Nazife Mert

Nazife Mert

Hayatın kumbarası

Hepimizin bir birikim süreci olmuştur. Bazen bir kavanoz, bazen gerçek bir kumbara, bazen de bir halı altı... O para, her zaman biriktirenine güven verir. Kimi kötü günler için, kimi evlatları için, kimi de bir ev alabilmek için biriktirir. Toplum olarak en güzel yanlarımızdan biri, birikim yapmayı seviyor olmamız. Başkasına muhtaç olmamak için yapılan bu birikimler, insanı hayata karşı dik tutuyor.

Düğün kültürümüzün altyapısında da aslında bu var. Düğünü olan çifte, abartmamak kaydıyla maddi bir şeyler takmak da bir birikim örneği. Böyle zamanlarda aileler, çocukları için biriktirdikleri altınları yastık altından çıkarıp onlara destek olurlar. İşte bu biriktirme kültürü, küçük yaşlardan itibaren başlar. Kumbarasına her para attığında çocuk, sabretmeyi ve azimle biriktirip sonunda istediği oyuncak ya da başka bir eşyaya kavuşmak için çabalamayı öğrenir.

Gelin birlikte kumbaranın tarihçesine bir göz atalım. Paranın icadından hemen sonra, saklama ve paranın değerini anlama ihtiyacı doğunca insanoğlu da birikim yapmaya yönelmiş. Yapılan kazılarda, pişmiş topraktan yapılmış, Yunan ve Roma dönemine ait, içine para atılabilecek şekilde boşluk bulunan kaplara rastlanmış. İlginçtir ki, bu kapların içini boşaltmak için başka bir açıklığa ya da kilide rastlanmamış; insanlar onları kırarak açmak zorunda kalmışlar. Günümüzde hâlâ bazı kumbaraların bu şekilde yapılması, bu geleneğin göstergesi.

Yazının Devamı

İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı

Günümüz dünyasında en kolay harcanan şeylerin başında insan hayatı geliyor. İzmir’de yaşanan menfur saldırı sonucunda kaybettiğimiz polislerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum. Bu olay çok taze olduğu için gündemimizde. Ancak diğerlerini unuttuk mu? Asla!

Bu zamana kadar öfkeyle başlayan hangi işin sonucu güzellikle bitti? Hasta yakınlarının şuursuzca darp ettiği doktorlar… Not konusunda anlaşamayan veli-öğretmen ikileminde dayak yiyen öğretmenler… Gasp edilen taksi şoförleri… Bunlar sadece iş kollarında bilinen vakalar.

Ayrıldığı eşini öldürenler, yemeği beğenmediği için eşini komaya sokanlar, trafikte yol verme kavgasında kafaya sıkılan silahlar, uyuşturucu temini için komşusunu öldürenler… Nedir bu? Sinir krizi mi, müptezellik mi, hazmedememek mi?

Yazının Devamı

Sayfaların gücü, ekranların pratikliği

Kitap… En kıymetli dostlarımızdan birisi. Yüreğini açar bize, kalbimizden yakalar ve içine hapseder. Hiç üzmez bizi; bazen çantamızda alır yerini, bazen de bavulun bir kenarında yol arkadaşlığı yapar. Ama eninde sonunda kitaplığın en güzel rafında yerini alır.

Kitabın herkes için manası farklı. Kimi, kırıştırmadan çizmeden adeta kristal bir küre taşırcasına özenle kullanır; kimileri ise kelimelerin altını çizmeyi, küçük notlar yazmayı tercih eder. Herkesin bir okuma tarzı var. Bazıları okumayı boş zamanları değerlendirme olarak görür, bazıları ise okumak için zaman ayırır.

Okuyucularda da durum böyle: Aktif okuyanlar, ara sıra okuyanlar, kitap alma alışkanlığı olup hiç okumayanlar. Aslında biz, biriktirmeyi seviyoruz. Okuduklarımızdan çıkardığımız dersleri, sırf almış olmak için satın aldığımız, paylaşmadığımız, kutularda sakladığımız kitapları biriktirmeyi seviyoruz. Bir kesim var ki, kitaplarını kıyamadığı için kimseye vermek istemez.

Yazının Devamı

İş dünyasında kadın olmak

Toplumun kadını ikinci planda gördüğü zorlu parkurda, çalışan, sınırları sonuna kadar zorlayıp "ben de varım" diyen çalışkan arılarımız: Kadınlarımız.

İş dünyasında kadın olmak zor bir mücadele. Kadın olmak, sadece iş dünyasında var olma savaşı değil; aynı zamanda cesaretin, inancın ve hatta bir bayrak yarışının bitiş çizgisine taşınma azmi. Bir yanda kadının kendine koyduğu hedefler, öte yanda karşılaşacağı güçlükler var. Hep bir aşağılama söz konusu. "Kadın gibi gülme, kadın gibi ağlama" diye, sanki kötü bir imaja sahipmişçesine etiketlenme. Oysaki erkeklik olgusu hep yüce. "Erkek gibi dur", "erkek sözü gibi" gibi sıfatlar ne kadar olağanüstü bir halde kullanılıyor.

Neden yaftalıyorsunuz, zayıf görüyorsunuz, ötekileştiriyorsunuz. Sizi doğuran anneniz değil mi? Hanımlarınız evinizin direği değil mi? At gözlükleriyle bakmayı bırakın bir kenara. Artık sanayide, otomotiv sektöründe, okulda, her alanda yan yanayız. Eskiden tarla tapan işlerinde, düven süren, kocasıyla ormanda çalışan ve hatta çocuğunu oralarda doğuran kadınlarımızın, erkeklerinin yanında yer aldığı anlatılmaz mı?

Yazının Devamı

Hayatın sessiz duaları: Rutinlerimiz

Ömrümüz, küçük tekrarlardan ibaret esasında. Tekrar ettiklerimiz ve alışkanlıklarımızın tamamı da, rutinlerimizi oluşturuyor. Yatağın hep aynı tarafından kalkmak, masada aynı sandalyeye oturmak, aynı saatte uyanmak… Bunlar, vazgeçilmez alışkanlıklarımız arasında. Aynı pencereden dışarıyı izlemek, alışkın olduğumuz kokuyu sürmek, ayağımızın alıştığı mağazalardan alışveriş etmek ne kadar da huzurlu hissettiriyor. Bu davranışlar, hayatın içindeki görünmez sabitlerimiz gibi. Bu alışkanlıklarımızın temelinde huzur ve güven duygusu yatıyor.

Yıllarca aynı mahallede oturmak, o semti eskiden beri tanıyor olmak, esnaflarıyla tanışıyor olmak… Size de bir güven vermez miydi? İnsan, tanıdığı sokaklarda yürürken hem geçmişiyle hem de kendisiyle buluşur aslında.

Sözünü ettiğim, katılaşmış ve asla değişmeyen tekrarlarımız değil. Bu tarz sert yaklaşımlar, yaşam enerjimizi düşürür. Bu yüzden denge her zaman şart. Her alışkanlığın ve duygunun, fazlası da eksiği de ruhumuza iyi gelmez. Küçük kırıntılar, yaşam melodimizi hareketlendirir.

Yazının Devamı

Yeni eğitim öğretim yılına doğru

2025-2026 eğitim-öğretim yılı birinci dönemi 8 Eylül'de başlayacak. Birinci sınıf öğrencileri ise uyum eğitimi kapsamında 1-5 Eylül tarihleri arasında okullarda olacaklar.

Okula ilk başlangıç süreci; hem çocuklar, hem ebeveynler hem de öğretmenler için oldukça heyecanlı. Çocuklarımıza bu meşakkatli yolda başarılar diliyorum.

Sokaklarda rengârenk bir hareketlilik var: marketler, kırtasiyeler, pazarlar… Bu arada, küçük büyük birçok marketin kırtasiyeciliği bitirdiğini de söylemeden geçemeyeceğim. Her bütçeye uygun okul malzemesi mevcut.

Yazının Devamı

Korkuyorum çünkü insanım

Görünen ya da görünmeyen ama varlığını tüm hücrelerimizde hissettiren, adını koyamadığımız, bazen de küçümsediğimiz korkularımız: “Fobilerimiz.” Çocukluğumuzda yaşadığımız bir anı ya da atlattığımız bir kaza sonucu ruhumuzda açılan boşlukları dolduran ve içselleştirdiğimiz korkular; fobilerimiz.

Yıllar geçer ama içimizdeki bu acılar hep çocuk kalır. Her karşılaştığımızda aynı panikle etkisini hissettirir. İnanın, şiddeti hiç değişmez. Bu anı tekrar yaşamamak için uzak durmaya çalışırız. İnsanların bakışları çoğu kez bizi utandırır. Karanlık, yükseklik, hayvan korkusu, böcek korkusu… Sanki karşı koyamadığımız bir güç bizi bir köşeye sıkıştırır, nefesimiz daralır.

Bu büyük, tarifi zor duyguyu dışa vurmaktan çekiniriz. “Bir böcekten mi korkuyorsun?”, “O hayvan sana bir şey yapmaz.”, “Bundan da mı korkuyorsun?” gibi sözde telkinler daha da tetikleyici olur.

Yazının Devamı

Beğeni uğruna kaybolan benliğimiz

Başkalarının beğenisi olmadan, kendi mutluluğumuzun ve geçirdiğimiz güzel zamanların bize ait olduğuna inanmayız. Hep bir onaylanma, takdir edilme, beğenilme duygusu içerisindeyiz. Peki bunun nedenini hiç düşündünüz mü?

İnsan, kabul görmek ister. İlkel dönemlerden bu yana, topluluk dışında kalmak ile hayatta kalmak olgusu birbirine paralel ilerlemiştir hep. Bugünle kıyasladığımızda ise, o zamanın "topluluktan dışlanma korkusu", şimdinin "takip edilmeme korkusuna" dönüşmüş durumda. Bu duygu bizde çocukluktan beri var: “Öğretmenim beni sevsin, arkadaşım beni beğensin, ailem ve toplum beni fark etsin, iş yerinde takdir toplayayım...”

Ön plana çıkma arzusu, çok insani bir duygu. Ancak her şeyin fazlası zarar olduğu gibi, bu duygunun fazlası da gereksiz bir egoya dönüşebiliyor. Çeşitli filtrelerle çekilen fotoğraflar bu duruma güzel bir örnek. Güzel ve özel yanlarımız bizde kalmalı. Nazara inanır mısınız bilmem ama inanmalısınız; çünkü bu, artık bilimsel olarak da kanıtlandı. Oradaki haset bir bakış, bir imrenme, sizde olumsuz sonuçlara yol açabilir.

Yazının Devamı

Çöpe attığımız gelecek

Geri dönüşüm, eski ve kullanılmış malzemelerden yeni ürünler elde etme, artık kullanılamayacak ürünlerin ise usulüne uygun şekilde toplanması süreci. Yaşadığımız dünya üzerinde olumlu bir etki yaratmanın da en etkili yollarından biri.

2018’den bu yana atıkların kazanılması uygulaması daha ön planda tutulsa da, gerekli hız ve önemde ilerlememekte maalesef. Geri dönüşüm, enerji tasarrufuyla bütçemize ekonomik katkı sağlarken, hem çevreye bırakılan atık miktarı azalır, hem de doğal kaynaklarımızın korunmasına da yardımcı olur.

Cam atıkların toprağa karışma süreci yaklaşık dört bin yıl sürüyor. Cam atıkların neden olduğu yangınlar ve sokak hayvanlarının bu atıkları yutma riski ise cabası. Poşet ve plastik gibi maddelerin doğada çürümesi yüzlerce yılı bulurken, bu atıkların deniz canlılarının ölümüne yol açması da oldukça üzücü bir gerçek.

Yazının Devamı

Bugün seyirci, yarın mağdur olabiliriz

Geçmiş olsun güzel Balıkesir’im. Yıllar, aylar, günler geçse de çağrı değişmiyor: “Sesimi duyan var mı?”. Deprem gerçeği gönlümüzde kabuk bağlamaya başlayacakken, yeni bir deprem haberiyle kan kaybetmeye devam ediyoruz. Unutmuyoruz elbette. Nasıl unuturuz; on bir ilimizi etkileyen depremi ve daha öncesinde Adapazarı, Yalova, Bolu, Erzincan depremlerini? Ne canları toprağa koyduk; bazen teker teker, bazen toplu mezarlara. Onlarla birlikte diri diri toprağa giren sevdikleri ise yaşam mücadelesi veriyor asla silinmeyecek yaşanmışlıklarıyla.

Yaşanan tüm depremlerde, enkaz başındaki umutlu bekleyişler bazen saatler, bazen günler aldı. Bu bekleyişin sonucu, erken bulunanlar ve mucize kurtuluşlar dışında, genelde sevindirici olmadı maalesef. İnsanlar, sevdiklerinin en azından bir mezarı olsun diye, cansız bedenlerine ulaşmaya bile razı oldu.

Yitik aramak çok zor. İnsan, parasını veya eşyasını bile bir yerde düşürse gelip gidip aynı yerlerde gözü hep onu arar. Kaldı ki sevdiklerini kaybetmek… Yitirilen sizin kıymetliniz ise işin boyutu daha da farklı oluyor. Komşunuz, akrabanız, aileniz, arkadaşınız, alışveriş yaptığınız bir esnaf ya da küçük bir hayvan dostunuz aslında enkaz başında ki bu bekleyişin adı.

Yazının Devamı

Tatil: Ruhun yeniden doğuşu

Tatil… Ömrümüzün dinlenme, evden, şehirden, işten ya da okuldan uzaklaşma zamanı. Birçok kişi tatili sadece bavul hazırlamak ve farklı yerlerde vakit geçirmek olarak görüyor. Oysa tatil, kendi ruhumuza attığımız küçük bir reset, aynı zamanda kendimizi yenileme fırsatı değil mi?

Hayatın karmaşasından kendimize zaman ayıramamak çok bunaltıcı. Farklı ortamlarda, farklı insanlarla geçirilen zamanla bunalımın geçeceğini düşünüyoruz. Oysa kafamızdaki sıkıntıları da yanımıza alırsak, tatil nerede geçireceğimiz fark etmeyecek ve istediğimiz huzuru bulamayacağız.

Tatil aslında vücudumuza bir detoks, ruhumuza ise bir arınma. Elbette yeni yerler görmek, farklı tatlar keşfetmek insana kendini iyi hissettiriyor. Maddi imkanlarımızın yettiği ölçüde tatil yerleri seçerek gidebiliyoruz. Bazılarımızın yazlığı var, her sene düzenli olarak oraya gidiyorlar. Bazılarımızın ise birkaç yılda bir otellerde geçirdiği sınırlı süreli tatilleri oluyor.

Yazının Devamı

Gençlerin YKS süreci ve tercih stresi

Öğrencilerin ve velilerin dört gözle beklediği YKS sonuçları açıklandı. Sonuçlar herkese hayırlı olsun. TYT’si, AYT’si, YDS’si hepsi bitti. Omuzlardan büyük bir yük kalktı demek isterdim. Ancak asıl yük tercih süreci.

Her bir oturumdan beşer birinci çıktı. TYT için çocukların genel yorumu, Türkçe sorularında çok zaman kaybettikleri yönünde ve zaman yetişmediği için Matematik sorularına gereken önemi veremedikleri doğrultusunda. AYT’nin ise normal standardında gerçekleştiğini söylüyorlar. Ayrıca TYT süresi 135 dakikadan 165 dakikaya yükseltilmiş. Fakat bu durum, öğrencilerin dezavantajına olmuş. Sebebi ise paragraf sorularının çok olmasıymış.

AYT sorularının kolay olduğunu düşünen gençler ise notlara yansıyan gerçekle üzüldüler. Kolay soru her zaman avantaj değil. Soruların herkes tarafından çözülebiliyor olması, sorunun ayırt ediciliğini azaltıyor. Aynı neti yapan öğrenciler, ortaöğretim başarı puanları yüksek olanların kendilerinin önüne geçmesiyle anladılar ki okul puanı çok önemli.

Yazının Devamı

Küresel ısınmanın kavuran yüzü

Küresel ısınmanın doğal sonucu olan yüksek sıcaklıklar hepimizi etkiledi. Derecelerdeki ani iniş çıkışlar da bunun bir yansıması. Haftalık hava raporlarına bakıyoruz; hava sıcaklıkları bir anda 7-8 derece düşerken, birkaç gün içinde yeniden yükseliyor. Bu durum, kabul edelim ki, canlıların hayatını doğrudan etkileyen bir afet. “Allah beterinden korusun” dediğinizi duyar gibiyim.

Peki, ne yapılabilir? Devlet, bu tür yüksek sıcaklıklarda “Siesta” uygulamasını hayata geçirebilir. Bu uygulama ile çalışma saatleri sıcaklığa göre ayarlanabilir. Çalışma saatlerinin sıcaklığa göre düzenlenmesi aslında verimliliği azaltmaz; tam tersine, en uygun saatlerde çalışmak başarıyı artırır. Hamileler, yaşlılar ve engeliler de mecbur kalmadıkça dışarı çıkmamaları konusunda uyarılabilir.

Toplu taşımada da benzer sıkıntılar yaşanıyor. Belli bir güzergâh geçilmeden klimalar açılmıyor. Şoförler, araçlarda klima olmadığını ya da klimaların bozuk olduğunu söylüyor. Aslında bunu araç sahipleri akaryakıt giderlerini düşürmek için yapıyor.

Yazının Devamı

Hayat israf edilmeyecek kadar kıymetli

İsraf, sadece çöpe atılan bir ekmek ya da açık bırakılan bir musluk değil. Asıl mesele, var olanın kıymetini bilmemek. Hayat da öyle değil mi? Bazı şeylerin değerini, ancak onu kaybettikten sonra anlıyoruz.

Duyguları, eşyaları, kaynakları, ömrü ve zamanı hoyratça kullanmak, değerini bilmemek değil de nedir? Bizim kıymetini bilmediğimiz şeylerin, bir başkasının hayali olduğunu düşündüğümüzde, vicdanımız sızlamaz mı?

Sofraya koyduğumuz her tabakta, şu an savaşlarda yemek bulamayanların, açlıktan ölenlerin hakkı yok mu? Fazla fazla pişirilip çöpe atılan yemekler, alınan ekmekler hem cebimizi yakıyor, hem de evimizin, iş yerimizin bereketi azalıyor.

Yazının Devamı

Sofraya gelmeden tükenen bereket

Son yıllarda Türkiye'deki meyve ve sebze fiyatlarındaki artış eli yakmakla kalmıyor, cebi de patlatıyor. Neye uzansak ateş pahası! Pek çok insan artık temel ihtiyaçlarından bile feragat etmek zorunda kalıyor. Peki, bu artışın sebebi ne?

Üreticiye sorsak suçlu aracılar ve nakliyat; tüketiciye sorsak zamlar. Gerçek şu ki, iklimsel değişiklikler artık tarımın kaderini belirliyor. Mevsimler değişti, yağış düzeni bozuldu. Üretici, hasat zamanı neyle karşılaşacağını bile kestiremiyor. Kimi zaman yeterli ürün alamıyor, kimi zamansa ürünü istediği fiyata satamıyor. Tüm bu üretim sıkıntılarının üzerine nakliyat ve aracı maliyetleri de eklenince, haliyle bu yük biz tüketicilerin cebine yansıyor.

Mazot ve benzine zam gelmediği bir hafta neredeyse yok. Üstelik bir de, neye göre fiyat artırdığı belli olmayan aracılar var. Gerekli denetimlerden geçmeyen, fiyat artışlarını keyfî biçimde belirleyen bu aracılar, sistemin en kronik sorunlarından biri. Onlara da sorsanız, hemen "mazot, benzin, işçi giderleri" diyecekler.

Yazının Devamı

Borçla kurulan yuvalar

Yaz ayları, pek çok kişi için düğün sezonu demek. Sonbahar, kış, ilkbahar mevsimlerinde evlenen çiftlerde var. Önemli olan düğünün yapıldığı mevsimden çok, mutlu çiftler ve sağlam temelle kurulan güzel yuvalar.

Genellikle düğünlerin okulların tatil olduğu döneme denk gelmesi tercih ediliyor. Anadolu’da ise yaz sonu ve güz ayları, düğün yapmak için en makbul zamanlar olarak kabul edilmekte. Hasat sonrası elde edilen kazançla yapılan düğünler, kültürümüzün önemli bir parçası.

Evlilik bağı, iki kişinin arasında kurulmuş gibi görünse de aslında iki ailenin, hatta bazen iki kültürün birleşimi. Ne yazık ki bu kutsal birliktelik, çoğu zaman “düğün terörü” ile başlıyor ve yerini ego çatışmalarına bırakıyor.

Yazının Devamı

Kadın: Varoluş sebebimiz

Kadın; dünyanın oluşumundan bu yana hayatımızın tam ortasında yer alan en güçlü insan. Fiziksel olarak olmasa da, Allah tarafından bahşedilen doğurganlık güdüsünden midir bilinmez, farklı bir güce sahip.

Üreyen, büyüten, bakan, koruyan, kanatlarının altına alan bu yüce gönüllü varlık; kimi zaman görmezden gelinen, ezilen, ikinci sınıf muamele gören, şiddete uğrayan, sessiz çığlıklar atan, sabah çocuklarını okula hazırlayıp işe yetişmeye çalışan, eş olmanın sorumluluklarını da beraberinde taşıyan; anne, eş, iş arkadaşı, gelin, temizlikçi, aşçı gibi birçok rolü aynı anda sırtlayan kadınlarımız. Adeta görünmez kollara sahip ama bunu asla ispatlayamayan kahramanlar.

Toplumda hep bir rol üstlenmiş ama kimse sormamış: “Sen ne istersin?” “Bu kadar sorumluluğu taşıyabilecek misin?” diye.

Yazının Devamı

Akrabalık ve akrabalık ilişkileri

Hayat, ilişkilerimizle anlam kazanır. Bizler her ne kadar farkında olmasak da aile yapımız, kimliğimizin temelini oluşturur. Aile yapımız yalnızca anne, baba ve kardeşlerden ibaret değil; geniş ailemiz, yani akrabalarımız da yaşantımızın önemli bir parçası. Amcalar, teyzeler, halalar, dayılar… Her biri hayatımızda onlarca hikâyeyle yer edinmiş durumda.

Biz yalnızca genetik bağlarla değil, aynı zamanda ortak bir kültürün parçası olarak da aile bütünlüğünün içerisindeyiz. Nişanlarımız, düğünlerimiz, bayramlarımız, cenazelerimiz, mevlitlerimiz; akrabalarımızla birlik olduğumuz, kenetlendiğimiz, omuz omuza verdiğimiz geleneklerimiz. Bu geleneklerimiz eski hatıraların konuşulduğu, sessiz bakışlarda geçmişin izlerinin görüldüğü, küçüklerin örf adetleri öğrendiği, birlik olmaktan doğan kuvvetin ortaya çıktığı meclislerdir aynı zamanda.

Ne var ki, günümüzde bu kıymetli ilişkilerin temelleri sarsılmış durumda. Kalabalık şehirler, yoğun iş hayatı ve bireyselleşme; akrabalık ilişkilerimizi derinden etkiledi. Artık kenetlenmekten çok uzaklaşmak söz konusu. Öyle ki, çoğu insan en yakın akrabasını bile tanımıyor maalesef.

Yazının Devamı

Fincandan kalbe uzanan gelenek

Bazı kokular vardır ki sizi geçmişe götürür. Mutfakta kaynatılan cezveden yükselen kokuyla ya da dost meclisinde içilen kahvenin telvesiyle hafızalarda yer eder. İşte Türk kahvesi, yalnızca bir içecek değil; bizi geçmişimize bağlayan, gelenekle modern yaşam arasında köprü kuran nadide bir kültürel miras.

Kahve, Türk toplumunda sadece susuzluğu gideren, enerji veren bir içecek değil; birlikteliğin, sohbetin, zarafetin ve misafirperverliğin sembolü aynı zamanda. Osmanlı'dan günümüze uzanan bu gelenek, saray mutfaklarından en mütevazı evlere kadar ulaşmış ve her ortamda farklı bir anlam kazanmış.

Hazırlanışı adeta bir ritüel. Kahvenin ölçüsü, pişirme şekli, kullanılan suyun kalitesi ve köpüğü… Her bir aşaması özen gerektirir. Sade, az şekerli, orta şekerli ya da şekerli gibi seçenekler kişisel zevklere göre ayarlanır. Yanında sunulan lokum, su ya da küçük ikramlar da bu kültürün inceliklerini yansıtır. Küçük bir fincanda sunulsa da, anlamı büyük, mesajı derin.

Yazının Devamı

Ormanlar konuşamaz ama sessizlikleri yakar

Sevgili Okuyucularım;

Son birkaç günde, güzel ülkemizin çeşitli yerlerinde 150 civarında orman yangını meydana geldi. Nitekim sık sık iklim krizinin yangınların şiddetini artırdığı gündeme getirilse de, insan faktörünün payını konuşmadan geçemeyiz.

Kasıtlı sebeplerin yanı sıra, bilinçsiz doğa kullanımı gibi ihmal sonucu ortaya çıkan davranışlar da maalesef yangınların başlıca nedenlerinden biri. Rüzgârın şiddeti, nem oranı, sıcaklık dereceleri gibi doğa koşullarını önemsememek; piknikte tam söndürülmeyen ateşler, doğaya bırakılan cam kırıkları, anız yakmalar ve söndürülmeyen izmaritler felakete davetiye çıkarıyor.

Yazının Devamı

Masumiyetin yaraları: ”Akran zorbalığı”

Sevgili Okuyucularım;

Bu yazımda gelin birlikte dünya genelinde büyük bir sorun olan “akran zorbalığı”na yakından inceleyelim.

Akran zorbalığını tanımlayacak olursak, kendini güçlü ve üstün gören bir çocuğun, kendini güçsüz hisseden, çekingen tavırlarıyla dikkat çeken başka bir çocuk üzerinde fiziksel ya da psikolojik üstünlük kurma çabası diyebiliriz. Özellikle 8–14 yaş grubu arasında net olarak görülen bu davranış bozukluğu, çocuklar ve gençler arasında ciddi bir sorun.

Yazının Devamı

Okullarda kılık kıyafet değişikliği

Değerli okuyucularım;

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in açıklamasıyla birlikte, 2025-2026 eğitim-öğretim yılı itibarıyla okullarda kılık kıyafet uygulamasında değişikliğe gidilerek forma zorunluluğu getirildi. Bu karar, eğitim camiasında büyük yankı uyandırdı. Karar ayrıca veli, öğretmen ve öğrenci üçgeninde farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Böylece ülkece yeni bir münazara konumuz daha olmuş oldu.

“Forma giyilmeli” görüşünü savunanların gerekçesi; öğrenciler arasındaki ekonomik farklılıkların görünür hâle gelmesini önlemek, dışlanmanın önüne geçmek ve okul güvenliğini sağlamak gibi nedenlere dayanıyor. Günümüzde çocuklar arasında marka takıntısı ve modaya ayak uydurma baskısı gibi sorunlar giderek yaygınlaşıyor. Bu nedenle tek tip kıyafet, öğrenciler arasında oluşabilecek maddi kaynaklı ayrışmaları azaltmak adına önemli bir adım olarak görülüyor. Kısacası, bu uygulama sosyal statü farklarını ortadan kaldırmayı hedefliyor.

Yazının Devamı

Teknoloji bağımlılığı ve aile

Okulların tatil olmasıyla birlikte, dinlenme, eğlenme zamanının startı verildi. Çocuklarımız televizyon, internet gibi görsel iletişim araçlarıyla zamanlarını daha çok geçirecekleri bir döneme giriyor. Peki ebeveyn olarak bize düşen görevler neler? Çocuklarımız için ne yapabiliriz? sorularına gelin birlikte yanıt arayalım.

Çocuklarımıza görerek öğrenme dediğimiz bir metotla yardımcı olabiliriz. “Örnek olma metodu” da diyebiliriz buna. Günümüzün 8-9 saatini internet, televizyon, PC, telefon başında harcamak yerine; zorunlu işlerimizi hallettikten sonra bu teknolojik aletleri çocuğumuza fark ettirerek masaüstüne bırakabiliriz. Bu hareketimizle, teknolojik aletlerin vazgeçilmez olmadığı fikrini çocuğumuzun bilinçaltına yerleştirebiliriz.

Bu metotlar tabii ki ortaokul ve altındaki yaş grubu çocuklarımız için geçerli. Ergen, genç yaş gruplarımız için ise aile ve arkadaşlar için “kaliteli zaman geçirme metodu” uygulanmalı. Nedir bu kaliteli zaman geçirme metodu? Sorunuzu, aile birliğiyle yapılan tüm uğraşlar diye yanıtlayabilirim. Anne-çocuk, baba-çocuk ve anne-baba-çocuk birlikteliğinde ortak zamanları artırmalı ve paylaşımlarımızı çoğaltmalıyız. Her şeyden önemlisi onlara iyi bir birey olma eğitimini vermenin yanında sosyal aktivitelerde de eşlik etmeliyiz ki, enerjilerini yanlış yollarda tüketmemiş olsunlar. Piknikler, birlikte gidilen sinema, tiyatro, sergi, spor müsabakaları, birlikte yapılan yemek denemeleri, küçük yardımlı tamiratlar... Kısacası “aile” olmanın hakkını vermeliyiz. Bu metotlardan ziyade biz ebeveynler, davranışlarımızın tutarlılığı ve sürekliliğiyle çocuklarımıza örnek olmalıyız.

Yazının Devamı

Merhaba

Bugün Yeni Ankara internet gazetesinde kaleme aldığım ilk köşe yazımı paylaşmanın heyecanını yaşıyorum. Bu satırlarla birlikte sizlerle yeni bir yolculuğa çıkıyorum. Artık her Salı ve Perşembe günleri bu köşede sizlerle buluşup; çocuk gelişimi uzmanı olarak düşüncelerimi, gözlemlerimi ve deneyimlerimi paylaşacağım.

Eğitim, sadece okul binalarıyla sınırlı bir süreç değil. Aynı zamanda bir milletin ortak ideallerini, kültürel değerlerini ve geleceğe dair umutlarını şekillendiren bir sanat. Bu sanatı icra ederken; adalet, doğruluk, vicdan ve vatan sevgisi her zaman yol göstericim oldu.

Yazılarımda sadece eğitim değil; kültür, teknoloji, toplumsal meseleler ve güncel gelişmeler gibi geniş bir yelpazede konuları ele almayı planlıyorum. Eğitim dışında ki yazılarımda gündemin nabzını tutarken olaylara yüzeysel bir bakışla yaklaşmak yerine, onları derinlemesine analiz ederek, siz değerli okuyucularıma farklı bakış açıları kazandırmayı hedefliyorum. Bu süreçte, bireyin düşünsel gelişimini önemseyen ve sorgulayan bir yaklaşımı benimsiyorum. Yeni Ankara internet gazetesinde yer almanın bana yüklediği sorumluluğun bilincindeyim ve bu platformu en verimli şekilde değerlendirmek için özveriyle yazdığım yazılarımı keyifle okuyacağınızı umut ediyorum.

Yazının Devamı