Bakış açısı, neye göre?
Senin bakış açını senin durduğun yer belirlese de sana bakılan yer de aynı derecede önemlidir…
Aslında en ehemmiyetli meselemiz hemen her karar alıcının ve uygulayıcının bir işaret fişeği beklemesi ve o fişeğin havadaki yönüne göre kendisine istikamet belirlemesidir. Bu durumda gerçekten eylemlerin ya da sözlerin kıymet takdirini nasıl yapacağını bilemez bir toplum haline dönüşmek son derece kolay olmaktadır.
Dün bir işaret fişeği ve akabinde de bu fişeğin aydınlattığı noktada neler olabileceğini farklı örneklerle gördük ve hatta yaşadık.
Hayatı boyunca savunulması mümkün olan çok az şey yapmış birilerinin dahi olsa da kimse söyledikleri bir suça çağrı değilse o sözleri ifade etmekten alıkonmamalıdır.
Aynı gün medya ve sosyal medyanın konusu olan iki olayla bu durum son derece görünür oldu aslında. Birisi kesinlikle suça çağrı şeklinde algılanamayacak sözler sarf etti ve gözaltına alındı. Diğeri de suç kapsamında asla değerlendirilemeyecek ama ekonomik sıkıntılar içinde olan bir halkın gözüne sokar gibi bazı görüntülerde yer aldı ve başına bir şey gelmedi.
Doğrusu ikincisinin muhatap olduğu durumdur. Yani eleştirilmelidir, zaten kendi tarafında yer alan insanlar bile kendisini eleştirmiştir. Verilen görüntü en basit ifadesi ile yakışıksızdır. Kendisinin bu tanımlamaya uygun başka zaman ve zeminlerde de görüntüleri vardır. O zaman da eleştirilmiştir. Bu da yeterlidir.
Ancak itibarından zinhar bir şey kaybetmemiştir, kişilik hakları açısından da kaybetmemelidir. Mesleki itibarına da zerrece toz konmamıştır. İşte o nasıl olmuştur onu da okuyucuya bırakmak daha doğru olacaktır sanırım.
İkinci örnek sadece sözlerle oluşmuş bir suç isnadıdır. Burada aslında padişahlık vurgusunu üzerine almaması gereken bir devletin varlığından bahsetmek asıl vazifedir. Padişahlık bizim bildiğimiz kadarı ile epeydir yoktur. O sebeple suç isnat edilen metindeki örnekleme kendi başına dahi boşa düşmektedir. Bu durumda insanların aklına acaba bundan sonrası bir padişahlık mıdır diye gelebilir.
Fikirler suç teşkil etmemelidir. Eleştiri tehdit olarak algılanmamalıdır. Muhalif düşünen herkes potansiyel şüpheli değildir. İtirazların ve düşüncelerin başlarına ördükleri çorapları en iyi bilenlerin ya da bizim öyle sandıklarımızın rövanş alma arzuları birçok hak etmeyen kahramana paye olarak dönmüştür.
Bu itirazı gerçekleştirenlerin ciddiye alınıp alınmaması, samimiyeti, daha önceki halleri falan da sadece eleştiri konusudur. Nasıl ki onların eleştiri hakları vardır ve saklıdır. Diğerinin de cevap verme ve onları eleştirme hakkı tartışmasız şekilde vardır.
Burada bahsi geçen kişilerin samimiyetsizliklerinden birçok örnek de verilebilir. O örnekler de onların cezalandırılmalarını gerektirmez. Eğer böyle bir sıkıntı varsa o samimiyetsizlikleri alkışladığınız zamanların da hesabının verilmesi gerekir. Bu hesabı ne suçlayanlar, ne de suçlananlar vermedi bu güne kadar.
Şimdi suçlananların arkasından teneke çalanların birçoğu da aslında daha önce kol kola yürüyorlardı suçlananlarla ama hep bir vecizenin haklı çıktığı bir ülkedir burası, “Dün dündür, bugün bugündür”
İşte bu vecize ile konunun diğer tarafına geliyoruz. Bakın bakalım sosyal ve konvansiyonel medyada olup biteni cansiperane savunanlara karşı itiraz edenlerin kullandıkları ifadelere. Hemen hepsi ‘bu devran dönecek, bu hep böyle gitmeyecek o zaman siz görürsünüz’ kıvamında lakin feci yanılıyorlar.
Bugün onlara bu şekilde salvolarla siz görürsünüz diyenler eğer umdukları değişiklikler olursa büyük hayal kırıklıklarına da hazır olmalılar. O siz görürüsünüz diye onlara parmak sallayanlar ile kendisine parmak sallananlar bir anda yer değiştirebilirler.
Bir anda her biri kendilerine ait bütün itiraz kalemlerinden feragat edebilirler. Günün gereksinmelerinin değiştiğini söyleyebilirler. Yani bugün savunduklarınızla, itiraz ettiklerinizin bir anda bir noktada bir araya geldiğini hayretler içinde görebilirsiniz. Bugün yakılan kınaların yarın diğerlerinin alnına sürüldüğünü görmek sizi şaşırtmamalı artık.
O yüzden devamlı aynı şeyleri ve sözleri tekrar ederek, farklı sonuçlar almayı beklememek lazım. Kar genelde toplumun güvendiği dağların eteklerine yağar, ama aslında yukarısı her zaman bahardır ve bizler bulunduğumuz yerden göremediğimiz için yukarıdakiler daha çok üşüyor sanıp onlara yaksınlar da ısınsınlar diye hep kendimizden bir şeyler göndeririz.