Kaçmak en kolay yol sanki!

Süreyya Terzioğlu

Süreyya Terzioğlu

Tüm Yazıları

Bazen mücadele etmek yerine kaçarak o sıkıntıdan kurtulacağımız düşüncesine kapılırız ama aslında doğru seçim asla bu değildir.

Özellikle tecrübesizken, hayatın bize neler getireceğini ve götüreceğini çözememişken, yanlış karar verdiğimiz durumlar daha fazladır. İşte, daha lise iki öğrencisi bir kız çocuğu da babasının hışmından, sapkınlıklarına şahit olmaktan ve annelikten, eş olmaktan bihaber annesinden kaçıp kurtulmayı düşünen Picasso’nun kızı da aynı şekilde bir zor durumdaydı.

Neyin doğru, neyin yanlış karar olduğunu çözemiyordu. Sınıf arkadaşı Sevgi’nin ağabeyine anlattıkları ile Tuğrul’un Picasso’nun kızı ile ilgili her şeyi biliyor olması ve ona acımasıyla başlayan durum bir okul çıkısında onu görüp beğenmesiyle farklı bir boyuta taşınmıştı. Kısa sürede birbirlerine âşık oldular ya da öyle zannettiler. Arkadaşı aracılığı ile mektuplaşıyor ve uzun uzun gelecekle ilgili planlar yapıyorlardı. Picasso’nun kızı kendini çok özel hissetmeye başlamıştı çünkü ona kıymet veren dinleyen, anlayan en azından buna gayret gösteren biri vardı artık.

Tuğrul okulunu bitirmiş, şehir dışında çalışıyor ve bir iş arkadaşıyla tuttuğu evde kalıyordu. Ailesi ekonomik durumu çok iyi değildi. Öğretmen olan babasının ve kendi maaşından başka bir gelirleri yoktu. Eğer evleneceklerse en az birkaç sene ailesiyle birlikte aynı evde yaşamak zorundalardı. Picasso’nun kızı bu durumu bile kabul etmişti çünkü hem Tuğrul‘u sevmiş ya da öyle zannetmiş hem de artık şiddetin ve iğrenç durumların olmadığı bir hayatta yer alacağı ümidini beslemeye başlamıştı.

Okul bitince, Tuğrul babasıyla konuşmuştu ama babası çok varlıklı olan bu adamın, ona kızını vermeyeceğinden ve küçük duruma düşürüleceğinden o kadar emindi ki oğluna destek vermedi. Ve Tuğrul çiçeğini alıp Picasso’nun evine gidip babasından onu isteyecek ve ne kadar ciddi olduğunu gösterecekti. Güzel sürpriz yaptığını zanneden ve eve giden Tuğrul, sevdiği kızın evde olmadığını bilmiyor ve kendisine kapıyı açan annenin ise “biz onu verdik, nişanlandı o, git buradan çabuk, şimdi babası gelirse kırar bacakları“ cümlesiyle ters köşe olmuştu.

"Bugün, yarın gelip isteyecek beni, eveleneceğiz" diye bekleyen bu kızın ümitleri suya düşmüştü. Ne olmuştu da artık mektup da gelmiyor, pencerenin önüne de gelip, kendini uzaktan da göstermiyordu ki? Bir türlü anlam veremiyordu, iş ciddiye binince mi geri çekildi? N’oldu o aşık, ilgili genç, birden buhar olup yok olan birine dönüşmüştü? Böyle üzgün, gözyaşı ile geçen, bazen öfkeye dönüşse de hayal kırıklığının daha üst perdeden yaşandığı bir ruh halindeydi.

Aradan birkaç ay geçti ve nihayet kendisine iyi gelen bir şeyler yapmaya karar veren Picasso’nun kızı, bakkala gidip Atatürk Orman Çiftliği'nin o harika içimli şişe sütünü almaya çıkmıştı. Mahallenin çocuğu olan ve uzun zamandır Picasso’nun kızını seven Cengiz, Picasso’nun kızına açılmayı başarmış oldu. Biraz tekrar beğenildiğini görmenin hoşnutluğuyla ve biraz da Tuğrul’a olan kızgınlık ve kırgınlıkla karışık inat bir duyguyla nihayet ondan “Evet“ cevabını almıştı. Bir PTT memuru olan babasıyla konuşan Cengiz, Picasso’nun kızıyla evlenmek istediğini dile getirince, kendi kendilerine hazırlıklar başlamıştı ama içten içe de fakir bir çocuğa kız verilmeyeceğini duyuyor ve ümidini yitiriyordu. Türk filmlerindeki o saçma sapan görüşler ve tutumlar can sıkıcı hal alıyordu.

Mahallede birlikte büyüyen ve ailelerin birbirini bildiği o sokakta artık Picasso’nun kızına Cengiz’in yavuklusu gözüyle bakılıyordu. Cengiz, kıskanç ve uzun zamandır onunla birlikte yuva kurmanın hayalini kuran, inşaat mühendisliği okumuş, civan gibi bir delikanlıydı. Neden daha önce açılamamıştı ki sanki? Bak ne de kolay oldu işte! Üç sene peşinde koşsa da sonunda Picasso’nun kızı onun eşi olacaktı. Ama durum öyle olmadı. Babasının o saçma sapan tutumları yüzünden, Cengiz daha kendisini ifade edemeden, babasının çalışanları tarafından bir güzel dövülmüş ve aynı sopayı evde Picasso’nun kızı da yemişti.

Cengiz işi inada bindirip, ertesi gün kapıya dayandığında ona zarar geleceğinden emin olan Picasso’nun kızı ise “seni sevmiyorum, ben başkasıyla nişanlandım” cevabı ile ölmekten beter etmişti Cengiz’i. Belli ki bu lanet herifin istediği biriyle evlenebilecekti. Çevrede Picasso’nun gelinleri olmasını isteyen çoktu ama hepsi babasının arkadaşlarının, zengin ve gösterişli ailelerdi. Oysa şehir dışına gidebileceği biriyle evlenmek istiyordu. O zaman o lanet heriften uzakta mutlu olacağı kanaatindeydi. Ne yapsa da şehir dışından biriyle evlense bilemiyordu. Çocukluk işte aslında evlendiğinde artık ona babası yerine eşinin hükmedeceğini ve onunda sürekli baba ve annesiyle görüşeceği düşüncesine kapılmıştı. Daha evden gitmeden, o evde de içten içe bastırılacağına inanıyordu ve bunu çoktan kabullenmişti.

Görülen o ki; bu gerçek ve çok can sıkıcı hikâyede de olduğu gibi, mutsuz evdeki çocuklar dışarıya meylediyor ve sonuçları iyi olmayabiliyor. Evimizde iletişim önemli. Her zaman güllük gülistanlık bir hayat yok elbette, ama sevmek ve sevildiğini hissetmek, karşılıklı saygı ve güven çok önemli… Tüm ilişkilerde üçlü sac ayağı gibi kıymetli…