Sırtımızda taşıdığımız hileciler
Ekonomide zor günler geçiriyoruz… Hani bazen mutfakta makarna yapayım derken tencereyi kaynatmaya çalışırsın da, ocağın kısık olduğunu sonradan fark edersin ya; işte öyle bir dönemden geçiyoruz. Bir yanda hayat pahalılığı, diğer yanda “kim daha çok dayanacak” oyunu… Ama işin ilginci şu: Ekonomi herkesi aynı şiddette sarsmıyor nedense. Bazıları şemsiyesiz yakalanmış gibi ıslanırken, bazıları hâlâ yağmurun altında yürürken karizmasını bozmuyor ve kuru kalmayı başarıyor. Nasıl oluyor derseniz, gelin berrak bir pencereden birlikte bakalım.
KİM DAHA ÇOK ZORLANIYOR?
Ekonomik tabloya geniş açıdan bakınca elbette en kırılgan yapının hane halkı olduğu çok açık. Gelir daralıyor, gider artıyor, beklentiler bozuluyor. Şirketler ise maliyet baskısı altında olsa da en azından fiyatlama, yeniden yapılanma, yatırım erteleme gibi manevralarla nefeslenebiliyor. Devlet tarafında ise teoride “en az zorlanan” konumunda bulunması gereken bir yapı var. Çünkü parasal sıkılaşma, harcama kısıntısı, tasarruf tedbirleri ile daralmayı yönetebilme kapasitesi mevcut. Nitekim birçok kurumda bu yönde adımlar da görüyoruz. Ancak aynı anda artan ihale sayıları ve büyüyen bedelleri doğal olarak şu soruyu gündeme taşıyor: Eğer ekonomik sıkılaşma yapacaksak, neden bu kadar yüksek rakamlı ihaleler var?
ACELE EDENLER, İHALELER VE GÜVEN EROZYONU
Son dönemde yapılan ekonomik analizlerde ve kamuya açık raporlarda, bazı kurumlarda harcama disiplininin aksi yönde aşırı gevşediğine dair değerlendirmeler yer alıyor. Özellikle yerel yönetimlerde ve bazı bakanlıklarda ihalelerin artışı doğal olarak toplumda “bu harcamalar neden hızlandı, farklı bir süreç mi var?” şeklinde algı oluşturuyor. 2028 seçimleri çok uzak daha ama yaklaşan seçim atmosferi gibi bir atmosfer var ve hükümetin güç kaybetme endişesi, bazı siyasetçi ve iş çevrelerinin “vakit mi daralıyor” psikolojisine girdiğine dair yorumları medyada yer alıyor. Bunların tamamı da “hükümetin ekonomiden başka bir gündemi mi var?” dedirtiyor ve ekonomiye güveni de elbette sarsıyor.
Ekonomide güven kaybı, para politikası kadar güçlü bir etkendir. Liyakatin zayıfladığı, kamu kaynaklarının yeterince verimli kullanılmadığı, karar süreçlerinin dar bir çevrede şekillendiği algısı kalıcı olursa; yatırım hevesi, tüketici güveni ve mali disiplin birlikte yara alır. Son 10 yılda devlet kademelerinde kadrolaşma ve ehliyet konulu tartışmaların sıklaşması da bu yüzden toplumda geniş yankı uyandırıyor. Tencerenin neden kaynamadığını anlamak için bu konuları biraz araştırmak lazım.
LİYAKAT, ŞEFFAFLIK VE GÜVEN
Ekonomi, ancak kuralların her koşulda işlediği, liyakatin esas alındığı ve kamu harcamalarının şeffaflaştığı ortamlarda güçlenir. Bu sadece hükümet için değil, şirketler ve hane halkı için de geçerlidir. Tahminim doğru ise erken seçim atmosferine yaklaşırken, asıl ihtiyaç duyulan şey “karton bardak ihaleleri” değil; karar alanlarla toplum arasında kaybolan güven köprüsünün yeniden kurulmasıdır. Hilecilerin, acele edenlerin, fırsat kollayanların değil; üretimin, adaletin ve ehliyetin kazandığı bir düzen kurulursa hem ekonomi toparlanır hem toplum nefes alır. Aksi hâlde sandık, kimse istemese de, ekonominin not defteri olmaya devam eder. Ve o defter her zaman doğruyu yazar.
Hakikate yakın, yalana beri kalın, hoşçakalın