daha yüksek bir oranla çocukların ilk sıradaki ihtiyacı güvenmek, sonra sevgidir... Tabii bu güveni ve sevgiyi hissettirmek çok daha önemli. İçinizde bir yerlerde dışarıya çıkarmayı, göstermeyi beceremediğiniz sevginin de güvenin de çok anlamlı olmadığını düşünüyorum.

Güzel duygular hissettirilmeli, hatta coşkuyla gösterilmeli. Sevmekten ve sevilmekten, güven hissettirmekten daha güzel ne olabilir ki? Siz de ebeveyn iseniz, çocuklarınıza bunu hissettirin. Artık elli yaşındayım, belki çocukken ya da gençken hissettiğim o sevgi ve güven eksikliğine o zamanki kadar ihtiyaç duymuyorum. Çocuklarıma bu eksikliklerin tam aksini yaşatmak için her fırsatta onları ne kadar çok sevdiğimi, ne kadar çok önemsediğimi dile getiriyor; her zaman ve her koşulda onların yanında olduğumu hissettiriyorum. Bunu hem beden dilimle hem davranış ve tutumlarımla göstermeye özen gösteriyorum. En azından çaba gösterdiğimi düşünüyorum.

Yazının Devamı

Affetmelisin ki rahatlayasın!

Hep aynı terane işte… ana kız muhabbeti açılınca hemen bir yargılamalar, sorgulamalar… Sen anneni seviyorsun diye herkes annesini sevmek zorunda mı canım? Bu ne saçma sapan bir zorunluluk ya da yargılamadır! Üstelik bir de bu çıkışmalar olunca, onlarla benim annemin arasındaki farkı da gördükçe iyice nefret duyuyor, affetmek iyi gelir; deneyim en azından görüşmeyi diye merhabalaşmaya başladığımda bile yine beni uzaklaştırıyor kendinden, iyice soğuyorum. Keşke Nesrin'in annesi benim annem olsaydı, hatta Meryem’in, hatta farklı şekillerde nefret duysam da babamdan, babamın annesi benim annem olsaydı.

O, okuma yazma bilmeyen ama hep doğru, hep tertemiz, o sert görünümünün altında hep sevgi yumağı olan babaannem bile annem olabilirdi. Hatta o benim annem olsaydı tek bir elimi tutması yeterdi, ben öbür boşta kalan elimle her şeyleri en güzel şekilde tutar bu kadar radikal bir kadına dönüşmezdim belki de. Bir de "barışmalısın ki ya da affetmelisin ki rahatlayasın" derler ya sinir oluyorum. Ya hu bakalım ben affetmeye hazır mıyım? Dilinle söylesen de kalbin buna hazır değilse nasıl affetmiş olurum diye kimsenin empati yaptığı yok.

Hadi siz de başlayın hemen yargılamaya, neden nasıl demeden! Anlamak yerine suçlamak daha kolay gelir çünkü insan oğluna. Kolayı seçer ve çıkar işin içinden. Belki hayatın yarısını yarıladım. Belki de başındayım ne kadar ömrüm kaldı kestiremiyorum tabi doğal olarak ama bu kadar stresin iyi gelmeyeceğini, hep düşük seyreden nabzımın söz konusu annem ve babam olunca nasıl tavan yaptığından, mideme saplanan bir kramp ya da üç beş tutup kolayca bedenimi terk etmeyen migren ağrılarımdan çok iyi biliyorum.

Yazının Devamı

Şehit analarına sordunuz mu?

Şöyle bir geçmişe gidip düşündüğümde Şubat aylarının ortalarında 1999 da özel kuvvetlerimiz tarafından derdest edilerek , iş adamı Cavit Çağların özel uçağıyla Türkiye’ye getirildiğini hatırlıyorum bebek katilinin. O Türkiye Cumhuriyeti ve askerinin de düşmanı için, özel kuvvetlerin ellerinden kaçmak isterken, uçaktan aşağıya düşüverse diye ; öfke ve rahatlama ile karışık bir hisse kapıldığımı bile çok net hatırlıyorum.

Bazı şartların sağlanması halinde 2035 de serbest kalabilme ihtimalinin olması, idama mahkum edilmesi gerekirken bizim ekmeğimizi suyumuzu içmesi ve her türlü sağlık hizmetlerini en şekilde alması beni de tüm şehit aileleri gibi rahatsız ediyor açıkçası. İdama karşıyım ; gerçekten suçlu olmayan birinin yanlışlıkla ya da kasti olarak öldürülmesi ihtimali korkunç tabi ancak bunun gibi elleri değil bütün gövdeleri kana bulanmışların, çocuklara kıyıp tecavüzlerinin kesinleşmesi , vatana ihanet gibi suçların da idamla sonuçlanmasını ve caydırıcı bir durum sunulmasını da istiyorum , bir vatansever ve çocuk koruyucusu olarak.

Yazık ki; 28 Nisan 1999'da, Türk Ceza Kanunu'nun 125. maddesine göre vatana ihanet suçu gereğince ve tabi "Silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek" suçuyla da 29 Haziran 1999'da idama mahkûm edilmesine rağmen Avrupa Birliği'ne uyum yasalarına uyum sağlayıp bebek katilinin cezası ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilmişti.

Yazının Devamı

Narduganımız (yeni yılımız) kutlu olsun

Nardugan veya Nartugan kelimesi, aslında Moğol dilinde 'GÜNEŞ' anlamına gelen "Nar" ile 'DOĞAN' anlamına gelen "Tuqan" sözcüğünün bir araya gelmesinden oluşmuş bir kelimedir. Kullanıldığı anlam ise tam olarak "YENİ DOĞAN GÜNEŞ YA DA YENİ DOĞAN GÜN" manalarına gelir.

İlk kutlayanlardan birisi de biz Türklerdir. Türkler öteden beri her yıl 22 Aralık'tan sonra gelen ilk dolunayda kutlar. 21 Aralık günü en uzun gecedir; artık günler uzar, geceler kısalır ve Türkler bunu bir yıl dönümü olarak nitelendirir ve NARDUGAN olarak kutlar.

Dünyaca ünlü Sümerolog, kıymetli büyüğümüz ve yakın zamanda kaybettiğimiz hocamız Muazzez İlmiye Çığ, Noel'de ve pek çok ülkede yılbaşında çam ağacı süsleme geleneğinin aslında biz Türklere ait bir gelenek olduğunu belirtti, Orta Asya Türklerinin bugünü, bu kutlamayı Nardugan olarak isimlendirdiğini de ekledi.

Yazının Devamı

Kızılca günümüz kutlu olsun

27 Aralık’ta Ankara’ya daha büyük ve parlak bir güneş doğdu. Sabah erken saatlerinde başlayan davullarla zurnalarla, yalnız Ankara halkı, değil tüm yurttan o güneşin doğuşunu karşılamaya gelenler oldu. Coşkulu Seymen Alayını, Ankara’da bulunan dervişler ile civar köylerden gelen Bektaşiler takip ederken esnaf ve öğrenciler de hep birlikte heyecanla o güneşi bekliyordu.

Kızılca günde yani Türk törelerinde devletin buhran yaşadığı dönemlerde devleti ve milleti bu buhrandan çıkaracak lider seçiminin yapılacağı günde, Mustafa Kemal Paşa'nın Milli Mücadele'yi yöneteceği Ankara’ya geldiği günde bir Kızılca gündür….

Türk geleneklerinde Seymen alayı yeni devleti kurar, yeni reisi seçerdi. Eski Türk töresinde var olan “Seymen Düzülme”, Ankara civarı köylerindeki Oğuz boyları tarafından korunmuştur.

Yazının Devamı

Suriye Esad'tan kurtuldu!

Suriye'de kan ve gözyaşının hakim olduğu 13 yıl devam eden iç savaşın ardından yeni bir döneme giriliyor. Uzun zamandır gündemi oluşturan muhalif grupların işgalleri son halini almaya başladı. Humus’un ardından Şam'a da girildi.

Beşer Esad ise Şam'dan ayrılmış görünüyor ama nerede olduğu hakkında bilgi paylaşılmıyor. Suriye Ordu Komutanlığının, Esat rejiminin düştüğünü subaylarına iletmesinin ardından, Suriye Başbakanı Muhammed Gazi el Celale, sanki başka bir seçeneği varmış gibi “Evimdeyim hükümeti devirme konusunda destek vereceğim, devlet kurumlarının korunması çağrısı yapıyorum, halkın seçeceği herhangi bir yönetimle iş birliğine hazırım.” dedi.

Şam'a gelen Suriyeli muhalifler, Esad rejimini devirdiklerini ve artık Şam'ı Esad’tan kurtardıklarını duyurdu. Yurt dışındaki Suriyelilere seslenen muhalifler, Özgür Suriye'ye geri dönmeleri çağrısında bulundu. Muhalifler, Suriyelilere işkence ve ağır muamelelerde bulunulduğu bilinen mahkumları serbest bıraktıktan sonra tüm mahkumları da serbest bırakılacaklarını duyurdu. Suriye’de süregelen onlarca yıllık zulüm ve baskının kırılmasının ardından Suriye için yeni bir döneme geçildi....

Yazının Devamı

Şiddet ve Şiddetle Mücadele Çalıştayı

Geçen hafta 16-17 Kasım tarihlerinde çok kıymetli isimlerin olduğu şiddetin önlenmesi için neler yapılabilir diye kafa yoranların, bir araya gelen koca yüreklerin emeğiyle bir çalıştay yaptık.

Çalıştay İYİ Parti Kadın, Aile ve sosyal Hizmetler Başkanı Kevser Ofluoğlu'nun önderliğinde, çok kıymetli bilim insanları, avukatları, sosyal hizmet uzmanları, sosyologlar, psikologlar ve sivil toplum kuruluşlarından oluşan isimlerden oluştu. Yoğun bir emeğe ve özveriye dönüşmesi çok anlamlıydı.

Çalıştayın düzenleme kurulunda, Kadın Aile ve Sosyal Hizmetler Başkanı Kevser Ofluoğlu, Fehmi Bulut, Derya Doğan, Mahmut Gürçağlar, Ayşe Odabaşı, Ferda Cantürk, Burcu Kıymaz, Esin Çağlayanlar, Derya Topal, Fehmi Kılıç, Mehmet Bağçecik, Muazzez Öztürk, Nuran Gürçağlar, Sıla Öztürk, Osman Yalçın, Begüm Durutürk Erol, Şeyda Nur Ergün, Aslı Dallı, Pınar İzgü…

Yazının Devamı

Dünyada ve Türkiye'de Atatürk

Güzel ülkemizi düşman işgalinden kurtarmış Mustafa Kemal Atatürk, yalnız ülkemiz ve Türk toplumu için değil, o bitmez tükenmez mücadeleci ruhunu, dünyanın her yerinde ve her millete göstermiş ve olağanüstü bir lider olarak kabul görmüştür. En büyük ve önemli eseri; Cumhuriyet’in ilanından sonra ülkeyi uygar medeniyetler seviyesine yükseltmekle kalmayıp, ülkesi için öngördüğü tüm tehlike unsurları hakkında halkının geleceği için tedbirler almış sayısız başarıya imza atmıştır. O üstün öngörüsünün ne kadar doğru olduğunu ise ancak onlarca sene sonra yaşadıkça gördüğümüz Atatürk’ün ileri görüşlü, her alanda başarılı ve üstün zekâsı ile dünyaca tanınan, takdir edilen belki kıskanılan belki örnek alınan bir lider konumda olduğunu görmek bir Atatürk çocuğu olarak gurur verici öyle değil mi?

Arjantinli Che’ye, Çinli Mao’ya, Hintli Gandi’ye, Kübalı Castro’ya ışık tutmuş, onlara da halkları için verdikleri mücadelede rehber olmuş bir liderin evladı olmanın gururu hiçbir şeyle ölçülemez.

Atatürk’ü anlatmaya çalışmak günlerce aylarca sürer, yaptığı imza attığı başarılara göz atalım demek daha doğru olur. Onun o bitmek tükenmek bilmeyen enerjisine, vatan aşkına, çalışmasına ve ruhuna sahip olabilmek için onu tanımanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Yazının Devamı

Biraz mola

Sevgili okurlarım, İstanbul Üniversitesi Sosyal Sosyal Hizmetler Bölümü öğrencisi olduğum için ve bir partinin de çok sayıda profesörüyle beraber aile içi şiddetin çocukların esirgenmesi ve kadın statüsü gibi bazı konularda da bir çalışta hazırlığında olduğumuz için Kasım 18'e kadar yazılarıma ara verip sizlerden müsaadeistiyorum. Kasım 18'den sonra görüşmek görüşmek üzere hoşça kalın.

Yazının Devamı

İtibardan tasarruf olmazmış-mışş

Sayıştay raporları Cumhurbaşkanlığı harcamalarını ortaya koyuyor.

Başlangıçta Türkiye Cumhuriyeti başbakanları için yeni bir merkez olarak tasarlanan ve inşasına 2013 yılında başlanan yapı 2014 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Cumhurbaşkanlığına tahsis edilmişti. Bu yapı artık Cumhurbaşkanlığı Külliyesi olarak anılıyor. Külliye içerisinde 15 Temmuz Şehitler Abidesi, Beştepe Millet Camii, Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi ve Cumhurbaşkanlığı Konutu bulunuyor ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesiyle beraber yürütme organının merkezi olarak işlev görüyor.

Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin mali hesaplarını denetlemek ile görevli Sayıştay, denetlemekle yükümlü olduğu kurumların mali faaliyet, karar ve işlemlerini kurumların hesap verme sorumlulukları çerçevesinde denetliyor, sonuçlarını başta TBMM olmak üzere kamuoyu ile paylaşıyor. Sayıştay'ın merkezi yönetim bütçesi kapsamına giren kamu idarelerine dair hazırladığı denetim raporlarına internet adresi üzerinden 2013 yılına dek ulaşmak mümkün.

Yazının Devamı

Sağlık Bakanlığında ödüllü genel müdür gitti, genel müdür geldi bile

Kısa bir süre önce Güngören Belediyesi, bir vatandaşı kendi makamında darp ettiği gerekçesiyle Başkan Yardımcısı Rıza Uçan'ın görevden alındığını belirtmişti. Peki, bu başkan yardımcısının cezası ne olmuştu dersiniz? Çok acımasızca ama Sağlık Bakanlığı Genel Müdürlüğüne getirilmişti. Ya işte biz de yönetim böyle acımasız, sen misin vatandaşı tartaklayan al sana terfi!

AKP’li Güngören Belediyesindeki olay dikkat çekmiş, tepki almıştı ama görevden alınınca sesler kesilmişti. Eee biraz içimizden “ohh olsun işte öyle olur” deriz ya! Mazlumun yanında olur vicdanımız. Ama görünen odur, pek çok zaman. Milletin gazını alırlar, onlar yine bildiklerini okurlar.

Biz evlerimizde birkaç haber izleyip bazen dertlenip ya da nadiren de olsa keyiflendiğimiz bu tür hak yerini buldu dediğimiz durumlarda da alttan alttan işler yürüyormuş meğer. Beyefendi bir vatandaşı makamında darp etti diye ödüllendirilmiş, "orası yetmez gel burada görev yap" diye Sağlık Bakanlığı Genel Müdürlüğüne getirilmişti… Haa işte tam da bu sıralarda hani Eski Sağlık Bakanı da zehir zemberek açıklamalarla istifa etmişti ya! Yok efendim "şu kadar zararla iş yapılacaktı da ben şu kadar daha az zararla iş yaptırdım" deyip, o zaman da önlemek yerine işine geldiği zamana kadar işlerini yürütmüş, görevden alınınca da özrü kabahatinden büyük laflar etmiş ve istifa gibi görünen görevden alınma gerçekleşmişti!

Yazının Devamı

Ülkemizdeki son durumun kısa analizi...

Son yıllarda ama özellikte 2023'te hiç düşünmediğimiz, beklemediğimiz pek çok badire yaşadık.

Hepimizin derinden etkilendiği 10 kadar ilimizi yerle bir eden, kurtarma çalışmalarından daha çok kurtarmama, hızlı ve etkin çözüm üretememe gibi pek çok şekliyle, her ne kadar 50 binlerde denilse de gerçeğin en az on katı olduğunu hesaplayabildiğimiz can kaybımızla yaşadığımız o kahrolası 6 Şubat depremiydi. O depremde dostun beceriksizlik ya da art niyet göstererek müdahalenin geç başlamasına ya da yetersiz yardım ve ihtiyaç sıralamasına bile dikkat edilmeden yapıldığına, dost görmediklerimizin ise her ülkeden insanların gelip canla başla göz yaşlarıyla, bizden biri olduklarına tanıklık ettik. Böyle büyük bir felaket mi yaşamak lazımdı bu dostluğu bu kardeşliği, neden hep insanca insancıl yaşamıyoruz diye sorduk kendimize ve duygulandık.

Kazandıklarıyla yetinmeyen ve asla doymayan, Mehmet Akif Ersoy’un da dile getirdiği gibi tek dişi kalmış canavarlar, her yerde savaş ve kan için son hızla çalışmaya devam ediyor. Öylesine bir aç gözlülük ki, ne kadın, çocuk, yaşlı, ne kutsal mabet, çevre, ne doğa hiçbir şey umurunda değil. Tek derdi tek başına az nüfusa çekmeye çalıştığı dünyayı, istediği düzende yönetmeye devam etmek. Savaşı kim başlatırsa başlatsın, hangi bahaneyi öne sürerse sürsün iki yüzlü ve riyakâr batı da savaş kan ve gözyaşı sevdalısı çıktılar. İnsanlığını yitirmemiş İspanya, İrlanda, Belçika, Türkiye gibi ülkelerde var elbette ama bir elin parmakları kadar bile değiller.

Yazının Devamı

Ne kadar hazırız olası savaşa?

İsrail’den Hizbullah’a yapılan dijital saldırıdan sonra herkeste biraz “acaba" gibi soru işaretleri çıkmaya başladı. Buradan şu anlaşılmalıdır ki; tüm devletlerin istihbarat örgütlerinin artık sadece silahla değil dijital anlamla da yeterince dikkatli ve tedbirli olmalarında fayda olacaktır. Bugün halihazırda erişimin olabileceği her yerde her çeşit saldırı olabilme ihtimalini en açık şekliyle göstermiş oldu. Her ne kadar bu MOSSAD anlatan aksiyon filmlerinden tanıdık olsa da bir gerçek var ki bunu yapabilecek güçte ve hainlikte olduğunu gözler önüne sermiş oldu. Bizim de ortalık bu kadar kızışmış durumda iken, her ne kadar her yerde barış elçisi modunda daha fazla sahnede yer alsak da tedbiri elden bırakmamamız gerektiği kanaatindeyim.

Biz Türkler hiçbir savaşta sivil avcısı olmamakla beraber buradaki durumun sivillere yönelik bir saldırı olması ve bunun hiç insani olmaması bizi şaşırtmıyor. Hizbullah’ın da çok insanı olmadığını bilmek ve tanık olmakla beraber olanlar yine de yaşananların daha çok sivilleri vurduğunu görmek can sıkıcı sebep. Bunun dünyanın neresinde olduğunun bir farkı olmadan sivillerin ölümüne de neden olmak bir savaş suçudur ve artık dünyanın birçok ülkesinin bu durum umurunda bile değil. Gerçi Lübnan hükümeti, saldırıya ilişkin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) şikayette bulunmak için hazırlıkların başlatıldığını açıkladı ama bu istisnalar kaideyi bozmak niteliğinde görünüyor.

Rusya-Ukrayna Savaşı’nda sıklıkla kullanıldığına tanık olduğumuz dronelar ya da yeni yaşanan bu akıllı telefon, telsiz patlamaları savaşın renginin ve tarzının artık teknolojinin savaşlarına dönüştüğünün ve savaşın doğasını etik anlayışını değiştirdiğini gösteriyor.

Yazının Devamı

Narin Narin çocuklarımıza narin davranılmıyor!

Bütün bir köyün, bütün bir ailenin vahşice gerçekleştirilen cinayete ortak olduğu bir durum var. Şimdi herkes katil değildir canım diyeceksiniz de! Peki, bir yavrunun öldürülmesine sebep olmak, bu vahşete engel olmamak hadi görmedin, engel olamadın, buna sessiz kalman da cinayete ortak olmak değil midir sizce?

Dilsiz şeytanlar değiller mi bu sus pus ortalıkta utanmadan gezenler? Bizleri bu canilerden farklı kılan, bizim bu canilere engel olacak, kınayacak ve cezalandıracak bir tarafımız olmayacaksa insan mıyız biz? Bir suça ortak olmak değil midir bu? Üstelik sadece cinayet değil TC'ye aykırı şekilde 2. 3. eşler çıkıyor ortaya. Bakıyorsunuz ki sanki gayet normal bir durum gibi adamın 2. eşinden gayet geniş geniş bahsediliyor. Tek bir eş vardır o da resmi nikahlı eştir. Diğerleri eş değil onun adı metrestir. "Çocuğun rızası var, bir kereden bir şey olmaz" cümlelerinden de bu 2. eş muhabbetlerinden de bıktık usandık. Burası Türkiye Cumhuriyeti ve kanunlarına uyulur.

Peki, bitiyor mu bu rezil durumlar? Narinler bitmiyor, ülkenin her yerinde aile içinden ya da dışından cinsel istismar da cinayet de dinsel sömürü de bitmiyor.

Yazının Devamı

Kaybettiğimiz değerler giderek artıyor!

Bugün geleceğimiz olan ama ortadan yok olan kayıp çocuklarımız hakkında bazı istatiksel bilgiler paylaşacağım. Konunun can sıkıcı olması bu konuya arkanızı dönme hakkını vermez hiçbirimize, o yüzden pazar pazar canımı sıkmayım diye kenara çekilmek yerine okuyup bu konu hakkında neler yapılabilir diye kafa yormak, gördüğünüz her hangi bir çocukla ilgili daha duyarlı olmak ve tehlike arz eden bir durum sezdiğinizde daha hassas olmanızın daha insancıl bir davranış sergilediğinizi gösterir.

Aksaray, Ardahan, Bartın, Bayburt ve Kars illerinde 2006-2010 tarihleri arasında hiç çocuk kayıp vakası bulunmadığı için diğer iller üzerinde yapılan bazı istatiksel bilgilere değineceğim. Bu iller dışındaki toplam 76 ilde yaşayan ve 2006- 2010 tarihleri arasında ailesi ya da yaşadığı Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumunda yaşayan çocukların kayıp vakaları incelendiğinde Emniyet Genel Müdürlüğü alanlarının yetkili olduğu alanlarda 18 yaş altı yani çocuk saydığımız toplam 29.383 çocuğa ait bir kohorttan (büyük bir insan grubunu takip eden titiz çalışma) sonucunda bulunan çocuklarımız olmuş ancak “hâlen aranan” diye adlandırılan (vaka) toplam 1.469 çocuk bulunamamıştır.

Edindiğim verilerden ilginç olanı bu çalışmalar yürütülürken bu çocukların bir kısmının ailesinin adreste bulunamamasıdır. Daha da ilginç ve şüpheli durumun ise bu ailelerin ve çocukların çalışmaya katılmayı reddediyor olmasıdır. Öğrenilmesi istenmeyen durum ne ise çocuğun veri vermekten sakınması bu konunun üzerine daha sıkı ve yoğun gidilmesi gerektiğini göstermektedir.

Yazının Devamı

Biz neyi kaybettik?

Dünyada ve ülkemizdeki Kayıp Çocuk Sorunu, yüreğinde birazcık sevgi ve merhamet kırıntısı olan her bireyi endişeye ve üzüntüye boğarken; insani değerlerini kaybetmiş olanlar kaybolan ve öldürülen Narin için utanmadan “duymaması gereken bir şeyler duymuştur” yani kısaca ölmeyi hak etmiştir gibi bir açıklama yapabiliyor…

Ülkenin kimlerin elinde olduğu acı gerçeğini görebiliyor musunuz? Topluca tecavüze uğrayan, yatılı erkek öğrencilerimizin başına gelen vahşet içinde, dönemin anne olmaktan hatta insan olmaktan çok uzakta olan bir bakanı “bir kereden bir şey olmaz” başka bir utanmaz “çocuğun rızası var” diyecek kadar rezil açıklamalarda bulunmuşlardı. Yani diyeceğim o ki; hani önceki yazımda “geleceğimiz olan çocukları korumak anne babanın, öğretmenin, bütün toplumun ama öncelikle devletin güvencesi ve sorumluluğu altındadır” özetindeki açıklamalarda bulunmuştum ya …Haaahh işte devletten kastım bu rezil düşünceye sahip olanların yönettiği bir ülke yönetimi değil.

Bizler çocuklarımızı sokaklarda rahatça oynatabilen, okula, parka giderken geri döneceğinden emin olduğumuz bir ülkeyi çocukların başına gelen korkunç olayları olağan karşılayanları başımıza getirirken kaybettik.

Yazının Devamı