Hepimizin bir birikim süreci olmuştur. Bazen bir kavanoz, bazen gerçek bir kumbara, bazen de bir halı altı... O para, her zaman biriktirenine güven verir. Kimi kötü günler için, kimi evlatları için, kimi de bir ev alabilmek için biriktirir. Toplum olarak en güzel yanlarımızdan biri, birikim yapmayı seviyor olmamız. Başkasına muhtaç olmamak için yapılan bu birikimler, insanı hayata karşı dik tutuyor.
Düğün kültürümüzün altyapısında da aslında bu var. Düğünü olan çifte, abartmamak kaydıyla maddi bir şeyler takmak da bir birikim örneği. Böyle zamanlarda aileler, çocukları için biriktirdikleri altınları yastık altından çıkarıp onlara destek olurlar. İşte bu biriktirme kültürü, küçük yaşlardan itibaren başlar. Kumbarasına her para attığında çocuk, sabretmeyi ve azimle biriktirip sonunda istediği oyuncak ya da başka bir eşyaya kavuşmak için çabalamayı öğrenir.
Gelin birlikte kumbaranın tarihçesine bir göz atalım. Paranın icadından hemen sonra, saklama ve paranın değerini anlama ihtiyacı doğunca insanoğlu da birikim yapmaya yönelmiş. Yapılan kazılarda, pişmiş topraktan yapılmış, Yunan ve Roma dönemine ait, içine para atılabilecek şekilde boşluk bulunan kaplara rastlanmış. İlginçtir ki, bu kapların içini boşaltmak için başka bir açıklığa ya da kilide rastlanmamış; insanlar onları kırarak açmak zorunda kalmışlar. Günümüzde hâlâ bazı kumbaraların bu şekilde yapılması, bu geleneğin göstergesi.