Sınavın güvenliği, güvenliğin sınavı

İnanç Uysal

İnanç Uysal

Tüm Yazıları

Geçtiğimiz hafta bir mahkeme kararı, milyonlarca gencin geleceğini emanet ettiği sınav sistemine gölge düşürdü. Üniversiteye giriş tercihleri, iddiaya göre adayın bilgisi dışında değiştirildi; mahkeme adayı haklı buldu, ÖSYM de yeniden yerleştirme imkânı tanıdı. Kurum ise yaptığı açıklamada “sisteme sızılmadı, kullanıcı hatası” dedi.

Türkiye Gazetesi’nin haberine göre mesele bir güvenlik açığı değil, adayın şifresini paylaşmasından kaynaklanmış olabilirdi. Yani “sistem sağlam, siz dikkatsizsiniz” denildi.

Peki gerçekten öyle mi?

Ya da daha temel bir soru: Bu kadar çok “dikkatsiz kullanıcı” mı var, yoksa biz bir türlü güvenli sistem kuramıyor muyuz?

Üretmeyenin güvenliği olur mu?

Bu tartışma, bizi doğrudan teknolojik bağımsızlık meselesine getiriyor. Çünkü teknoloji yalnızca “kullanıldığında” değil, üretilmediğinde de risk üretir.

Sınav sistemi, veri tabanı, tercih platformu, güvenlik yazılımı, hepsi birer dijital altyapı.

Eğer bunları tasarlayan, denetleyen, sürekli geliştiren bir ekosistem kuramamışsak; sistemi işletenin niyeti kadar, kullandığı aracın kökeni de güvenlik riskidir.

Türkiye, bunu defalarca yaşadı.

FETÖ döneminde sınav sorularının çalınması, kamuya on binlerce kişinin usulsüz şekilde yerleştirilmesi hâlâ hafızalarda.

2010 KPSS skandalı, ardından askeri okullar ve adli sınavlarda yaşanan sızmalar, yıllar boyunca “sisteme girildi mi, kopya mı verildi” tartışmalarını sürdürdü.

Her seferinde “artık çok daha güvenli bir sistem kuruldu” denildi — ama birkaç yıl geçmeden yine benzer iddialar gündeme geldi.

FETÖ bitti, ama “şifre paylaşımı, dış müdahale, siber sızma” haberleri bitmedi.

Bu kez “teknolojiyi kim üretiyor, kim denetliyor” sorusu gündemde. Çünkü sistemin güvenliğini sağlamak, sadece duvar örmekle değil, duvarın tuğlasını kim üretiyor sorusunu sormakla başlar.

Dijital çağın sorunu mu, bizim sınav kültürümüz mü?

Elbette bu sorun sadece bize özgü değil.

Dünyanın teknoloji devleri de dijital güvenlik testlerini geçemedi. ABD’de 2023’te SAT sınavına ait deneme verileri sızdırıldı,

İngiltere’de A-Level notlarının yapay zekâ destekli hesaplamasında sistem çöktü,

Güney Kore’de üniversite giriş sınavında siber saldırı girişimleri tespit edildi.

Yani dijital çağda “mutlak güvenlik” bir hayal. Ama o ülkelerde mesele sadece “teknik bir kriz” olarak kalıyor; bizde ise neredeyse toplumsal travma hâline geliyor.

Çünkü Türkiye’de sınav sadece ölçme değil, sınıf atlama aracıdır.

Sosyal adaletin yerini, sınav adaleti almıştır. Bir sorunun fazla ya da eksik çıkması, bir gencin hayatını yıllarca şekillendirir. O yüzden sınavın güvenliği, sadece teknik bir konu değil, bir ülkenin adalet duygusunun göstergesidir.

Kabul edelim: Bu kadar çok sınava, bu kadar yüksek riskli bir yarış sistemine sahip çok az ülke var.
Gelişmiş ülkelerde üniversiteye giriş, çoğunlukla çoklu ölçütlere —portfolyo, mülakat, lise performansı— dayanır.

Bizde ise milyonlarca genç, tek oturumda geleceklerini belirliyor. Bu yüzden her sızıntı, her şüphe, sadece birkaç kişiyi değil, bütün bir kuşağı etkiliyor.

Sorun, sınavın teknik güvenliğinden önce, bu kadar büyük bir toplumsal “tek kanallı seçme sistemi” inşa etmiş olmamızda. Sınav bizim için bir sistem değil, neredeyse bir kader.

O yüzden her sarsıntı, sadece bilişim altyapısında değil, toplumun vicdanında da yankılanıyor.

Ne yapılmalı?

Her şeyden önce, “bizim sistemimiz güvenli” açıklamalarıyla değil, şeffaf denetim ve bağımsız kontrol mekanizmalarıyla güven sağlanmalı.

Tercih değişikliği iddialarında olduğu gibi, sadece mahkeme kararına dayanarak değil, kurumsal düzeyde otomatik inceleme ve tazmin mekanizmaları oluşturulmalı.

Teknolojik altyapı yerli üretimle, açık kaynak temelli sistemlerle güçlendirilmeli.

Ve en önemlisi: sınavın kendisi kutsallaştırılmamalı.

Bir ülkenin gençleri, sistemin hata payını ölçmekle değil, üretimin, düşünmenin, araştırmanın içinde değer bulmalı.

Bu son tartışma bize yine aynı şeyi hatırlattı:

Biz, teknolojiyi üreten değil sadece kullanan bir ülke olarak, her dijital geçitte aynı sınavı veriyoruz.
Ama belki de asıl soruyu artık şöyle sormalıyız; Biz sınav sistemini mi güvence altına alacağız,
yoksa sınavı bu kadar hayati kılan düzeni mi değiştireceğiz?