Ne güzel söylemiş sevgili Sertab Erener, Yalnızlık Senfonisi şarkısında: “Alışır her insan, alışır zamanla.” Biz de alıştık her sabah kötü haberlere gözümüzü açmaya. Sel, deprem, cinayet… Farkında mısınız, artık hiçbir şey bizi şaşırtmıyor. Hayat rutinlerimizin bir parçası hâline geldi herşey. Televizyonu açarken ya da internete girerken “Bugün neler olmuş? Kim kimi öldürmüş?” gibi kötü temennilerle başlıyor günümüz. Kötü olayları takip etmek bir tür bağımlılığa mı dönüştü acaba? Sanırım bu sorunun cevabı evet. Merak edip izlemek, “Yine yaşandı mı?” diye sormak, bu bağımlılığın açık bir göstergesi.
Beynimiz öyle bir organ ki, alışık olduğu şeylerin bir anını bile kaçırmamak için kendini sürekli diri tutar. “Bugünkü mevzu ne? Bir şey kaçırdım mı? Olaya dâhil olacak mıyım?” gibi sorularla merak duygumuz zirvededir. Kötü olayları okumaktan geri kalmayız; hem korkar hem çekinir hem de uzak duramayız. Bu, takılıp kaldığımız bir döngüdür. İnsan, bilmediği alanda kaygı duyar ve duyduğu kaygıyı enteresan biçimde yönetmeye çalışır.
Bu zaafımızdan yararlanan bazı kaynaklar da yok değil. Kriz yaratmak, felaket haberlerini öne çıkarmak her zaman işlerine gelir. Çünkü kötü haberler, acıklı olaylar, gözyaşı ve doğal afetler medyada en çok tıklanan içeriklerdir. Çok tıklanma = çok reklam, çok reklam = çok getiri. Dolayısıyla buradan nemalanmak kaçınılmaz olur. Farkında olmadan bu döngünün en büyük zarar göreninin biz olduğumuzu biliyor musunuz? Çünkü bizim bu mağduriyetimizi siyaset de kullanmakta.