“Seni başkan yaptırmayacağız”dan bugüne, hafıza krizi

İnanç Uysal

İnanç Uysal

Tüm Yazıları

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yeni yasama yılı açılışı, sadece Erdoğan’ın konuşması ya da CHP’nin salonu boykot etmesiyle değil, verilen semboller ve hatırlatılmayan figürlerle de kayda geçti. CHP’nin yokluğunda DEM Partisi sıraları doluydu; milletvekilleri Erdoğan’ı ayakta karşıladı, tokalaştı, gülümseyen fotoğraflar servis edildi. İlk bakışta bu, olağan bir parlamenter görüntüydü. Ama siyasette fotoğrafların anlamı içeriklerinden büyüktür. Ve bu fotoğraf, ister istemez şu soruyu gündeme taşıdı: Demirtaş unutuldu mu?

Bu sorunun cevabı, “Demirtaş’ın şahsı unutuldu mu?” değil, “Demirtaş’ın temsil ettiği siyasi hat, özellikle de ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ retoriği, bugün hâlâ hatırlanıyor mu?” şeklinde sorulmalı. Çünkü Türkiye siyasetinde 2015 yazının o kısa ama sarsıcı cümlesi, yalnızca bir seçim sloganı değildi; bir dönemin muhalefet ruhunu özetleyen en net ifadeydi.

2015’İN RETORİĞİ: BİR CÜMLENİN YÜKÜ

Selahattin Demirtaş, 7 Haziran 2015 seçimlerine giden süreçteSeni başkan yaptırmayacağız” dediğinde, aslında sadece Erdoğan’a meydan okumuyordu. Aynı zamanda Türkiye’de muhalefetin dağınık enerjisini toplayan, merkez sol ve Kürt siyaseti arasında köprü kuran, demokrasi arayışını somutlaştıran bir söylem ortaya koyuyordu.

O dönem Demirtaş’ın bu çıkışı, HDP’nin yüzde 13’ü aşan oy oranıyla parlamentoya girmesinin sembolü oldu. Erdoğan’ın başkanlık hayalleri, o retorikle birlikte ciddi bir darbe yedi. Muhalefet açısından bu, “daha fazla demokrasi mümkün” duygusunun en güçlü ifadesiydi.

Bugün geriye dönüp baktığımızda, Demirtaş’ın kişiliğinden bağımsız olarak bu retoriğin kendisi, muhalefetin siyasi sermayesidir. “Seni başkan yaptırmayacağız” cümlesi, muhalefetin kolektif hafızasında yer etmiş bir mottodur. Soru şudur:

DEM Partisi bu sermayeyi hâlâ taşıyor mu? Yoksa Erdoğan’la tokalaşırken o hafıza da geride mi kalıyor?

Yeni yasama yılı açılışında CHP salonu boykot ederek sembolik bir mesaj verdi; “Erdoğan’ın konuşmasını meşrulaştırmıyoruz.” DEM Partisi ise tam tersine salondaydı. Bu tercihin arkasında “siyaseti sürdürme, temas kanallarını açık tutma” mantığı olabilir. Ancak siyaset yalnızca temas değildir; aynı zamanda temsil, hafıza ve duruş işidir.

Erdoğan’la tokalaşan DEM milletvekillerinin görüntüsü, ister istemez 2015’teki o sert meydan okumayla yan yana konuldu. Aradaki fark çarpıcıydı: Bir zamanlar Erdoğan’ın başkanlık yolunu kesmeyi kendisine görev sayan siyasal çizgi, bugün Erdoğan’la tokalaşmayı “siyasetin gereği” diye açıklıyor. Bu durum, DEM’in kendi tabanında da güven sorunu yaratıyor. Çünkü taban, Demirtaş’ın retoriğini hâlâ hatırlıyor.

DEM’in Meclis açılışındaki tavrı, çözüm komisyonundaki sessizlikle birleşince daha da sorunlu bir resim ortaya çıkıyor. Komisyon toplantılarında bazı STK temsilcileri, Kürtler için ilk beklentinin Demirtaş’ın serbest bırakılması olduğunu dile getirdi. Bu, doğru ve güçlü bir tespitti. Ancak DEM milletvekillerinden bu sözleri sürekli gündemde tutacak, “Demirtaş’sız çözüm olmaz” diyecek bir irade çıkmadı.

Komisyonun adı çözüm olabilir ama yöntemi suskunluk üzerine kurulursa, çözüm değil kriz üretir. Çünkü siyasetin hafızası yoksa, çözüm de inandırıcılığını kaybeder. Demirtaş’ın adı anılmadan bir komisyonun güven tesis etmesi mümkün değildir. Aksi hâlde komisyon, 2010’ların başındaki çözüm sürecine benzer şekilde, en kritik aktörleri dışarıda bırakan bir masa görüntüsüne dönüşür.

STRATEJİK SESSİZLİK Mİ, HAFIZA KAYBI MI?

DEM çevreleri bu eleştirileri “stratejik sessizlik” ile yanıtlıyor. İktidarla köprüleri atmamak için fazla sert çıkışlar yapılmıyor, Demirtaş’ın adı az anılıyor. Fakat bu çizginin bedeli ağır olabilir. Çünkü stratejik sessizlik ile hafıza kaybı arasındaki çizgi çok incedir.

2015’teki retoriği hatırlayanlar, bugünkü DEM’in fotoğrafını gördüğünde ister istemez şu soruyu soruyor: “O zaman başkan yaptırmayan bu siyaset, şimdi neden Erdoğan’la aynı kareye uyum sağlıyor?” Cevap verilmediği sürece, hafıza kaybı algısı güçlenir. Bu da DEM’in meşruiyetini içeriden zedeler.

CHP, açılışa katılmayarak protestosunu net koydu ama çözüm komisyonunda kalmayı da seçti. Bu ikili strateji, bir yandan iktidara karşı mesafe koyarken, diğer yandan sürecin dışında kalmamayı amaçlıyor. CHP için mesele, Demirtaş’ın retoriği değil, kendi kurumsal alanını korumak. Ancak bu da bir eksiklik: Çünkü muhalefet, Demirtaş’ın 2015’te açtığı retorik kanalı sahiplense, iktidara karşı daha güçlü bir blok oluşturabilirdi.

Bugün CHP, “demokrasi” söylemini dillendiriyor ama Demirtaş’ın temsil ettiği direniş dilini doğrudan sahiplenmiyor. Bu da muhalefetin ortak zeminini daraltıyor.

RETORİĞİN UNUTULMA TEHLİKESİ

Seni başkan yaptırmayacağız” cümlesi, sadece bir anlık çıkış değil, bir siyasal mirastır. Bu miras, Türkiye muhalefetinin en önemli sermayelerinden biridir. Fakat DEM bu mirası yeterince sahiplenmezse, hafıza boşluğu oluşur. Bu boşluğu da iktidar kendi normalleşme hamleleriyle doldurur.

Erdoğan, bugün muhalefeti tokalaşmaya, gülümsemeye ve “meşru muhatap” olmaya davet ediyor. Oysa 2015’teki retorik tam tersine, Erdoğan’ın projelerine engel olma üzerine kuruluydu. Eğer DEM bu farkı görmezden gelirse, sadece Demirtaş değil, o retoriğin yarattığı siyasal imkan da unutulmuş olur.

Demirtaş’ın şahsı unutulmuş değil belki; cezaevindeki varlığı, davaları, tahliye tartışmaları hâlâ gündemde. Ama “seni başkan yaptırmayacağız” retoriği unutuluyor. Asıl sorun bu. Çünkü bu retorik, muhalefetin kendisini Erdoğan’a karşı yeniden tanımladığı nadir anlardan biriydi. Bugün DEM o retoriği unuttukça, muhalefetin dili de kısalıyor.

Meclis’teki açılış fotoğrafları, çözüm komisyonundaki sessizlik ve DEM’in stratejik pragmatizmi, “hafıza kaybı”nın işaretleri. Bu hafıza kaybı, sadece DEM’in değil, Türkiye muhalefetinin ortak geleceğinin de zayıflaması demek.

Siyaset, sadece bugünün dengeleriyle değil, dünün retoriğiyle de yapılır. “Seni başkan yaptırmayacağız” cümlesini hatırlamadan bugün siyaset yapılırsa, yarının muhalefeti de daha başlamadan eksilmiş olur.