Göz göre göre gelen ama görülmeyen tehlike
Söylendi.
Yine söyleniyor.
İsrail önce Filistin’e (Gazze) saldırdı. Ardından Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak’a yöneldi.
Şimdi ise İran’ın kapısında. Ve aralıksız saldırıyor.
Bu coğrafyada hâlâ farkında olmayanlar varsa, açıkça söyleyelim:
Hedef Türkiye olabilir.
Çünkü Ortadoğu’da güç dengelerini değiştirmek isteyenler, önlerinde en büyük engel olarak Türkiye’yi görüyor.
Ortadoğu topraklarında altın fışkırıyor, petrol oluk oluk akıyor.
Ancak bugün ortaya çıkan tablo gösteriyor ki; tüm bu zenginliğe rağmen, bölgede savunma sanayisine yeterli yatırım yapılmadığı net biçimde anlaşılıyor.
İran bunun son ve açık örneği:
Hava gücü yetersiz, istihbarat zayıf, radar sistemleri sınırlı.
Teknolojik altyapı eksik.
Buna rağmen bir alanda “başarıları” var:
Özgürlük yok. Kadın hakları yok. Eğitim zayıf. İnsan hakları neredeyse yok hükmünde.
Bu konularda âdeta dibe çakılmış durumdalar.
Sonuç ortada:
Dün “yok” sayılan küçük bir ülke,
bugün geliyor; komutanlarınızı, bilim insanlarını bir gecede etkisiz hâle getiriyor.
Karşılık verilemiyor.
Sadece izleniyor.
Çünkü hazırlık yok.
Çünkü istihbarat zayıf.
Çünkü savunma yetersiz. Çünkü ajanlar ülkenizde cirit atıyor.
Ve bu tabloya bakıldığında sorulması gereken soru net:
Biz bu durumdan ders çıkaracak mıyız?
Çıkarmamız gerekiyor.
Çünkü bugün yapılan birçok yorum, sıradaki hedefin Türkiye olabileceğini gösteriyor.
Ama bizim bir zamanlar öyle bir liderimiz vardı ki...
Mustafa Kemal Atatürk.
Kurduğu Cumhuriyet, dünyada bir yıldız gibi parladı.
Çünkü temeli şu dört ilkeye dayanıyordu:
Bağımsızlık. Güçlü ordu. Güçlü savunma. İnsan hakları.
Çünkü o, bugünü görüyordu.
Bugün de yapılması gereken çok açık:
Harp okulları yeniden açılmalı.
Askerî hastaneler geri dönmeli.
Savunma sanayi, tüm gücüyle desteklenmelidir.
Bu işin şakası yok.
Savaş kapıya dayandığında, kimseye görüş sormaz.
Herkese zarar verir. Herkese dokunur.
Ve işte tam da burada — metnin tam ortasında —
kutuplaşmayı değil, birleşmeyi; ayrışmayı değil, omuz omuza durmayı hatırlamak gerekir.
Bu millet, en zor zamanlarda nasıl kenetlendiğini tarih boyunca defalarca göstermiştir.
Bugün de o ruhu yeniden yaşamanın günüdür.
Türk milleti barış ister.
Çünkü barış yaşatır, geliştirir, güçlendirir.
Ama herkes iyi bilmelidir ki:
Türk milleti, saldırıya uğradığında da ne yapacağını gayet iyi bilir.
Tarih boyunca bu böyle olmuştur.
Bugün de kimse Türkiye’yi; zayıf bırakılmış, karşılık veremeyen ülkelerle karıştırmamalıdır.
İstemeyiz. Ama gerekirse, Türk milleti gerekeni yapar.
Peki bugün ne yapılıyor?
Savaş ihtimali kapıya dayanmışken...
Ülkenin etrafı ateş çemberine dönmüşken...
Ekonomik kriz her eve çökmüşken...
Siyasiler neyle meşgul?
Koltuğu koruma telaşıyla.
Toplumun önüne yapay gündemler koymakla.
Çünkü halk asıl sorunları konuşursa, o koltuklar sallanacak diye korkuyorlar.
Adalet mi?
İşlerine gelirse var.
Gelmezse “adalet yok” nidaları yükseliyor.
Oysa hâlâ o koltuklardaysanız, bunu adalet sayesinde sağladınız.
Madem adalete güvenmiyorsunuz, o zaman yetkilerinizi bırakın.
Adaleti kanunu yok sayan, kendi meşruiyetini de yok saymış olur.
Çünkü adaletin olmadığı yerde, ne özgürlük olur, ne demokrasi.
Artık sahte gündemleri bırakıp, gerçeklerle yüzleşme zamanı.
Gerçek gündem nedir?
Savaş tehdidi.
Ekonomik çöküş.
İşsizlik.
Geçim sıkıntısı.
Ama siyasiler hâlâ başka hesapların peşinde.
Çünkü gündemi değiştirirlerse halk gerçekleri konuşamaz sanıyorlar.
Ama halk görüyor.
Sessizce izliyor.
Not alıyor.
Ve o sandık günü geldiğinde, elindeki tek ama çok güçlü söz hakkını kullanacak.
Hem de hiç tereddütsüz.
Ve o gün geldiğinde kimse çıkıp,
“Biz anlamamıştık” diyemeyecek.