Beğeni uğruna kaybolan benliğimiz

Başkalarının beğenisi olmadan, kendi mutluluğumuzun ve geçirdiğimiz güzel zamanların bize ait olduğuna inanmayız. Hep bir onaylanma, takdir edilme, beğenilme duygusu içerisindeyiz. Peki bunun nedenini hiç düşündünüz mü?

İnsan, kabul görmek ister. İlkel dönemlerden bu yana, topluluk dışında kalmak ile hayatta kalmak olgusu birbirine paralel ilerlemiştir hep. Bugünle kıyasladığımızda ise, o zamanın "topluluktan dışlanma korkusu", şimdinin "takip edilmeme korkusuna" dönüşmüş durumda. Bu duygu bizde çocukluktan beri var:
“Öğretmenim beni sevsin, arkadaşım beni beğensin, ailem ve toplum beni fark etsin, iş yerinde takdir toplayayım...”

Ön plana çıkma arzusu, çok insani bir duygu. Ancak her şeyin fazlası zarar olduğu gibi, bu duygunun fazlası da gereksiz bir egoya dönüşebiliyor. Çeşitli filtrelerle çekilen fotoğraflar bu duruma güzel bir örnek. Güzel ve özel yanlarımız bizde kalmalı. Nazara inanır mısınız bilmem ama inanmalısınız; çünkü bu, artık bilimsel olarak da kanıtlandı. Oradaki haset bir bakış, bir imrenme, sizde olumsuz sonuçlara yol açabilir.

Herkes her şeyimizi bilmek zorunda değil. Bu, aslında kendi hayatımıza duyduğumuz bir saygı. Başkası bilse ne olur, bilmese ne olur? Sosyal medyada paylaşımlarımızın beğenilmesi, hepimiz için neredeyse dünyanın en büyük ödülü haline geldi. Bir fotoğraf yüklüyoruz ve ardından kimler görmüş diye defalarca kontrol ediyoruz. Hatta özellikle görmesini istediğimiz kişilerin yorum ya da beğeni bırakıp bırakmadığını merakla bekliyoruz. Dürüst olalım, bu fotoğraf ve videoları çoğunlukla başkaları için paylaşıyoruz. İçimizden belki sadece yüzde birlik bir kesim, gerçekten "anı" olarak paylaşıyor. Ama albüm yapmak artık ilkel görülüyor. Oysa albüm, bir miras, bir kültür. Bu da medyaya yenik düşen kültürlerimizden biri oldu maalesef.

Bu bir yarış değil: “Beni az kişi takip etti, başkalarını daha çok etmişler.” “Benim paylaşımım az beğenildi, demek ki sevilmedim.” Bu düşünceler tamamen yanlış. Az takip edilmek, değersiz olmak değil. Bu tür duygular, insanın kendine yaptığı bir çeşit zihinsel eziyet.

Unutmayalım; çok yorum ya da çok beğeni almak, takdir görmek anlamına gelmez. Hepimiz birer sosyal medya fenomeni değiliz, olmak zorunda da değiliz.
İnsan değeri, beğeni sayısıyla ölçülemez.

Başkalarının onay filtresinden geçen bir takdir bizi gerçekten yüceltmez.
Önemli olan, kendi kendimizi onaylayabilmek. Her şeyi önce kendimiz için yapmalıyız; çünkü biz, kendimize değerliyiz. Gerçek mutluluk, ekranda değil; içimizde saklı. Farklı açılardan çekilmiş pozlar, yapmacık videolar, iğneleyici sözler...
Bunlar çoğu zaman bizim gerçeğimizi değil, hayal ettiklerimizi yansıtıyor.
Belki de sadece laf sokmak istediklerimizi ya da cesaret edemediklerimizi karşıya aktarıyor. Adı üstünde, sanal. Çoğu, tamamen kurguya dayalı reels videoları...
Çekim bittiğinde, hayat da aslına dönüyor. Eşlerin zorla oynadığı, gerçek dışı aşk videoları... "Paylaş" tuşuna basar basmaz gülen yüzler, bir anda asık suratlara dönüşüyor. Bir Külkedisi masalı gibi, süre dolunca bal kabağına dönüşen gerçekler...

En düşündürücü olanı ise, bu sahtecilik akımının yaşlı amca ve teyzelere kadar ulaşmış olması. Bu bizim kültürümüze hiç yakışmıyor.

Her duygunun ve davranışın, abartıdan uzak olanı daha güzel, daha hoş.
Kendi yüreğinizin onayı, milyonlarca beğeniden çok daha kıymetli. Çünkü herkesin mutluluğu da, üzüntüsü de kendine özel olmalı. En güzel paylaşım, kimseyle paylaşmadığınız paylaşım…