Serkan Baygınoğlu

Serkan Baygınoğlu

“Üniversitenin görünmeyen sınıfları: Topluluklar”

Pazar sabahlarının o yumuşak sessizliğinde, öğrencilik yıllarında çoğu kişinin fark etmeden yanından geçtiği ama hayatı en çok şekillendiren alanları düşünürüm.

Üniversite toplulukları… Bir tabeladan, bir WhatsApp grubundan ya da bir etkinlik afişinden çok daha fazlası. Aslında kampüsün ritmini belirleyen gizli bir akış gibidir. İçine dahil olanı büyüten, adım atanı dönüştüren bir dinamiktir.

Bir topluluğa ilk kez girdiğinizde kimse sizi tanımaz; hatta siz bile kendinizi tam tanımıyorsunuzdur. Ama bir bakmışsınız, bir toplantıda fikir öne sürmekten çekinmeyen biri olmuşsunuz. Bir etkinlik sırasında görev almakla başlayan yolculuk, sorumluluk duygusunun en samimi hâlini öğretir insana. İnsanlarla birlikte bir şey üretmenin verdiği tatlı telaş, kişide fark edilmeden bir özgüven oluşturur. Çok konuşmayanın sesi açılır, çekingenin adımı genişler, yalnız hissettiğini sananın aslında büyük bir ekibin parçası olduğu ortaya çıkar.

Yazının Devamı

Kampüsün sessiz ama cömert ekosistemi

Bazı şeyler okulun broşüründe yazmaz. Ders programlarında, fakülte kataloglarında ya da tanıtım videolarında da göremezsiniz… Ama yine de üniversiteyi üniversite yapan tam olarak bu “görünmeyen fırsatlar”dır.

Bugün size biraz o görünmeyenlerden söz etmek istiyorum.

Öğrencilik hayatı çoğu zaman sadece derslere yetişmeye çalışmak, vize-final arasında nefes almak ve bol bol çay-kahve tüketmek gibi görünür. Fakat aslında kampüs, fark eden için başlı başına bir eğitim alanıdır. Bir kulübe katılmak, bir arkadaş grubuyla proje üretmek, bir hocayla sohbet etmek, bir etkinlikte görev almak… Bunların her biri, gelecekte CV’ye yazılacak bir satırdan çok daha fazlasıdır.Ben hep şuna inanırım: Üniversite, kapısını çalanı ödüllendirir. Çünkü üniversite dediğimiz yer, sessiz ama cömert bir ekosistemdir. Bir sunuma yardım etmek bile yeni bir bağlantıya; bir topluluğa katılmak yeni bir bakış açısına dönüşebilir.

Yazının Devamı

“Bir öğretmenin dokunuşu, bir öğrencinin yolu”

Bazen bir sınıfa girersiniz ve ilk bakışta her şey sıradandır: tahta, sıralar, duvardaki afişler… Ama bir süre sonra fark edersiniz ki o odanın havasını değiştiren tek şey vardır: öğretmenin sesi. Çünkü bazen bir insanın hayatındaki en güçlü motivasyon cümlesi, hiç ummadığı bir anda duyduğu bir “Bak, sende ışık var” sözüdür.

Geçen hafta kampüste yürürken iki öğrencinin sohbetine kulak misafiri oldum. Birisi diğerine, “Hocam çok yoruyor ama garip şekilde motive oluyorum” diyordu. İçimden “İşte öğretmenlik tam da bu” dedim. Yoruluyorsun, kızıyorsun, bazen bunalıyorsun ama yine de bir şekilde o insan seni ileri doğru itiyor. Çünkü öğretmen, sadece bilgi aktaran değil; insanın omzuna görünmez bir destek koyan kişidir.

Hepimiz öğrenciyken öğretmenlerden zaman zaman şikâyet ettik. “Çok ödev veriyor”, “Notu düşük veriyor”, “Bizi anlamıyor” dedik. Ama şimdi düşünüyorum da… Belki de en çok emek veren, en çok yorulan, çoğu zaman evine bile kendi işini taşıyan onlardı. Biz sınav stresi yaşarken, onlar bizim gelecek stresimizi taşıyordu.

Yazının Devamı

“Bir cümle yetiyor bazen…”

Öğrencilik hayatında insan pek çok şeyi unutuyor; sınav tarihlerinin kaydığı dönemleri, sabahladığı kütüphaneleri, yetişmeyen ödevleri… Ama bazı şeyler var ki, yıllar geçse de hafızadan silinmiyor: Bir öğretmenin sarf ettiği tek bir cümle.

Geçen gün kampüste yürürken, öğrencilerin kendi aralarında “Hocam çok sert ama bir o kadar da iyi niyetli” diye konuştuğunu duydum. İçimden gülümsedim. Çünkü hepimiz bir zamanlar o masada oturup aynı cümleyi kurduk: “Bizi anlamıyorlar.”Ama sonra yıllar geçiyor, büyüyoruz, biraz yoruluyoruz ve anlıyoruz ki aslında öğretmenler bizi o gün bizden daha iyi görüyormuş.

Öğrenci, çoğu zaman kendini bulunduğu anda kaybolmuş hisseder. Gelecek kaygısı, not stresi, aile baskısı, bir türlü yetişmeyen beklentiler… Bu hengâmede bir öğretmenin omzuna koyduğu el, bazen bütün hayatı toparlayan küçük bir işarettir.Çünkü öğrencinin en çaresiz anında duyduğu “Sen yaparsın” cümlesi, dışarıdan kimsenin anlamadığı bir güç verir.

Yazının Devamı

“Sessiz bir kalabalığın içinde: Ankara’da öğrencinin görünmeyen yükü”

Üniversite yılları hepimize “hayatın en güzel dönemi” olarak anlatılır. Yeni bir şehir, yeni bir çevre, özgürlük, deneyimler… Fakat Ankara’da okuyan binlerce öğrenci için bu tablo bazen dışarıdan göründüğü kadar parlak değil. Özellikle de görünmeyen bir yük var ki, çoğumuz fark etmiyoruz: psikolojik destek ihtiyacı.

Son yıllarda Ankara’daki üniversitelerde bir sorun giderek büyüyor. Öğrenciler ders yükü, ekonomik zorluklar, aile baskısı, gelecek kaygısı ve sosyal uyum gibi sebeplerle psikolojik olarak her zamankinden daha fazla zorlanıyor. Fakat ne yazık ki destek almak bu kadar kolay değil. Randevular haftalar sonraya veriliyor, çoğu zaman bir öğrenci danışmanıyla görüşebilmek için dönem bitiyor, sorun aynı kalıyor. Bu şehirdeki öğrenciler; kalabalığın içinde sessizce kendini yiyip bitiren bir kitlenin temsilcisi.

Bir arkadaş sohbetinde çokça duyduğum bir cümle var: “İyiyim.”Aslında hiçbiri tam olarak iyi değil. Bir ders geçilecek, bir sınav bitecek, bir kira ödenecek, bir proje tamamlanacak diye kendimizi sustura sustura yaşıyoruz. Ankara’nın soğuğu, şehrin gri havası bir yana; en çok içimiz üşüyor. Üniversitelerimizin rehberlik ve psikolojik danışmanlık merkezleri, bu ihtiyacı karşılamada ne yazık ki yetersiz kalıyor. Randevu almak bir lütuf gibi, görüşme süresi ise neredeyse nefes almaya bile yetmiyor.

Yazının Devamı

“Hayallerle geldik, gerçeklerle tanıştık”

Liseden mezun oldun, üniversiteye kabul aldın. Çantanı topladın, fotoğraflar çekildi, herkes “artık özgürsün” dedi. Ve sen, büyük bir heyecanla yeni bir sayfa açtın hayatında.

Ama ilk günlerde fark ettin ki, hayaller biraz farklı, gerçekler biraz daha ağır. Dersler düşündüğünden karmaşık, kampüs o kadar da renkli değil. Sınıflar kalabalık, kantin uzun kuyruklarla dolu, kütüphane sessiz ama biraz korkutucu. Her köşede yeni bir hayat, ama sen hâlâ kendi yolunu arıyorsun.

Arkadaşlar edindin, ama herkesin kendi derdi var. Not sistemi, sunumlar, vize-final telaşı… Lisedeki her şey ne kadar da basitti! O zamanlar tek derdin sınavdı; şimdi sınav, iş arayışı, burs, sosyal hayat ve kendini bulmak arasında gidip geliyorsun.

Yazının Devamı

Ailem anlamıyor ama ben anlıyorum

Bazen akşam yemeğinde sessizlik olur ya, sadece çatalın tabağa değdiği duyulur…İşte o anlarda fark ediyorum: Ailem beni anlamıyor.Ama artık bunun için onlara kızmıyorum. Çünkü ben de kendimi yeni yeni anlıyorum.

Onlar için okul, sadece “okumak.”Sınavdan yüksek not almak, dersine girmek, mezun olmak…Ama benim için bu yol biraz daha karışık.Çünkü ben sadece diploma değil, kim olduğumu bulmaya çalışıyorum.

“Ne var ki, okuluna gidiyorsun işte” diyorlar bazen.Oysa ben, her sabah kalabalık bir otobüste hem uykusuzlukla hem kaygıyla savaşıyorum.Bazen bir ödev için sabahlıyorum, bazen ne yaparsam yapayım yeterli hissetmiyorum.Ama anlatmaya kalksam, “abartma” diyorlar.

Yazının Devamı

“Bir gün mezun olacağız ama… Gerçek hayat hangi derste anlatılıyor?”

Bir gün mezun olacağız. Diplomanın mürekkebi kurumadan, kütüphane masasındaki kahve lekelerini bile unutmadan yeni bir sayfa açacağız.Ama bazen düşünüyorum: Gerçek hayata hazır mıyız gerçekten?

Yıllarca ders çalıştık, sunum yaptık, vize-final döngüsüne alıştık. Peki ya hayatın sınavına?Orada ne çoktan seçmeli sorular var, ne de açık uçlu cevaplar. Her şey pratik, her şey anlık. Hata yaparsan, “telafi haftası” yok.

Büşra geçen gün kampüsün bahçesinde sessizce şöyle dedi:“Hocamlar bize her şeyi öğretti ama kirayı nasıl ödeyeceğimizi, hayatla nasıl başa çıkacağımızı kimse anlatmadı.”Belki de en haklı cümle buydu.Çünkü bazen insan, sadece iş bulmak için değil, kendini bulmak için de uğraşıyor.

Yazının Devamı

Kütüphane mesaisi

Bir dönem daha geldi geçti derken, yine o meşhur dönem yaklaştı: Vize haftası.Kütüphaneler doldu, kahve makineleri tıkandı, öğrencilerin göz altlarıysa karardı. Ama içimizde hep aynı cümle dönüyor: “Bu sefer erken başlayacaktım.”

Büşra dün gece saat üçte hâlâ kampüs kütüphanesindeydi. Masasının üstünde fosforlu kalemler, notlar, yarısı içilmiş bir kahve…Bir yan masada biri esniyor, diğerinde biri uykusuzluktan satır arası sayıklıyor. Hepimiz aynı kaderin yolcusuyuz: Vize savaşçıları.

Kütüphane artık sadece bir çalışma alanı değil, öğrenciliğin en canlı sahnesi.Kimi yerde fısıltıyla konu anlatanlar, kimi köşede gözünü kapatıp beş dakikalık molayla günü kurtarmaya çalışanlar…Kahveyle sabrı, uykusuzlukla inadı dengelemeye çalışıyoruz.Ve her biri ayrı bir hikâye: notlarını paylaşan dostluklar, sessiz gülüşler, “bu sayfa da bitsin bırakacağım” yalanları…

Yazının Devamı

Ankara'da öğrenci olarak ev bulmak mı, evde kalmak mı?

Ev Bulmak mı, Evde Kalmak mı?Bir öğrenci için ev, bazen dört duvardan ibaret değildir. Kimi için sessiz bir sığınak, kimi için ise ay sonu geldiğinde bir stres kaynağıdır.Artık “ev bulmak” da “evde kalmak” kadar zorlaştı. Çünkü fiyatlar yükseldikçe, öğrencinin hayali küçülüyor. Balkon hayali, sonra oda; oda hayali, sonra bir köşe oluyor.

Eskiden “ev arkadaşı” denince akla paylaşmak gelirdi; şimdi masraf bölüşmek geliyor. Artık kimse kimseyle film izleyip kahve içmek için değil, kira ödeyebilmek için aynı evde yaşıyor.Ve ironik olan şu ki; evin içi kalabalıklaştıkça, öğrencinin yalnızlığı da artıyor. Çünkü her birimiz kendi derdimize kapanıyoruz.

Bir köşede staj ilanlarına bakan biri, diğer köşede KPSS notlarını karalayan diğeri… Aynı odadayız ama başka hayatlarda.

Yazının Devamı

Burs ayın onunda, umut on birinde biter

Büşra, Ankara’nın soğuk bir sabahında kahvesini yudumlarken hesap uygulamasını açıyor.

“Burs yatmış mı?”

Her ayın en heyecanlı, en kısa süren anı bu. Çünkü o rakam ekrana düşüyor, ardından saniyeler içinde buhar olup gidiyor. Kira, market, ulaşım derken geriye sadece “nasıl geçecek bu ay?” sorusu kalıyor.

Yazının Devamı

Otobüs gelmiyor, hayaller gecikiyor

Sabahın köründe uyanıyoruz. Henüz gözümüzü tam açamadan telefon elimizde; “EGO otobüsü kaç dakikada gelir?” araması yapıyoruz.

Uygulamada 6 dakika yazıyor ama biz biliyoruz ki, o 6 dakika, 16’ya dönüşecek. Belki de o otobüs hiç gelmeyecek. Çünkü Ankara’da öğrenci olmak biraz da “beklemeyi” öğrenmek demek.

Bir yandan ders saati yaklaşıyor, bir yandan durağın soğuğu iliklere işliyor. Yüzlerce öğrenci aynı otobüse sığmaya çalışıyor; nefes almak bile lüks.

Yazının Devamı

KYK kahvesi, bitmeyen dertler

Sabah yurdun kantininde yine aynı manzara… Elinde poğaça, yanında en ucuz kahve, yüzünde yorgun bir ifade. KYK sabahları böyle başlar zaten. Kimisi son dakika derse yetişmeye çalışır, kimisi uykuyla vicdan arasında kalır: “Bir derse girmesem ne olur ki?”

Üniversite hayatı dışarıdan çok parlak görünür. Ancak işin içine girince anlıyorsun, o parlaklık biraz da floresan ışığından. Yurt odasında dört kişi kalırsın; biri sabaha kadar dizi izler, diğeri online derse girer, sen de bir yandan sessizce sınava çalışmaya çalışırsın.

Sonra “Gençlik bu!” derler. Evet ama bu gençlik biraz yorgun, biraz umutsuz, biraz da kahkaha atarken bile düşünceli.

Yazının Devamı