Son derece şeffaf!

İnanç Uysal

İnanç Uysal

Tüm Yazıları

Meclis’te kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kendi içinden oluşturduğu heyetle İmralı’ya yaptığı ziyaret ile ilgili olarak daha ilk saatten itibaren yeni bir tartışmayı ateşledi. Tartışmanın odağı ziyaretin içeriği değil, ziyaretin en temel sorusuydu: Gerçekten gidildi mi?
Normalde bir devlet heyetinin bir yere gidip gitmediği sorusu, birkaç kelimelik bir açıklamayla netleşir. Fakat bu kez durum farklıydı. Açıklamalar birbiriyle yarıştı; ifadeler değişti; reddedişler doğrulamaya, doğrulamalar şüpheye dönüştü. Ve sonunda elimizde, ziyaretin kendisi kadar karmaşık bir tablo kaldı.

Sorular basitti, ama cevaplar inatla basit olmadı:
Gidildi mi? Ne kadar kalındı? Neden önce “gidilmedi” dendi? Hangi konular konuşuldu? Bu ziyaret tek seferlik miydi?

Bu basit soruların etrafında dönüp durmak, ister istemez ironik bir tablo yaratıyor. Çünkü bu ziyaret, büyük iddialarla kurulmuş bir komisyonun belki de ilk somut adımıydı. Ama o adımın atıldığı yerden çok, adımın atılıp atılmadığı tartışması öne çıktı.

Bu tartışmanın kilit ismi ise, komisyon üyelerinden Hüseyin Yayman oldu. İlk açıklamasında netti: “Gitmedim, kimin gittiğini de bilmiyorum.”
Bu açıklamayı duyanlar, “Demek ki gitmemişler.” diye düşündü elbette.

Ama birkaç saat sonra aynı isim, birden “Evet, gittik.” dedi.

Tabii bu noktada doğal olarak şu soru ortaya çıkıyor:
Bir insan aynı gün içinde hem gitmemiş hem gitmiş nasıl olabilir?
Tabii ki fizik kurallarında değil, fakat siyasetin kendine özgü esnekliği bu tür durumları rahatlıkla mümkün kılıyor.

Asıl mesele, bu çelişkinin neden ortaya çıktığı. Bir komisyon ziyaretini gizlemenin ne gereği olabilir? Yoksa mesele gizlemek değil, ziyaretin nasıl anlatılacağı konusunda henüz ortak bir dil oluşmamış olması mı?

Bu tablo bize ister istemez şunu düşündürüyor:
Komisyon üyeleri, sürecin şeffaflık boyutunda birbirine ne kadar güveniyor?
Henüz ilk adımda “Ben gitmedim” – “Gittik” çelişkisi yaşanıyorsa, ileride daha karmaşık konularda nasıl bir uyum sağlanacak

Bu soruların ortasında, bir başka soru daha beliriyor:
Madem bu ziyaret “barış” çerçevesinde değerlendiriliyor, barış dediğimiz şey cesaret ve tutarlılık gerektirmiyor mu?
Cesaretle ve tutarlılıkla yürütülen süreçlerde insanlar ne yaptıklarını, neden yaptıklarını ve nasıl yaptıklarını açıkça anlatırlar.
Oysa burada ortaya çıkan manzara, daha çok “temkinli belirsizlik” hali.
Sanki hem gidilmiş hem gidilmemiş gibi; hem paylaşılmak isteniyor hem çok da anlatılmak istenmiyor gibi.

Bu noktada ister istemez biraz alaycı bir ironi kendiliğinden beliriyor:
Hani barış cesaret işiydi? Hani şeffaflık olmadan toplumsal güven inşa edilemezdi?
Bu sorular, ziyaretin içeriğine değil, ziyaretin etrafındaki iletişime dair sorular. Ve sürecin en başında ortaya çıkan bu tutarsızlık, ister istemez bir sis perdesi hissi bırakıyor

Elbette şu da söylenebilir: Belki de bu ziyaretin politik hassasiyeti yüksek. Belki de detaylar paylaşılacak ama zamanı henüz gelmedi. Fakat kamuoyunun dikkatini çeken şey, detayların henüz paylaşılmaması değil, en basit bilginin bile önce reddedilip sonra kabul edilmesi.

İçeriği saklamak başka şeydir, olup bitenin olup bitmediğini saklamak bambaşka bir şey.

Toplumun zihninde oluşan karmaşa da tam buradan kaynaklanıyor.
Bir ziyaret yapılmışsa, bunun doğrulanması bir problem olmamalıydı.
Bir ziyaret yapılmamışsa, onun da açıklaması basit olurdu.
Ama hem gidilmemiş hem gidilmiş gibi davranıldığı hissi, sürecin kendisini tartışmalı hale getiriyor.

Buradan bakınca şu soru büyüyor:
Bu tutarsızlık, komisyonun kendi içinde yaşadığı bir mutabakat eksikliğinin sinyali olabilir mi?
Ziyaretin nasıl sunulacağı, hangi bilgilerin paylaşılacağı, kamuoyuna hangi tonla aktarılacağı konusunda ortak bir anlayış oluşmamış olabilir mi?
Eğer öyleyse, henüz ilk adımda yaşanan bu “mini karmaşa”, sürecin ilerleyen aşamalarında çok daha büyük meselelerin habercisi olabilir.

Elbette tüm bunlardan çıkacak nihai sonuç şu değil: “Ziyaret olmasın, süreç yürütülmesin.”
Ama şu olabilir:
Eğer bir şey yapılıyorsa, nasıl anlatıldığı en az ne yapıldığı kadar önemlidir.
Ve bir ziyaretin bile anlatılamadığı yerde, ileride daha zor adımların kamuoyunda destek bulması zorlaşır.

Sonuçta geriye şu tablo kalıyor:
İmralı’ya gidildi ama tam olarak nasıl, ne zaman ve kim tarafından?
Bu bilgiler var ama bir kısmı önce reddedilip sonra kabul edilerek dolaşıma sokuldu.
Ortada bir ziyaret var, ama ziyaretin kendisinden çok, ziyaretin gölgesi konuşuluyor.

Ve bizde şöyle bir izlenim bırakıyor:
Barış cesaret işiydi; tutarlılık işi de olmalıydı.
Fakat ilk adımda karşımıza çıkan şey, tutarlılıktan çok kararsızlık oldu.