Neden acaba? Siyasetin aynı dile düşmekteki ısrarı
Türkiye siyasetinde bazen öyle anlar yaşanır ki insan ister istemez durup sorar: “Neden acaba?”
Bir yandan Mansur Yavaş hakkında savcılığın konser davaları üzerinden soruşturma açılıyor; diğer yandan Kemal Kılıçdaroğlu ekranlara çıkıp hem CHP’nin “hesap vererek temizlenmesi gerektiğini” söylüyor hem de aynı konuşmada İmralı’ya gidecek bir heyette kendisinin yer alması gerektiğini ifade ediyor. Ucu farklı gibi görünen iki başlık, aslında aynı soruyu tetikliyor: Muhalefetin dili neden bu kadar kolay biçimde iktidarın çizdiği hatlara yaslanıyor?
Mansur Yavaş hakkındaki soruşturmanın zamanlaması dikkat çekici. Yerel seçim sonrası güven endekslerinde hâlâ en güçlü isimlerden biri. Ankara’da belediyecilik anlamında gündem yaratacak büyük bir kriz yaşamadan ilerleyen bir profil çiziyor. Tam da böyle bir dönemde, yıllardır konuşulan konser izinleri üzerinden savcılığın harekete geçmesi ister istemez şu soruyu doğuruyor: Neden acaba?
Gerçekten yeni bir delil mi ortaya çıktı, yoksa siyasetin ritmi bazı dosyaların raftan indirilmesini mi gerektirdi?
Yavaş’ın merkez sağ ve muhafazakâr seçmende de karşılık bulması birilerini rahatsız mı ediyor?
Yoksa muhalefet içi denklemler yeniden kurulurken, Ankara’nın bu “fazla sakin” başarısı bir şekilde törpülenmek mi isteniyor?
Bu sorular bizi ister istemez Kılıçdaroğlu’nun sözlerine götürüyor. Eski genel başkan, partisinin “temizlenmesi gerektiğini” söylüyor; bu zaten kendi başına tartışmalı bir iddia. Ancak aynı cümle içinde İmralı’ya gidecek heyette bulunma arzusunu da dile getirince, ortaya siyaseten tuhaf bir bileşim çıkıyor.
Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarında dikkat çeken başka bir boyut daha var: Anlatımın tonu, sanki bu ülkede aklanması ya da temizlenmesi gereken tek siyasi yapı CHP imiş gibi bir izlenim yaratıyor.
Oysa ben kimseye kefil olmam; kimse hakkında da elimde somut veri yoksa şüphe içeren ithamlar kullanmam. Üstelik bu ülkede şüpheyi bile çoktan aşmış, büyük iddiaların havada dolaştığı bir siyasi iklim varken, sadece CHP’yi hedef alan bir temizlik çağrısı ister istemez garip duruyor. Siyasi yelpazenin geri kalanının tertemiz olduğu varsayımıyla konuşmak, hem gerçeğe hem de siyasetin çok katmanlı doğasına aykırı. Kılıçdaroğlu’nun bu vurgu ısrarının nereye oturduğu, hangi bağlama hizmet ettiği ve neden sadece CHP’ye yöneldiği ise cevaplanması gereken ayrı bir soru olarak karşımızda duruyor.
Bu çerçeveden bakınca, Kılıçdaroğlu’nun hükümetle hemen her konuda benzeşen dil tercihi daha görünür hâle geliyor. CHP’nin hesap verebilirliği elbette kıymetlidir; ancak bu tür çıkışların sürekli olarak iktidarın uzun süredir kurduğu “CHP karanlık dosyalarla dolu” argümanını besler şekilde dışarıya verilmesi, bilinçli veya bilinçsiz biçimde aynı hikâyeye su taşımak anlamına geliyor.
Siyasal dilin merkezî bir güç tarafından belirlenmesi yeni değil. 2015’ten bu yana terör, çözüm süreci, belediyeler, parti içi hesaplaşma gibi başlıklar iktidarın çizdiği çerçevenin dışına pek çıkmadı. Muhalefetin önemli aktörleri bile çoğu zaman bu dili benimsemek zorunda kaldı – ya baskıdan ya stratejiden ya da alışkanlıktan. Ancak Kılıçdaroğlu’nun çıkışlarında bu durum artık neredeyse doğal bir refleks hâline gelmiş gibi duruyor.
Bu tercihin olası nedenlerine dair üç ihtimal öne çıkıyor:
Birincisi siyasal yalnızlaşma. Parti içindeki etkisi azaldıkça, dışarıdan görünürlük kazanmak için tartışmalı alanlara yönelme arzusu olabilir.
İkincisi kendi dönemini aklama çabası. “Bugünkü sorunlar benim dönemimden değil” demenin daha dolaylı bir yolu olarak bu söylem seçiliyor olabilir.
Üçüncüsü ise daha pragmatik: İktidar ile tamamen zıtlaşmayan bir siyasi yeniden konumlanma arayışı.
Hangisinin doğru olduğunu kesin olarak bilmek mümkün değil; ama net olan şu ki, bu söylem iktidarın yıllardır benimsediği hikâyeye fazlasıyla yakın duruyor.
Tüm bu tabloya bakınca Türkiye siyasetinin temel sorusu yine karşımıza çıkıyor: Muhalefet neden iktidarın diline bu kadar kolay teslim oluyor? Mansur Yavaş soruşturması, muhalefetin dışarıdan baskıyla şekillendirilmesine dair bir örnek sunarken; Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları muhalefetin içeriden nasıl aynı dili yeniden üretebildiğini gösteriyor.
Ve her iki örnek de aynı basit soruyu yeniden gündeme getiriyor:
Neden acaba?