Türkiye Doğu’ya mı dönüyor, Batı’ya mı mesaj veriyor?
Türkiye son yıllarda bir yol ayrımında mı? 2019’da Devlet Bahçeli’nin NATO için söylediği “komada” ifadesi bugün Çin ve Rusya ile ittifak ihtimaline dönüşürken, akıllara aynı soru geliyor: Türkiye gerçekten Batı ittifakından uzaklaşıyor mu, yoksa bu sadece bir uyarı mı? Suriye’deki “adı PKK olmayan” yapılar, ABD ve İsrail’in bölgedeki rolü, Ortadoğu’nun giderek karmaşıklaşan dengeleri bu soruyu daha da yakıcı kılmıyor mu?
2019’da NATO için “komada” diyen Devlet Bahçeli, bugün Rusya ve Çin ile bir ittifak ihtimalinden söz ediyor. Bu söylem gerçekten bir dış politika yön değişiminin işareti mi, yoksa Washington’a gönderilen yeni bir uyarı mı? Türkiye’nin NATO’daki yeri, Suriye’de “adı PKK olmayan” yapılarla ABD’nin ve İsrail’in kurduğu ilişkiler ve Ortadoğu’nun derinleşen krizleri göz önüne alındığında bu soruyu sormak gerekmiyor mu? Türkiye’nin güvenlik mimarisinin omurgasını oluşturan bir ittifakın geleceği gerçekten belirsizleşiyor mu, yoksa bütün bu tartışmalar sadece bir pazarlık masası hamlesi mi?
2019’un koşullarını hatırlamak, bugünü anlamak için şart değil mi? Trump yönetimi döneminde Ankara ile Washington arasında yaşanan gerilimler —Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alınması, bunun sonucunda F-35 programından çıkarılma, ABD Kongresi’nin yaptırım tehditleri— Türkiye’nin NATO’daki konumunu zaten tartışmaya açmıştı. Aynı dönemde ABD’nin Suriye’nin kuzeyindeki YPG/SDG yapısını doğrudan fonlaması ve silahlandırması Ankara’da güvenlik kaygılarını en üst seviyeye çıkarmıştı. Bahçeli o günlerde NATO’yu “komada” olarak tanımlarken, aslında sadece kendi tabanına bir mesaj mı veriyordu, yoksa Türkiye’nin yönelişini mi işaret ediyordu? Bugün bu sorular daha da keskin bir biçimde önümüzde durmuyor mu?
Şimdi tablo gerçekten farklı mı? Suriye’nin kuzeyinde hâlâ “adı PKK olmayan” yapılar ABD bütçelerinde fonlanırken Türkiye’nin güvenlik kaygılarının dikkate alındığı söylenebilir mi? 2023 ABD Savunma Bakanlığı bütçesinde SDG/YPG benzeri yapılar için ayrılan destek kalemleri hâlâ yer alırken Ankara’nın bu gelişmeleri kaygıyla izlemesi şaşırtıcı mı? İsrail’in Suriye’deki hava saldırıları ve bu yapıların dolaylı ilişkileri Türkiye’nin kuşkularını artırmaz mı? ABD ve İsrail gerçekten bölgeye güven mi getiriyor yoksa yeni krizlerin mi kapısını aralıyor? Bu koşullarda Türkiye’nin NATO’ya güveni nasıl tam olabilir? NATO’nun Türkiye’nin güvenlik kaygılarını yeterince dikkate almadığı bir ortamda Ankara’nın Doğu’ya bakması kaçınılmaz değil mi?
Türkiye’nin Rusya ve Çin’le son yıllarda geliştirdiği ilişkiler bu çerçevede nasıl okunmalı? Rusya’dan S-400 alımı, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne gözlemci olma girişimleri, BRICS toplantılarına davet edilme… Bunlar gerçekten bir eksen kaymasının mı işaretleri, yoksa Washington’a verilmiş birer mesaj mı? Türkiye NATO’dan kopmadan Doğu ile ne kadar yakınlaşabilir? NATO üyeliği hâlâ Ankara’ya stratejik avantajlar sağlarken Doğu eksenli bir güvenlik bloğu gerçekçi bir alternatif olabilir mi? Bir yandan NATO’nun en doğusunda en güçlü ordulardan birine sahip olmak, bir yandan Rusya ve Çin’le enerji, savunma ve diplomasi hatları kurmaya çalışmak çelişki değil mi? Yoksa bu, çok kutuplu bir dünyanın doğal sonucu mu?
Ortadoğu’nun içinde bulunduğu karmaşık durumu görmezden gelmek mümkün mü? 2011’den bu yana Arap Baharı, Suriye iç savaşı, Yemen krizi, Lübnan’ın çöken düzeni, İran’ın bölgesel hamleleri… ABD ve İsrail’in “terörle mücadele” gerekçesiyle sahaya sürdüğü aktörler gerçekten barış mı getiriyor yoksa yeni krizlerin kaynağı mı oluyor?
Türkiye bu denklemde hem NATO’nun bir üyesi hem de Rusya ve Çin’le yakınlaşan bir ülke olarak nasıl bir yol bulacak? Bir ayağı Batı’da bir ayağı Doğu’da olan bir ülke, güvenliğini ve geleceğini nasıl planlayabilir? Bahçeli’nin çıkışları bir yön haritası mı yoksa bir yön arayışı mı?
Üstelik Ortadoğu’daki aktörler ve dengeler de giderek daha karmaşık hale gelmiyor mu? ABD’nin Suriye’deki askerî varlığı ne kadar kalıcı? İsrail’in kuzey Suriye’deki hava operasyonları ve İran’la olan gerilimi Türkiye’nin güvenlik hesaplarını nasıl etkiliyor? ABD ve İsrail aynı anda hem terörle mücadele iddiasında bulunup hem de Türkiye’nin terör uzantısı saydığı yapılarla iş tutmaya devam ederse Ankara hangi ittifakın parçası olacak? Bu koşullarda Bahçeli’nin Çin ve Rusya eksenli söylemi Ankara’da neyi temsil ediyor?
Türkiye gerçekten Rusya ve Çin’le ittifak kurabilir mi? Bu sahici bir yön değişimi mi yoksa Washington’a gönderilen bir uyarı mı? NATO’dan çıkış veya üyeliği askıya alma gibi bir senaryo gerçekçi mi? NATO üyeliği Türkiye’ye Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’de nasıl avantajlar sağlıyor, bu avantajlardan vazgeçmek mümkün mü? ABD ve İsrail’in bölgede Türkiye’yi rahatsız eden politikaları Ankara’yı nereye sürükler? NATO’nun Türkiye’nin güvenlik kaygılarını dikkate almaması durumunda Doğu’ya yönelmek bir seçenek mi yoksa bir zorunluluk mu?
Bu soruların ortasında Türkiye’nin yön arayışı kaçınılmaz görünüyor. Bahçeli’nin 2019’daki “komada” çıkışından bugüne uzanan çizgi, sadece MHP tabanına mesaj vermek değil, Ankara’nın Batı’ya “beni yalnız bırakma” çağrısı olabilir mi? Yoksa gerçekten yeni bir eksen kaymasının işaret fişeği mi? Türkiye gerçekten NATO’dan uzaklaşabilir mi? ABD–İsrail hattının bölgedeki “adı PKK olmayan” yapılarla kurduğu ilişki Türkiye’nin güvenlik politikasını nereye taşıyacak? Bu soruların yanıtı sadece Türkiye’nin değil, bütün Ortadoğu’nun geleceğini belirleyecek gibi görünmüyor mu?
Belki de asıl mesele, Ankara’nın elindeki tüm bu hamlelerin birer koz olup olmadığıdır. Rusya ve Çin’le yakınlaşma gerçekten bir alternatif ittifak mı, yoksa Washington’a karşı pazarlık masasında elde tutulacak bir kart mı? Türkiye bu kartı nasıl oynayacak? Bahçeli’nin çıkışları iç siyasette bir mesaj, dış siyasette bir denge arayışı mı? ABD ve İsrail bölgede Türkiye’nin güvenlik kaygılarını dikkate almazsa Ankara nasıl tepki verir? NATO Türkiye’yi kaybetmeyi göze alabilir mi?
Bu soruların hiçbirine bugün kesin bir yanıt verilemiyor. Ancak görünen o ki Bahçeli’nin sözleri, Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik sıkışmayı ve yön arayışını en çıplak haliyle ortaya koyuyor. Ankara’nın bundan sonra atacağı her adım, sadece Türkiye’nin Batı ittifakındaki konumunu değil, Rusya ve Çin’le ilişkilerini ve Ortadoğu’nun dengelerini de doğrudan etkileyecek. Türkiye gerçekten Doğu’ya mı dönüyor, yoksa Batı’ya “beni kaybetme” mi diyor? Bu sorunun yanıtı, önümüzdeki dönemde hem Ankara’nın hem de bölgenin kaderini tayin edebilir mi?
Belki de Türkiye’nin önündeki en büyük sınav, bir ittifakı terk etmek ya da bir diğerine yönelmek değil, kendi güvenlik mimarisini tanımlamak olacak. Bahçeli’nin çıkışları bu tanım arayışının yüksek sesle dile getirilmiş hâli mi, yoksa bir eksen kaymasının habercisi mi? Türkiye gerçekten Doğu’ya mı dönüyor yoksa Batı’ya “beni kaybetme” mi diyor? Bu sorulara verilecek yanıtlar yalnızca Ankara’nın değil, bölgenin ve belki de NATO’nun geleceğini belirleyecek.