“Bir gün mezun olacağız ama… Gerçek hayat hangi derste anlatılıyor?”
Bir gün mezun olacağız. Diplomanın mürekkebi kurumadan, kütüphane masasındaki kahve lekelerini bile unutmadan yeni bir sayfa açacağız.
Ama bazen düşünüyorum: Gerçek hayata hazır mıyız gerçekten?
Yıllarca ders çalıştık, sunum yaptık, vize-final döngüsüne alıştık. Peki ya hayatın sınavına?
Orada ne çoktan seçmeli sorular var, ne de açık uçlu cevaplar. Her şey pratik, her şey anlık. Hata yaparsan, “telafi haftası” yok.
Büşra geçen gün kampüsün bahçesinde sessizce şöyle dedi:
“Hocamlar bize her şeyi öğretti ama kirayı nasıl ödeyeceğimizi, hayatla nasıl başa çıkacağımızı kimse anlatmadı.”
Belki de en haklı cümle buydu.
Çünkü bazen insan, sadece iş bulmak için değil, kendini bulmak için de uğraşıyor.
Mezuniyet, çoğumuzun gözünde bir kurtuluş gibi duruyor. Ama perde aralandığında karşımıza çıkan sahne, tahmin ettiğimizden farklı.
Bir yanda iş ilanları arasında kaybolan hayaller, diğer yanda “deneyim şart” cümlesiyle kapanan kapılar…
Oysa biz zaten deneyimden ibaretiz: geçim mücadelesi, umut biriktirme, yeniden başlama cesareti…
Hepsi öğrencilikle birlikte öğreniliyor.
Kampüs kapısından çıkarken fark ediyoruz aslında:
Mezuniyet, bir bitiş değil, büyük bir sorunun başlangıcı.
“Ben kimim ve ne yapacağım?”
Bu soru, en zor sınav sorusu belki de.
Ve onun cevabı kitaplarda değil, yolda bulunuyor.
Ama biliyorum, yine de pes etmeyeceğiz.
Çünkü biz, kütüphanede sabahlarken de, otobüste uyuklarken de hayal kurmayı hiç bırakmadık.
Bir gün mezun olacağız, evet…
Ama o güne kadar değil, o günden sonra da mücadele etmeye devam edeceğiz.
Çünkü asıl hayat, o tören kürsüsünden indikten sonra başlıyor.
Ve biz, o hayata adım atmaya hazırız — diplomasız da olsa inançla.