Bekleyeceğiz ve "göreceğiz"
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack geçtiğimiz günlerde şöyle konuştu:
"Türkiye ve İsrail savaşmayacak. Hazar Denizi’nden Akdeniz’e kadar bir işbirliği göreceksiniz."
Kulağa diplomatik, hatta barışçıl bir mesaj gibi geliyor.
Ancak o kadar basit değil.
Barrack kendince bir test yürütüyor; üstelik bu test, bölgesel ölçekte.
Barrack’ın "göreceksiniz" vurgusu da tam olarak böyle bir test.
Bir temenninin ötesine geçen, hatta planlanmış bir sürecin sinyali gibi duran bir ifade.
Ya da biraz daha geniş bakarsak algıyla yönlendirme çabası da olabilir.
"Göreceğiz."
***
Barrack’ın, "Türkiye ve İsrail savaşmayacak. Hazar Denizi’nden Akdeniz’e kadar bir işbirliği göreceksiniz." sözleri ilk kez Rus haber kaynağı IZ.ru tarafından yayımlandı.
Kısa sürede hem Türkiye hem de dünya basınında geniş yankı buldu.
Bu açıklamanın Rus basınından çıkması dikkat çekici.
Çünkü Rusya, hem Suriye hem de Kafkasya hattında doğrudan etkili bir aktör.
***
Dolayısıyla Barrack’ın sözlerinin önce Moskova merkezli bir medya tarafından duyurulması, diplomatik bir tesadüften çok, bölgesel güç dengelerine dair bir test mesajı gibi okunabilir.
Washington’un bu yolla hem "Rusya’nın alanını tartmak" hem de "Türkiye’nin refleksini ölçmek" istediği anlaşılıyor.
ZAMANLAMANIN TESADÜF OLMADIĞI KESİN
Barrack, göreve Suriye hattındaki gelişmelerin hemen ardından, Şara-Trump görüşmesinin bitimiyle birlikte atandı.
Bu atama, diplomatik takvimde sıradan bir değişiklik değil; Washington’un bölge stratejisini yeniden tanımladığı bir döneme denk geliyor.
ABD, son dönemde Gazze, Zengezur ve Doğu Akdeniz başlıklarını tek dosya haline getirerek bölgesel dengeyi kendi inisiyatifine çekmeye çalışıyor.
Kısacası, bir kez daha stratejisini yalnızca kendi menfaatleri üzerine kurduğunu gösteriyor.
Bu nedenle Barrack’ın açıklamaları, bu hamleleri diplomatik bir dille meşrulaştırma çabasından başka bir şey değil.
BU TESLİMİYET DEĞİL
Ekim 2025 içinde Türkiye’nin Gazze’de arabuluculuk ve ateşkes sürecinde oynadığı rol, küresel çapta öne çıktı.
Örneğin, İngiliz IntelliNews, 17 Ekim 2025 tarihli analizinde, Türkiye’nin bu süreçte yalnızca arabulucu değil, süreç üzerinde etkili bir aktör olduğu vurgulamıştı.
Bu tablo, Türkiye’nin sahadaki etkisini açık biçimde ortaya koyuyor; ancak etkin olmak, teslimiyet demek değil.
Barrack’ın "Türkiye olmasaydı Gazze’de ateşkes sağlanamazdı" sözü de bu durumun dışarıdan görüldüğünün göstergesi.
Ancak yaşanan bu gelişmeler de şüphelerimizi tam olarak gidermiyor.
Bu takdirin amacı ne?
Destek mi, yoksa Ankara’yı belirli bir plana dahil etme çağrısı mı?
Bu soruların cevabını zaman gösterecek.
***
Diplomaside “övgü” bazen kapı aralar.
ABD’nin sözleri bir temenni olabilir; ama aynı ifadelerle hem alan oluşturup hem politik yönlendirme de yapılabilir.
Barrack’ın "Hazar-Akdeniz hattı" vurgusu, enerji, lojistik ve güvenlik alanlarını ima ediyor.
Bu durum, ABD’nin yeni bir güç dengesi oluşturma niyetini ele veriyor.
***
Zengezur, Doğu Akdeniz ve Gazze…
Bu üç başlık arasındaki paralellikler dikkat çekici.
Bu alanların birbirine bağlanması, bölgesel projelerin tek bir stratejik çerçevede yürütülme ihtimalini güçlendiriyor.
Türkiye bu konularda tavrını en başından net bir şekilde ortaya koydu.
Ama mesele şu:
Türkiye, bu üçlemin ne kadarına dahil olur, hangisinden uzak durur?
Egemenlik, güvenlik ve adalet kriterleri öncelik sırasının başında olacak.
Ama stratejik hatta algısal baskılar, Ankara’nın bu çerçevede atacağı adımları zorlayabilir.
ABD’NİN ÖVGÜSÜ: DOSTLUK İŞARETİ Mİ, NÜFUZ ÇAĞRISI MI?
ABD’nin övgüleri, tarihsel deneyimlere bakıldığında, çoğu kez bağlılık talebinin habercisi olmuştur.
Öte yandan Barrack’ın dolaylı biçimde Türkiye’yi işbirliğine davetinin ardında, Washington’un bölgesel nüfuzunu yeniden inşa etme arzusu da var.
Yani demem o ki:
ABD övgüsü hangi şartlarda "Türkiye’nin çıkarına" dönüşür?
Cevap net:
Türkiye’nin kontrolünde, şeffaf, egemenlik haklarına tam saygı gösteren, Filistin meselesinde adaleti zedelemeyen adımlar atıldığında…
Bekleyeceğiz ve "göreceğiz"
Yaşanan bu gelişmeler kısa vadede işbirliği vurgusunu artırabilir. İkili görüşmeler artar.
Orta vadede, Türkiye şartlarını sıralar ve kendini garantiye almak için gerekeni yapar.
Uzun vadede ise, Türkiye'nin güvenliği ve egemenliği korunarak, işbirliği İsrailsiz bir denklemde şekillenebilir.