Yanıyoruz… Ama sıcaktan değil
Yaz geldi, güneş kavuruyor…
Ama asıl yakan, gökyüzünden gelen değil; halkın içine işleyen geçim derdi, çaresizlik ve umutsuzluk.
Çünkü insanlar sıcaktan değil, yoksulluktan, çaresizlikten yanıyor.
Tatile gidebilen mutlu azınlığı bir kenara bırakalım…
Halkın büyük bölümü artık mahallesindeki parka bile gitmeye çekiniyor.
Bir bardak çay içmek, bir simit almak bile lüks haline geldi.
TÜRK-İŞ’in Ocak 2025 raporuna göre dört kişilik bir ailenin yalnızca gıda için gereken aylık tutar 22 bin 131 TL.
Tüm temel ihtiyaçlarla birlikte yoksulluk sınırı ise 72 bin 88 TL.
Peki ya asgari ücret? Sadece 22 bin 104 TL!
İnsanlar, evde bir bardak çayın hesabını yapar hâle geldi; kuru ekmekle günü geçirmeye çalışıyor.
TÜİK’e göre Mayıs 2025’te işsiz sayısı 2 milyon 972 bin.
Dar tanımlı işsizlik yüzde 8,4; geniş tanımlı (atıl işgücü dahil) oran yüzde 31.
Genç işsizlik oranı yüzde 15,4.
Üniversite diploması olan her 15 gençten yalnızca biri iş bulabiliyor.
Yeni doğan bebek sayısı hızla düşüyor.
Çünkü kimse geçinemeyeceği, geleceği olmayan bir dünyaya çocuk getirmek istemiyor.
Doğurganlık oranını 3’e çıkarma hayali konuşuluyor ama bu koşullarda bu düşünce gerçeklikten kopuk.
İnsan önce “üç çocukluk bir hayat” kurabilecek zemini bulmalı.
Kendi yaşamını kuramayan, hayalini bile yaşayamamış bir gencin çocuk sahibi olmasını beklemek—üstelik üç çocuk—mantıkla açıklanamaz.
Bu kriz sadece ekonomik değil; aynı zamanda insan onurunun sistematik şekilde çiğnenmesidir.
Eğer asgari ücret açlık sınırına denkse, o sistem halkını ayakta tutamaz.
Eğer insanın derdi umursanmıyorsa, o sistem insanı yaşatmaz.
Emekliye, gence, dar gelirliye üç kuruş verilmekten çekiniliyorsa…
Bilin ki o para yurtdışına kaçmaz; pazara, bakkala, esnafa gider; piyasayı canlandırır, devlete vergi olarak döner.
Ama korkuluyor. Çünkü bu halk unutulmuş.
Ve daha acısı: Muhalefet bile bu unutulmuşluğun farkında değil.
Emekliye 17 bin lira reva görülürken, “Bu kabul edilemez!” diye Meclis kürsüsünü inleten birini gördünüz mü?
Meydan meydan dolaşıp, “Bu halk açlıktan ölüyor!” diye haykıranı duydunuz mu?
Ben duymadım. Siz de duymadınız.
Ama neyi gördük?
Memleketin sırtından geçinenlerin dertlerini kendine dert edinenleri…
Milletin açlığına değil, başka hesaplara kefil olanları…
Halk için değil, başka planlar için susanları…
Ve halk için değil, başka amaçlar için bağıranları…
Çağrımız net:
Bu milletin boğazından geçen bir lokma, bu ülkenin gerçek kurtuluş reçetesidir.
Asıl yatırım, insanın geleceğine yaşama umuduna yapılan yatırımdır.
Gelin artık sadece beton değil, insan inşa edin.
Aksi halde bu yangın, bir gün sizin de içinizi yüreğinizi yakar.
Ve o zaman ne yaparsanız yapın, vicdanınızı susturamazsınız.