Picasso’dan bile daha güzel bir resmettim…
Çocuğunu herhangi bir şekilde şiddet görürken (gerek fiziksel gerek psikolojik şiddet ya da cinsel istismar olsun,) ona uygulanan şiddete sessiz kalmak işlenen suça, vicdansızlığa suç ortaklığı etmekten başka bir şey değildir.
Önceki yazımda; küçük yaştaki çocukları şiddet görürken, korumak yerine görmezden gelen bir anneden ve büyük çocuğun daha fazla dayak yemek pahasına kardeşlerini korumayı tercih ettiğinden bahsetmiştim. Şiddetin birçok ailede görüldüğü üzere, şiddet sadece fiziksel şiddet olarak kalmaz, yanında psikolojik şiddet de eşlik eder. Biz anneler, çocuklarımızı bu tür durumlardan koruyabilmek için onları koruyabilecek güçte ama daha öncesinde o ‘BİLİNÇ’te olmak zorundayız. Ya o güce ve bilince sahip değilsek ne olacak peki?
Evde, evinin temizliği ve yemeğinden başka bir sorumluluğu olmayan o annenin, kendisi koca dayağı yerken çocuğunun dayak yemesinin de önüne geçmesi beklenemez diye düşünülebilir belki ama ben bunun aksine, kendisi şiddet gördüğünde sessiz kalabilse de doğurduğu yavrusuna sahip çıkmak ve o dayağı tekrar yiyeceğinden emin olsa da çocuğunu korumayı tercih etmesi daha olasıdır diye düşünüyorum.
Yalnız bu ailede, durum pek böyle değildi. Annenin tarikatlara gidip hu çekmesi, namusun ve AR’ın da sadece örtünmekten değil aynı zamanda eşiyle birlikte olmasının günah sayıldığı, ayıp diye nitelendirildiği ve yazık ki gece gündüz ibadetle geçirilen bir ömrün eşiyle geçirilen mutlu bir evlilikten daha kıymetli ve sevap olduğu inancı eşler arasındaki fikir ayrılığını iyice körüklemekteydi. Bu yoz ve bağnaz düşünce ile kendi sapkınlıklarına kılıf arayan ve uyduran baba ise ilgisiz kaldığı kılıfı ile kendini aklamaya çalışıyordu. Bu bencil anne babanın zorbalığı ile karşı karşıya kalan çocuklar daha da örseleniyordu... Çok daha yazık ki babanın boşanmak istemesi ve annenin “Nasıl geçiniriz, nasıl yaşarız, hem el alem ne der?" savunmasının ardında ise sadece celladına aşık, gurursuz ve onursuz bir aşk sanılan ezilmenin, aşağılık kompleksinin yatmakta olduğu gerçeğini 11 yaşındaki en büyük çocuk bile farkındaydı. Çünkü babanın durumu, değil bir eski eş ve üç çocuğa, o koca mahallenin tamamının geçimini bile sağlayacak kadar iyiydi. El alem ne der bahanesi ise koca bir yalandı; çünkü artık o mahalle de o büyük aşiret tarzı sülale de çok iyi biliyordu, o baba müsfettesinin nasıl biri olduğunu.
Babanın her dişi kediye bile yürüyen, eve gelen misafire bile yan gözle bakan pis bir isterik olduğunu herkes biliyordu. O yüzden o kızcağız çok iyi biliyordu ki ne geçim derdi boşanıp kurtulmaya engel, ne de el alemin dedikodusu. O adamın sapkınlıklarına rağmen, şiddet ve sınır bilmeyen hakaretlerine rağmen her şeye göz yummak ona göre aşağılık ve onur kırıcı bir durumdan başka bir şey değildi.
Aslında bütün bunları yaşarken o kızcağız nasıl bir evlilik istemediğinin resmini çiziyordu kafasında. Hatta nasıl bir kadın, nasıl anne olmayacağının resmini. Hatta o bir resim ki henüz resmedilmemiş ve Picasso'dan bile daha güzel bir resim…