Mustafa Özver

Mustafa Özver

Ekonomiyi okumak: Oralara bakma, oranlara bak

Öncelikle yarın kutlayacağımız 30 Ağustos Zafer Bayramınızı gönülden tebrik ediyorum. Bu vesileyle, Cumhuriyetimizin temelini atan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyorum. Mehmet Âkif Ersoy’un dediği gibi, “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.” Amin. Bu duayı, yalnızca savaşlarda değil, ekonomide de bağımsızlığın korunması için tekrar etmeliyiz.

Bugün ayrıca benim için çok özel bir gün: Eşim Hatice Hanım ile evlilik yıl dönümümüz. Buradan ona da bir teşekkür borçluyum. Belki ekonomi yazısına böyle kişisel bir notla başlamak biraz şaşırtıcı gelebilir ama ekonominin özü de aile bütçesi gibi: önce sevdiklerinizi korumak, sonra geleceği güvence altına almak.

Son günlerde farklı ağızlardan farklı değerlendirmeler duyuyoruz. Hükümet “Türkiye büyüyor” diyor, muhalefet “enflasyon çok yüksek” diyor, TÜİK enflasyon için ayrı bir rakam, ENAG başka bir rakam açıklıyor. Ekonomistlerin de her biri kendi perspektiflerinden ayrı ayrı yorum yapıyor. Bu durumda haklı olarak vatandaş şu soruyu soruyor: “Ben hangi rakama inanayım, kime güveneyim?”

Yazının Devamı

Balonlar: Kapadokya’da güzel ama ekonomide değiller

Evet, balonlardan bahsediyorum. Kapadokya’ya giderseniz, özellikle sabah saatlerinde gökyüzüne yükselen o ticari ve turistik balonları görürsünüz. Rengârenk, gerçekten büyüleyici bir manzaradır. Hatta bir çılgınlık yapıp binerseniz, unutulmaz bir deneyim yaşarsınız, tavsiye ederim. Ama son yıllarda balonlar yalnızca Kapadokya’da değil; ekonomide de karşımıza çıkıyor. Üstelik bu kez manzara değil, yüksek risk gösteriyor. Çünkü ne finans dünyasında şişen bu balonlar güzeller, ne de yükselen yeşil barlar peri bacası.

Son çeyrek asırda teknoloji firmaları, sermaye akışının mıknatısı haline geldi. Nasdaq endeksi ortalama 4,5–5 kat yükseliş kaydetti, bu da aşırı bir iyimserliğin işareti mi acaba dedirtiyor. Sermaye, bu çağda artık kolayca farklı coğrafyalara dökülüyor; dünyada ticaret ve direkt yabancı yatırımlar büyük ivme kazandı. Pekala, teknoloji sektörüne yatırım yapmak akıl karı mı, yoksa pandemi sonrası “balon olduğunu unuttuğumuz bir balon” mu? Bir yandan Goldman Sachs, bu dönemde teknoloji sektörünün arkasında sağlam temeller olduğunu savunuyor: büyük şirketler kârlı, nakit rezervli, sağlıklı fakat değerlemeler zirvede. Buna rağmen spekülasyon ve ICO/IPO coşkusu, dikkat edilmesi gereken bir boş heyecan yaratıyor. Bunlar nedir derseniz öncül satışlar veya halka arz hacimleri denebilir.

Son çeyrek asırda dünya ekonomisinde dot-com balonu, 2008 mortgage krizi, COVID-19 pandemisi, ticaret savaşları gibi birçok krizle yüzleştik. 2020 çöküşünün arkasında sistemi içinden çürütmüş balonlar olduğu da akademik araştırmalarda zaten ortaya kondu. Türkiye cephesindeyse döviz atakları, enflasyonun can yakıcılığı ve mantıksız büyüme derken kendi balonlarımızı yaşadık ve yaşıyoruz. Hükümet ülkeyi bazı yıllar neredeyse yüzde 10 değerine kadar yükselen büyümeler ile yönetirken dış kaynaklı krizlere karşı korumasız kalmasına yol açacak politikalara kapı araladı. Sadece bizim hükümetimiz değil tüm dünya aslında olacakları öngöremedi ama artık finansal olarak daha kırılgan bir dünyaya gidiyoruz gerçeği ortada ve dikkat etmeliyiz.

Yazının Devamı

Kur Korumalı Mevduat: Bitti mi, bitmedi mi?

Türk ekonomisi bazen bana bir tiyatro gibi geliyor, bir komedi skeci oynanıyor sanki. Hatırlayın: bir dönem gözleri ışıldayan eski Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, Kur Korumalı Mevduat (KKM) ile bu tiyatronun sahnesine çıkmıştı. Hatta takip edenler hatırlayacaktır, Güldür Güldür ekibi de bu “ışıltılı gözleri” bir skeçle hicvetmişti. O yüzden tiyatro benzetmesi bana daha uygun geldi. KKM gelince döviz kuru sert düştü, alkışlar koptu. Ama perde kapandığında hükümete yakın çevrenin söylemleri ile sahne arkasındaki gerçek aynı değildi: bugün KKM hesapları azalıyor ama zarar başka kapılardan içeri sızmaya devam ediyor.

Merkez Bankası rezervleri artıyor, evet. Fakat asıl mesele şu: yüksek faiz, dolar karşısında bile “iyi kazanç” sunduğuna göre, bu sistemin faturası geleceğin omuzlarına yüklenmiş olmuyor mu? Bir nevi kredi kartıyla alışveriş yapıp borcu çocuklara bırakmak gibi. Üstelik üretimden çok faiz gelirine yaslanan bu tablo, ihracatçı şirketlerin yükünü ağırlaştırıyor. Vergilerin yükseltilmesi ve Mehmet Şimşek’in sert mali disiplini, iş dünyasında “kazancımız değil, sabrımız eriyor” dedirtiyor.

Ekonomide sadece para değil, güven de sermayedir. Ancak bizde bu sermaye hızla eriyor ve özellikle israfa harcanıyor malesef. Sahte diploma skandalını gözünüzün önünde tutun: diplomalar bile şaibeli olunca, alın teriyle çalışan, ekmeği helal olan insanların devlete güven duygusu nasıl ayakta kalacak? Neden üniversitelerde okumak için emek versinler ki? Başkaları satın alıp akademisyen bile olabiliyorken. Hatta belki okuyacağı okuldaki hocası olan kişi bile böyle olabilir artık. Bu bir devletin başına gelebilecek en kötü şeylerden biri. İşte bu güven kaybı, memura ve emekliye “enflasyonu kontrol ediyoruz” diyerek zam vermemekle birleşince toplumda en hafif ifadelerle şu his pekişiyor: “Bazıları bedel ödemiyor, faturayı hep biz ödüyoruz.” Okuyucular bilecektir, bunu önceki yazımda da işlemiştim zaten. https://www.yeniankara.com.tr/yazarlar/mustafa-ozver/memura-zam-hayal-mi-gercek-mi-ruya-mi-masal-mi-121906

Yazının Devamı

Enflasyon mücadelesinde sis yavaşça dağılıyor mu yoksa?

Ekonomi manzarası hâlâ puslu; ama artık elimizde bir fener var. Önümüzü görmeye başladık, fakat ayaklarımız hâlâ çamura batıyor. Bu yazıda, son dönemde yaşanan gelişmeleri dikkate alarak Türkiye ekonomisinin gidişatı ve enflasyonla mücadelede geldiğimiz noktaya dair bazı değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ekonomide “sisli hava” günleri geride bırakılmaya çalışılıyor. Enflasyonla mücadelede yavaş ama net bir ilerleme söz konusu. TÜİK verilerine göre Temmuz 2025 itibarıyla yıllık enflasyon yüzde 33,52 seviyesine gerileyerek piyasa beklentilerinin altında gerçekleşti. Bu rakam, Mayıs’taki yüzde 35,41’lik veriyle kıyaslandığında, sıkı politikaların etkisini göstermesi açısından umut verici. Ancak hâlâ yüzde 30’un üzerinde seyreden enflasyon, başlangıçta öngörülen yüzde 24 hedefinin biraz üzerinde ilerliyor.

Türkiye’nin kredi notu sürpriz biçimde yükseldi; Moody’s, notu B1’den BA3 seviyesine çıkarıp görünümü pozitif olarak güncelledi. Diğer uluslararası derecelendirme kuruluşları da temkinli yaklaşıyor, ama olumlu ton hâkim. Bu gelişmeler risk primlerinin gerilemesine ve uluslararası yatırımcı algısının düzelmesine katkı sağlıyor. Faizlerde de gevşeme başladı; Merkez Bankası, Temmuz’da politika faizini 300 baz puan indirerek adım attı. Kredi maliyetlerinin düşüş sinyali vermesi, ekonomik dengelenmenin bir parçası olarak görülüyor.

Yazının Devamı

Memura zam: Hayal mi, gerçek mi, rüya mı, masal mı?

Evet, bu başlığı özellikle seçtim. Bu ifadeleri yani ünlü müzisyen İsmail YK’nın “Şappır Şuppur” şarkısında geçen o meşhur dizeyi hatırlayanlarınız belki vardır.

Şimdi sormak lazım: Memur-Sen’in istediği gibi, memurun yüzünü güldürecek bir zam yapılıp hayaller gerçeğe mi dönüşecek? Yoksa bu da sadece tatlı bir rüya, hatta masal mı? Gelin birlikte bakalım… ama şimdiden söyleyeyim, fazla umutlanmayın.

Mart 2025 itibarıyla TÜİK, yıllık tüketici fiyat endeksini yüzde 38,10 olarak açıkladı. Resmi rakamlar umutlandırırmış gibi görünse de; marketle, fatura ile yaşadığımız hayat arasında uçurum var. Kiralar, gıdaya yapılan harcamalar, faturalar çok daha hızlı yükseliyor. TÜFE hesaplamalarında “konut” harcamalarının payı yaklaşık yüzde 25. Ne var ki ekonominin göbek bağlarından biri olan kira gideri, bu oranlarla yaşama ne kadar yansıyor gerçekten?

Yazının Devamı

Yapay zekâ balonu: Geleceğin vaadi mi, yeni bir yanılsama mı?

Hepimiz görüyoruz. Son birkaç yıldır teknoloji dünyası adeta yapay zekâ fırtınasına kapılmış durumda. Sohbet robotlarından, görsel üreten sistemlere; borsada işlem yapan algoritmalardan, tıbbi teşhis koyan yazılımlara kadar hayatın her alanına sızdı. Bir zamanlar bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz sahneler artık telefonlarımızın ekranına kadar geldi. OpenAI, Microsoft, Google, Meta, Elon Musk’ın xAI girişimi… Her biri milyarlarca dolarlık yatırımlarla “geleceğin anahtarını” elinde tutmaya çalışıyor. McKinsey, bu alandaki küresel yatırımların önümüzdeki 5 yıl içinde 2 trilyon doları aşacağını öngörüyor. Ancak teknoloji dünyasında büyüyen bu heyecan, geçmişte yaşadığımız bir tecrübeyi akla getiriyor: Dotcom balonu.

2000’li yılların başındaki internet patlamasını hatırlayanlar bilir; o dönemde de teknoloji, “her şeyi değiştirecek” iddiasıyla yatırımcıları kendine çekmişti. Evet, internet hayatımızın vazgeçilmez bir parçası oldu ama kısa vadede o dönemde yapılan milyarlarca dolarlık yatırımın çoğu heba olmuştu. Bugün yapay zekâ alanında da benzer riskler konuşuluyor. Deloitte verilerine göre yapay zekâ projelerinin yüzde 80’i hedeflerine ulaşamadan sonlanıyor. Üstelik sadece başarısız projeler değil, etik riskler de büyüyor: Deepfake dolandırıcılığı, sahte ses kayıtları, yapay zekâ destekli kripto vurgunları… Chainalysis’in raporuna göre bu tip dolandırıcılık faaliyetleri 2024’te yüzde 45 arttı.

Öte yandan ülkeler arası teknoloji rekabeti de sertleşiyor: ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşları, yapay zekâ çiplerine getirilen ihracat kısıtlamaları, küresel dengeleri daha da kırılgan hale getiriyor.

Yazının Devamı

Enflasyonla yüzleşmek: Nereden nereye, neden geriye?

Hepimiz hatırlıyoruz. 2000’li yılların başında Türkiye ekonomisi büyük bir krizle sarsılmıştı. Enflasyonun yüzde 130’lara ulaştığı bir ortamda, yapılan radikal hamleler sayesinde bu oran birkaç yıl içinde yüzde 5 seviyelerine kadar düşürülebildi.

Bu sürecin mimarlarından biri, dönemin Ekonomi Bakanı Sayın Kemal Derviş’ti. Bazılarının "ithal bakan" olarak nitelediği Derviş’in uyguladığı sıkı mali disiplin, döviz çıpası politikası ve reform paketleri kısa sürede meyvesini verdi. Ardından, AK Parti hükümetlerinin ekonomiyi yönettiği ilk yıllarda, Sayın Ali Babacan ile bu politikalar büyük ölçüde sürdürülmüştü.

Avrupa Birliği ile üyelik müzakereleri, IMF ile koordineli politikalar, şeffaflık ve yapısal reformlar, ülkemizi hızlı bir büyüme patikasına sokmuştu. Kişi başına düşen milli gelir artarken, Türkiye uluslararası arenada ekonomik başarı örneği olarak gösteriliyordu. 2008’de ABD’de mortgage kaynaklı kriz çıkarken, biz “teğet geçti” diyorduk.

Yazının Devamı

Savunmadan ekonomiye: IDEF’te parlayan Türkiye

Merhaba, ben Mustafa Özver. Bundan sonra Yeni Ankara gazetesinde haftada iki gün ekonomi yazılarıyla sizlerle olacağım. İlk yazımda sizinle geçen hafta gerçekleşen IDEF’25 Savunma Sanayi Fuarına gideceğiz. Oradan size aktarmak istediklerim var. IDEF Fuarında biz de bir stand açtık (WupSoft şirketi vesilesi ile) ve bu sayede yakından takip etme fırsatım oldu. Bu yazımda savunma sanayimizin ekonomik yönünü aktarmak istiyorum.

Bu seneki IDEF 2025 Fuarı, 22–27 Temmuz 2025 tarihleri arasında gerçekleştirildi; yaklaşık 120 binin üzerinde ziyaretçi ve 103 ülkeden resmi delegasyon katılımıyla gerçekleşen bu etkinlikte toplam 9 milyar dolarlık anlaşma imzalandı, bunun yüzde 65’inden fazlası ihracat odaklı anlaşmalardı. Baykar, 2024 yılında 1,8 milyar dolar ihracat rakamıyla savunma sanayimizin zirvesinde yer alırken, TUSAŞ ve Aselsan da sırasıyla 750 milyon dolar ve 644 milyon dolar düzeyinde ihracat geliri elde etti. Ayrıca, 2024 yılında Türkiye savunma ve havacılık sanayi ihracatı ilk kez 7 milyar 200 milyon doları aşarak küresel arenada gücünü gösterdi; 2025 sonunda bu rakamın 8 milyar doları aşması bekleniyor.

Türkiye’nin savunma sanayi politikası, hükümetin stratejik destekleriyle yalnızca güvenliğimizi değil ekonomik kalkınmamızı da güçlendirmektedir. Bana sorarsanız hükümetin ve Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 seneden fazla başta olduğu süre içerisindeki ekonomiyi olumlu etkileyen en önemli icraatı savunma sanayi çalışmalarıdır. ASELSAN’ın 2024’te 3,48 milyar dolarlık cirosu ve 2025’te milyarlarca dolarlık yeni yatırım planı, bu dönüşümün ekonomik sonuçlarını net biçimde göstermektedir. Baykar, ASELSAN ve HAVELSAN gibi firmaların yüksek katma değerli ürünleri sayesinde ülkemize döviz girdisi artmakta; aynı zamanda caydırıcılık gücümüzdeki artış, uluslararası pazarlarda bize daha avantajlı pozisyonlar kazandırmaktadır.

Yazının Devamı