Üst düzey rahatsızlık
Son günlerde kamuoyunun gözü, çeşitli yurt dışı ziyaretlerinde, diplomatik hamlelerde, güvenlik gündemlerinde ve siyasal tartışmalarda. Büyük başlıklar, yüksek perdeden açıklamalar, haftalarca sürecek tartışmalar…
Tam bu karmaşanın içinde, kimse dikkat etmeyecek sanıldı: Ancak kamu bürokrasisinin tepesine, “üst düzey yöneticiler” adıyla tanımlanan kadrolara seyyanen 30 bin TL’ye kadar zam yapıldı. Bu düzenleme; öğretmeni, hemşireyi, polis memurunu, asgari ücretliyi, taşradaki memuru kapsamadı. Sadece yükselmiş, koltuğuna güvenmiş birkaç bin kişilik grup…
Belki de amaç buydu: “Ekonomi gündemde değil, biz gündemi başka yere çekiyoruz.” Belki de “zam değil, liyakat düzenlemesi” dediler. Kim bilir… Ama gerçek öyle değil: Bu, temelde bir ayrıcalık kararı idi — ve bu ayrıcalığı haklı göstermek için “gündem yoğunluğu”, “sistem tıkanıklığı”, “uzman eksikliği” gibi kılıflar kullanıldı.
İşte tam bu noktada, Ali Babacan’ın sözleri anlam kazanıyor. Babacan son açıklamasında, böyle bir düzenlemenin “kamunun geri kalanını unutturduğunu”, “dar gelirlilerin, emekçilerin, asgari ücretlilerin, asıl ihtiyaç sahibi kesimlerin hâlâ hayatta kalma savaşı verdiğini” vurguladı — ve hükümeti, önceliği yeniden düşünmeye çağırdı.
Bugün sokaktaki insan, cebindeki paraya bakıyor. Market fuarını değil; fatura, kira, çocuk maması derdini yaşıyor. Dış politika, büyük projeler, güvenlik hamleleri… her biri bir yerlerde görünüyor, konuşuluyor; ama evine ekmek götürmeye çalışan insan için hâlâ asıl mesele “gelecek ay ne yapacak?”
İşte bu yüzden — sanki halkın gündemi başka şeylerle meşgulmüş gibi davranıp, sadece üst düzeye maaş iyileştirmesi yapmak, siyasi olarak büyük hata. Basit bir zammın çok ötesinde: Bu, “kim için yönetiyorsunuz?” sorusunu yeniden gündeme getiriyor.
Ve şu açık: Bu karar, sokaktaki insanı değil; koltuğunda sağlam duran bürokratı düşündü. Bu karar, dar gelirlileri değil; yukarıdakileri korumayı hedefledi.
Eğer asıl derdiniz halksa — önce halkın cebine, ilk önce sokaktaki dar gelirlilere dokunmanız gerekirdi. Bugünkü tablo gösteriyor ki, bu hamle — ne ekonomik, ne ahlaki, ne de siyasi olarak iyi planlanmış
Bu noktada asıl sorun şurada toplanıyor: Halkın içinde bulunduğu gerçek durumun, iktidara doğru şekilde ulaşmıyor olması. Bunun en önemli sebeplerinden biri, etrafı çevreleyen yakın medya düzeni ve bazı bürokratik katmanların, ekonomik ve toplumsal gerçekliği olduğundan daha “iyi”, daha “idare edilir” ve daha “kontrol altında” göstermesi. Yukarıya çizilen tablo ile sokakta yaşanan gerçek hayat arasında ciddi bir mesafe oluşmuş durumda.
Market rafındaki fiyatla, resmi toplantı odasında anlatılan grafik aynı değil. Faturayla, sunum ekranındaki istatistik birbirini tutmuyor. Ama bu uyumsuzluk, görünmez kılındığında yanlış kararların alınması da kaçınılmaz hâle geliyor. İşte bu ayrıcalıklı zam kararı da, tam olarak bu kopukluğun sonucu gibi duruyor.
Daha da dikkat çekici olan ise şu: AKP’nin 23 yıllık iktidar pratiği, bugüne kadar “halkın içinde olma”, “yoksulun ve dar gelirlinin yanında durma”, “önce vatandaş” söylemi üzerine kuruluydu. Bu hamle ise, o geçmiş pratiğin tam tersi bir görüntü veriyor. Sanki artık kim ne hissediyor, kim ne yaşıyor, kim neye yetişemiyor çok da umursanmıyor gibi bir algı oluşuyor. Asıl tehlike tam da burada başlıyor.
Çünkü insanlar ekonomik sıkıntılarına çözüm beklerken, en üst katmanlara yapılan iyileştirmeler; “öncelik biz değiliz” duygusunu büyütüyor. Bu da sadece geçici bir rahatsızlık değil, uzun vadeli bir kırılma yaratma riski taşıyor.
Ve belki de en üzücü tarafı şu: Halkın gerçek gündeminin artık yeterince duyulmadığı, görülmediği ve dikkate alınmadığı düşüncesi, giderek daha geniş kitlelere yayılıyor. Bu algının oluşması bile tek başına büyük bir siyasi ve toplumsal sorundur.