Yapay zekâ balonu: Geleceğin vaadi mi, yeni bir yanılsama mı?

Mustafa Özver

Mustafa Özver

Tüm Yazıları

Hepimiz görüyoruz. Son birkaç yıldır teknoloji dünyası adeta yapay zekâ fırtınasına kapılmış durumda. Sohbet robotlarından, görsel üreten sistemlere; borsada işlem yapan algoritmalardan, tıbbi teşhis koyan yazılımlara kadar hayatın her alanına sızdı. Bir zamanlar bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz sahneler artık telefonlarımızın ekranına kadar geldi. OpenAI, Microsoft, Google, Meta, Elon Musk’ın xAI girişimi… Her biri milyarlarca dolarlık yatırımlarla “geleceğin anahtarını” elinde tutmaya çalışıyor. McKinsey, bu alandaki küresel yatırımların önümüzdeki 5 yıl içinde 2 trilyon doları aşacağını öngörüyor. Ancak teknoloji dünyasında büyüyen bu heyecan, geçmişte yaşadığımız bir tecrübeyi akla getiriyor: Dotcom balonu.

YÜKSELEN UMUTLAR: BÜYÜK VAATLER, BÜYÜK YATIRIMLAR

2000’li yılların başındaki internet patlamasını hatırlayanlar bilir; o dönemde de teknoloji, “her şeyi değiştirecek” iddiasıyla yatırımcıları kendine çekmişti. Evet, internet hayatımızın vazgeçilmez bir parçası oldu ama kısa vadede o dönemde yapılan milyarlarca dolarlık yatırımın çoğu heba olmuştu. Bugün yapay zekâ alanında da benzer riskler konuşuluyor. Deloitte verilerine göre yapay zekâ projelerinin yüzde 80’i hedeflerine ulaşamadan sonlanıyor. Üstelik sadece başarısız projeler değil, etik riskler de büyüyor: Deepfake dolandırıcılığı, sahte ses kayıtları, yapay zekâ destekli kripto vurgunları… Chainalysis’in raporuna göre bu tip dolandırıcılık faaliyetleri 2024’te yüzde 45 arttı.

Öte yandan ülkeler arası teknoloji rekabeti de sertleşiyor: ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşları, yapay zekâ çiplerine getirilen ihracat kısıtlamaları, küresel dengeleri daha da kırılgan hale getiriyor.

DENGELİ BİR GELECEK MÜMKÜN MÜ?

Peki, yapay zekâ gerçekten “balon” mu? Yoksa bu, insanlık tarihinin en büyük teknolojik dönüşümü mü? Cevap muhtemelen ikisinin ortasında bir yerde. Sağlık, enerji, eğitim, tarım gibi alanlarda yapay zekânın devrim yaratma potansiyeli yadsınamaz. Ancak bu dönüşümün sağlıklı olabilmesi için yatırım kararlarının sağlam temellere oturması, etik standartların netleşmesi ve risklerin paylaşılması şart. Aksi hâlde, bugünkü coşku yerini yarının hayal kırıklığına bırakabilir. Hatırlamamız gereken şu: Teknoloji ne kadar güçlü olursa olsun, onu nasıl kullandığımız asıl belirleyici olacak. Ve belki de bu kez, geçmişteki balonlardan farklı olarak, akılcı bir yol haritası ile bu fırsatı gerçek değere dönüştürme şansımız var.

TÜRKİYE: TÜKETEN Mİ, ÜRETEN Mİ?

Türkiye açısından ise tablo hem umut verici hem de dikkat gerektiriyor. Genç ve teknolojiye yatkın nüfusumuz, stratejik coğrafi konumumuz ve son yıllarda artan girişimcilik ekosistemi, bizi bu yarışta potansiyel bir oyuncu hâline getiriyor. TÜBİTAK’ın desteklediği Ar-Ge projeleri, Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi ve savunma sanayi alanındaki başarılı uygulamalar, atılmış önemli adımlar ancak regülasyon eksiklikleri, nitelikli insan kaynağının yurt dışına yönelmesi ve sermaye yetersizliği gibi riskler de görmezden gelinmemeli.

Eğer kamu, özel sektör ve akademi ortak bir vizyon etrafında birleşebilir; eğitimden hukuka, veri güvenliğinden etik standartlara kadar eksikleri hızla tamamlayabilirsek, Türkiye bu dönüşümde sadece “tüketici” değil, “üretici” bir güç olarak yerini alabilir. Aksi takdirde biz de kendi yapay zekâ balonumuzu, henüz değer yaratamadan patlatma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız.