Siyasetin yöntem sorunu

GELİR UÇURUMU DERİNLEŞİYOR

Türkiye’de gelir dağılımı uzun süredir bozuluyor ve bu bozulma siyasetin en görünmez konularından biri haline getiriliyor. Oysa rakamlar saklanamayacak kadar açık: 2022’de Gini katsayısı 0,433 ile son yılların zirvesine çıktı. En zengin yüzde 20, ülke gelirinin yarısına yakınını alırken; en yoksul yüzde 20’nin payı yalnızca yüzde 5,9’a geriledi. Küçücük bir kesim, toplumun geri kalan dörtte üçünün toplamına denk geliri tek başına alıyor.

HAYATIN İÇİNDEKİ ÇELİŞKİLER

Bu tablo yalnızca ekonominin soğuk istatistiklerinde kalmıyor; hayatın her alanında hissediliyor. Bir işçi ay sonunu getirmek için ek iş peşinde koşarken, bir futbolcunun transferine tek kalemde milyonlarca euro ödenebiliyor. Bir öğretmen çocuğunun okul masraflarını denkleştirmeye çalışırken, popüler bir dizinin tek bölüm bütçesi yüzlerce ailenin yıllık geçim masrafına denk düşüyor. Bu karşılaştırmalar, toplumda derinleşen adaletsizlik duygusunu canlı tutuyor.

Oysa bu adaletsizliğe karşı en güçlü “savunma hattı” olması gereken sendikalar da büyük bir zafiyet içinde. 1970’lerde DİSK’in ya da 1990’larda kamu çalışanı sendikalarının kitlesel eylemleri, siyaset üzerinde baskı yaratırdı. Bugün ise birçok sendika bürokratikleşmiş, siyasete bağımlı hale gelmiş durumda. Çalışan kesim örgütsüzleşirken, emeğin sesi cılızlaşıyor; siyasetin de bu sesi duyması gerekmiyor. Sonuçta orta sınıfın yükü ağırlaşırken, siyasi gündem başka konularla dolduruluyor.

Kültürel hayatta da benzer bir körleşme yaşanıyor. Televizyon dizileri, toplumun yüzde 90’ının hiç yaşayamayacağı bir hayatı parıltılı sahnelerle sunuyor. Lüks villalar, sınırsız tüketim, kolay başarı… Ama milyonların borçla, işsizlik kaygısıyla, düşük maaşlarla verdiği mücadele yok. İnsanlar kendi hayatını değil, olamayacak bir hayatı izleyerek avutuluyor.

KAYBEDİLEN ÇOCUKLAR VE GENÇLER

Spor dünyası da bu çelişkilerin aynası. Futbolculara ödenen astronomik transfer ücretleri gazetelerin manşetlerini süslerken, Anadolu’nun küçük kentlerindeki genç sporcular düzgün bir sahada bile antrenman yapamıyor. Yetenekli çocuklarımıza yatırım yapmadığımız için onları kaybediyoruz, yerine yabancı sporcuları ithal ediyoruz. Aynı tablo eğitimde de var: Başarı gösteren öğrencilerimiz ya “fazla parladığı” için sindiriliyor ya da yurtdışına gitmek zorunda bırakılıyor. Böylece toplum hem sporcularını hem de eğitimde başarılı gençlerini kaybediyor.

BEYİN GÖÇÜNÜN ÇARPICI TABLOSU

Bu noktada beyin göçü verileri çarpıcı bir tablo çiziyor. TÜİK’in 2023 verilerine göre üniversite mezunlarının göç oranı yüzde 2’ye ulaştı. Özellikle bilgi teknolojileri (yüzde 6,8), mühendislik (yüzde 4,4) ve doğa bilimleri (yüzde 2,6) mezunları arasında oran çok daha yüksek. En dramatik tablo ise moleküler biyoloji ve genetik (yüzde 17,9) gibi alanlarda. Yani Türkiye’nin geleceğini inşa edebilecek gençler, başka ülkelerin bilim laboratuvarlarına gidiyor. YÖK verilerine göre 2008–2017 yılları arasında mezun olan yaklaşık 48 bin 800 genç bugün yurtdışında yaşıyor. Üstelik anketler gösteriyor ki, 18–25 yaş arasındaki gençlerin üçte ikisi fırsat bulsa ülkeyi terk etmek istiyor. Bu sadece ekonomik bir kayıp değil, toplumsal bir özgüven ve gelecek kaybı.

SİYASETİN KAÇIŞI

Siyaset ise bu ağır tablo karşısında zor olanı değil, kolay olanı seçiyor. Gelir adaletsizliğini, orta sınıfın erimesini ve gençlerin göçünü konuşmak yerine, büyüme oranlarını, mega projeleri ve “güçlü liderlik” söylemlerini öne çıkarıyor. Orta sınıfla bağını kaybeden siyaset, toplumu ideolojik aidiyetler üzerinden yönetmeyi tercih ediyor. Temsilin yerini kontrol, diyalogun yerini slogan alıyor.

Üstelik bu tabloya yalnızca iktidar değil, muhalefet de katkıda bulunuyor. İcra makamında olmasa da, gündemi sosyal adalet ya da gelir dağılımı yerine iktidarın açtığı polemikler üzerinden yürütmeyi tercih ediyor. Bu nedenle siyaset, iktidarıyla muhalefetiyle, toplumun en yakıcı sorunlarını tartışmanın dışına itmiş oluyor. Halkın günlük hayatında ağır bir yük olan gelir adaletsizliği, siyasetin lügatinde hep en sona bırakılıyor.

Ama bu kaçışın faturası ağır: İnsanlar emeğinin karşılığını alamadıkça umutsuzluk büyüyor. Sendikalar sessiz kaldıkça, gençler ülkeyi terk ettikçe, siyasetin sorunlardan kaçışı umudu tüketiyor. Gelir adaletsizliği sadece cebimizi boşaltmıyor; toplumsal güvenimizi, çocuklarımızın geleceğe olan inancını da aşındırıyor.

Unutmayalım: Orta sınıfını, emeğini, gençlerini ve özgüvenini kaybeden bir ülke uzun vadede kolay yönetilemez. Bugün gelir adaletsizliği rekor seviyedeyken, siyasetin bu tabloyu görmezden gelmesi günü kurtarabilir ama yarını tüketir.

Şimdi sormamız gereken soru nettir: Orta sınıfı tükenen, sendikaları zayıflayan, sporcularını ve gençlerini kaybeden bir ülke gerçekten kolay yönetilebilir mi? Yoksa yönetilemez hâle mi gelir?

SON DAKİKA HABERLERİ

İnanç Uysal Diğer Yazıları