Kayıttan pragmatizme: Komisyon, çelişkiler ve hesaplaşma söylemi
Dikkat ettiyseniz ben son iki yazıda dikte edilen gündemden halkın gündemine geçişle uğraşıyorum. Ama artık, halkın gündeminden biraz ayrılıp dikte edilen gündemin de halka yansıması noktasını da görmezden gelemeyecek bir noktadayız.
Bu noktaya evrileli epey oldu aslında ama umut işte belki siyasetin geneline sirayet etmiş Demirel Vecizesinin istisnaları vardır ve o istisnaların bu durumu değiştirmeye gücü yeter diye bekliyorum. Hala bekliyorum ama bunun son derece ciddi bir ütopik beklenti olduğunun farkındayım. Bu arada ütopya kelime karşılığı olarak ‘yokülke’ anlamına gelebilir pekala
Bizde siyaset hep aynı döngüyle işler. Önce büyük laflar edilir. “Kırmızı çizgimiz” denir, “olmazsa olmazımız” denir. Geri adım yoktur, serttir, kararlıdır. Sonra aradan birkaç hafta, birkaç ay geçer. O sözler ya unutulur ya da başka bir cümleyle yumuşatılır. Dün olmaz denilen şey bugün olur. Dün “masaya oturmayız” denilen yere ertesi gün oturulur.
Bu sadece bir taktik mi, yoksa yapısal bir zaaf mı? Her defasında aynı manzarayla karşılaşmamız bize ne söylüyor?
Bugün önümüzdeki tablo da bunu gösteriyor. Özgür Özel’in sözlerini hatırlayın. Çok netti: “İmamoğlu ve Demirtaş içerideyken bu masada olmayız.” Yani masaya oturmanın şartlara bağlı olduğunu söyledi. Peki sonra ne oldu? O isimler hâlâ içeride. Ama CHP komisyona katıldı. Üstelik gerekçe de değişti: “Kategorik olarak girmemek tarihsel tutarlılığımızı bozar” denildi.
Şimdi soruyorum: Dün “olmaz” denilen bugün nasıl “olur” oldu? Bu sadece pragmatizm mi, yoksa sözün değerini kaybettiren bir çelişki mi?
Ama mesele bununla da sınırlı değil. Komisyon artık yalnızca bir “çözüm masası” olmaktan çıkıyor. Giderek anayasa tartışmalarının zeminine evriliyor. İlk dört madde gündeme geldi, MHP sert çıktı. Tartışma kayıtlara geçti. Ademi merkeziyet ve başkanlık sisteminin tahkimi gibi konular masada konuşulmaya başlandı. Bir hava estiriliyor: Sanki buradan bir anayasa taslağı çıkacakmış gibi.
İşte burada CHP zor duruma düşüyor. Hem hala DEM ile yan yana olmanın getirdiği suçlama riskini taşıyor, hem de iktidarla arasındaki düşünsel fark giderek silikleşiyor. Seçim öncesi sahiplenilen mesele, şimdi iktidarın sahasında, iktidarın kurduğu çerçevede tartışılıyor. CHP, artık kendi sözünü dayatamıyor; oyunun kurucusu değil, İşin tuhaf yanı seçimden önce ve seçimden sonra olarak bölünmüş bir siyasetin sabiti olmayı başarmış bir DEM var ve o sabite göre kendisini her seferinde tutarlı olmasına rağmen tutarsız durumuna düşürme riski taşıyan da sadece CHP.
Oysa bu konunun uzmanlarını hepimiz biliyoruz ama onlarına nasıl oluyorsa her seferinde her durumdan haklı çıkabilmek gibi bir yeteneği var. DEM siyaseti ve DEM dışında aşağı yukarı aynı şeyleri farklı cümlelerle anlatan başka partilere dağılmış zihniyetin üyeleri her seferinde siyasetin yönünü kendilerinin durduğu yere göre belirlemeyi başarıyorlar. Bu bazen başarılı oluyor bazen de başarısız.
Sanırım bir kez daha hep beraber DEM ve onun siyasi argümanları üzerinden bir siyaset oluşturma gayretindeyiz. Bu eğer yeni Ortadoğu sürecinin bir yansıması değilse gerçekten bu ülkede siyaset yaptığını varsayanlar açısından oldukça üzücü.
Tam da bu noktada Türkan Elçi’nin ANF’ye verdiği röportajı hatırlayalım: “Dün ile hesaplaşmak zorundayız.” İlk bakışta kulağa barış çağrısı gibi geliyor. Ama siyasete tercüme ettiğimizde farklı bir anlam kazanıyor. Bu söylem, bugünü kurmak yerine geçmişin gölgeleriyle oyalanmayı meşrulaştırıyor. Muhalefet “hesaplaşma” söylemiyle meşgul oldukça, iktidar kendi gündemini rahatça ilerletebiliyor.
Dahası dün ile hesaplaşmak nedense bana çok da barış çağrısı gibi gelmiyor. Hatta bir meydan okuma gibi geliyor. Umarım yanılıyorumdur.
Şimdi soralım: CHP gerçekten kendi tarihsel ağırlığını ortaya koyabiliyor mu? Yoksa başkasının kurduğu oyunda kendi varlığını mı tüketiyor? Masada oturmakla ne kazandı? DEM ile yan yana durmak onu suçlamalara karşı savunmasız bıraktı. İktidarla arasındaki farkı da kaybetti.
Ve işin en kritik noktası: İktidar, kendi oyun alanını kurdu. Muhalefeti içine çekti. Tartışmayı istediği başlıklara taşıdı. CHP’nin tutarlılığı eridi. Kazanan ise stratejik olarak oyunu kontrol eden iktidar oldu.
Peki CHP bundan sonra ne yapacak? Yalnızca seyirci mi kalacak, yoksa kendi sözünü yeniden inşa etmenin yolunu mu arayacak? Bu sorunun cevabı, önümüzdeki aylarda siyasetin yönünü belirleyecek.