Müjde!

İnanç Uysal

İnanç Uysal

Tüm Yazıları

Artık üniversiteye girmek daha kolay. Ama bu bir reklam değil.

Aslında güzel haber ama nedenleri ve zamanlaması açısından elbette o kadar da iç açıcı değil. ‘Üniversite sınavlarına başvurular düştü’.

Güzel haber olması için hiç artmamış olması gerekiyordu aslında o nedenle çok iç açıcı bir durum olmasa gerek. Geçen yıl 3 milyon 120 bin 870 adayın başvurduğu Yükseköğretim Kurumları Sınavı’na (YKS) bu yıl 2 milyon 560 bin 640 aday başvuru yaptı.

Aslında bakarsanız bu azalmalar nedeni ile çok mutlu olanlar da vardır. Ben de onlardan birisi olabilirdim ama keşke gençlere üniversite okumadan da kaliteli bir hayatları olabileceği konusunda gerçekten kıymetli tercihler sunabilseydik.

Bugün ümitli olanların neden o kadar umutlu olduklarını siz tahmin edebilirsiniz. Biz devam edelim. Üniversite aslında bir yönetim politikasıdır. Dünyanın her yerinde eğitim bir politikadır, kabul ama üniversitelerin sayılarının artması ilçelere kadar bir çok yere yüksek öğrenim kurumları açmanız aslında bambaşka bir politikadır. En basitinden umut tacirliğidir.

Ben, bu konuyu aslında daha önce de defalarca dile getirdim ama sanırım ne o zaman, ne şimdi gereği gibi gündem olmadı ve olmayacak. Memleketin çok daha önemli işleri var, hele şu yeni anayasayı falan bir halledelim gerisi kendiliğinden hallolur.

Lakin yine de benim gibi bazı aklı evveller bu konunun bugün yaşadığımız bütün sorunların en büyük sebebi olduğuna inanıyor olabilir. Eğitim, istihdam ve yönetilen yoksulluk. Bence son derece güzel bir üçleme oldu. Ancak sadece üçleme olarak güzel ve gençlerin umutsuzlukları açısından bakarsanız yavaş yavaş aynı derecede can sıkıcı bir durum olmaya başlıyor.

Genç nüfus azalıyor ve bunun bir an önce artması için özellikle Cumhurbaşkanımız devamlı çağrılarda bulunuyor. Bu durumun sebepleri üzerinden ise konuşulmuyor, en az üç çocuk öğüdü kentlerde tutulmuyor. Ya da sadece banliyölerde tutuluyor diyelim.

Asgari gelire ve eğitime sahip insanların bu öğüdü bir süre tutmuş olması belki genç nüfusun artışını tesis eder ancak o nüfusun ülkeye ve kendilerine katkı sağlamasını tesis etmez. Üniversiteleşmek matah bir şey olsaydı, kaliteli üniversitelerden ve liselerden mezun olan çocuklar da burada kalmak ve memlekete faydalı olmak için canla başla çalışmak isterlerdi. Ama ne yazık ki öyle olmuyor.

Zaten bir dönemi ‘Fetö’nün çaldığı sorularla geçirdik, her biri birkaç üniversite diplomasına sahip, çok az kısmı gerçekten yetişmiş bir sürü aydınımız ve siyasetçimiz oldu. Ondan öncesi zaten darbe sonrası idi ve o dönemde de bir çok insanın üniversite yaşlarını cezaevlerinde geçirdiklerini biliyoruz. İçlerinden istisnalar çıksa da bir çoğu üniversite sınavlarında çok az kişi olmasının avantajını kullandı. Hatta bazılarının yerlerine başka kişileri sınava soktukları bile söylendi. Teknolojinin bu kadar gelişmiş olmadığı dönemlerde mümkündü.

Üniversite okumayan insanların da mutlu olabileceğine dair inanışımızı 1990’lardan itibaren yavaş yavaş kaybettik. Sonuçta dünyanın nüfusuna göre en çok üniversite öğrencisine sahip ülkelerinden birisi haline geldik ve bunu bir başarı gibi izah etmeyi de başardık.

Almanya, İngiltere ve Fransa bizi bu anlamda son derece kıskandılar. Almanya’nın 2 buçuk katı, Fransa ve İngiltere’nin 3 katı üniversite öğrencimiz oldu bizim çünkü. Hatta bir ara bazı boş kalan ve talep edilmeyen üniversiteler için de barajların kaldırılması söz konusu olmuştu hatırlarsanız.

Belki bu öğrencilerimizin üniversite sınavlarında aldıkları sonuçları da hatırlarsınız. Ortalamanın nerelerde dolaştığını, yüksek puanlı okullar ile milletin arasının hem fikren, hem de sınavlar marifeti ile nasıl açıldığını da.

Neyse ki nihayet bu sefer gençlerimiz sınavlara başvuru sayısını epey düşürmüş ama bunu bir seçenek olarak değil, bir mecburiyet olarak yapmış. Yani kaliteli ara eleman eğitimlerini tamamladıkları için olmamış bu hal. Umutsuzluklarından olmuş daha çok. Okuyup da ne olacak diye düşünmüşler, inanmıyorsanız hem kendilerine, hem de işverenleri durumunda olanlara sorabilirsiniz.

Dahası da var tabii, çocuğu bir yurda yerleşemezse o kiraları nasıl ödeyeceğini düşünen aileler var mesela, o yurtlara yerleşmek için bile birilerini tanımak zorunda olduğunu düşünen gençler var.

Her şeyi halledip bütün maliyete katlanıp okusa mezun olsa hem de mesela iyi bir üniversite ve fakülteden mezun olsa yine birilerini tanımak zorunda olduğu gerçeği var kafasında. Eğer öyle bir şansı olmazsa asgari ya da ona yakın bir ücretle çalışarak uzunca bir süre yine ailesinin eline bakmak zorunda olduğu gerçeği var.

Bunlar ortada iken üniversite bir zorunluluk olmaktan doğal yollarla çıkarken hala bizim oluşturabildiğimiz farklı bir seçenek yok. İşte bu durumda da demin bahsettiğimiz üçlemeye geliyoruz yine eğitim, istihdam ve yönetilebilen yoksulluk. Belki de artık yönetilemeyen bir seviyeye ulaşıyordur, yoksulluk