Sandalyemizi çektiler mi, ekonomimizi yediler mi?

Mustafa Özver

Mustafa Özver

Tüm Yazıları

Geçen hafta, Türkiye – ABD arasında bazı görüşmeler oldu. Bu görüşmelerden en dikkat çeken görüntülerden biri ise Trump’ın Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan'ın sandalyesini imza masasındayken çekmesi ile bir jest yapmasıydı. Bunu Türkiye için büyük bir itibar göstergesi olduğunu düşünüyorsanız bir de bu toplantıdan neler aldığımızı ve masada neler vardı inceleyelim.

MASADA NELER VARDI?

Bölge gerilimi ve dış politika

Gazze’deki soykırım hala devam ediyor ve senelerdir devam eden zulüm daha da artmış halde artık siyonist ideoloji Gazze’yi adeta ateşe vermiş halde. Gazze’ye yapılan müdahaleler elbette oluyor ancak çok cılız kaldılar: umut vaat eden anlaşmalar yapılsa da, “ateşkese uyulmaz” gerçeği göz ardı edilemez. İsrail sözünde durmayacaktır. Türkiye’nin bölgede güçlü durması, moral ve diplomasi açısından zorunludur. Ama unutmayalım: ekonomimiz kırılgan, dışarıya bağımlılıklarımız var. ABD ile ilişkiler gerginleşirse yaptırımlar gelir, sermaye kaçışı yönelir, enflasyon yeniden alevlenir. Yani aslında ekonomik olarak bağımsız mıyız bir daha düşünün.

F-35 uçakları

Türkiye, F-35 programında aktif üretici konumundaydı. Ancak S-400 alımı gerekçesiyle ABD, Türkiye’yi programdan çıkarma kararı aldı. Sonuç olarak ödenen paralar, teslim edilmeyen uçaklar, kaybolan üretim gelirleri… Hepsi büyük bir ekonomik yara oldu. Eğer ABD yaptırımları gevşetirse bu yara kısmen sarılabilir; ama unutmayalım: bu tür programlarda “güçlüyü koru, zayıfı cezalandır” anlayışı her daim geçerlidir.

AMBARGOLAR VE EKONOMİK DENGE

ABD, daha önce birçok ülkeyi hedef alan ambargolar uyguladı. Türkiye ise bazı durumlarda bu ambargolarla doğrudan muhatap oldu. Bu da şunu gösteriyor: zayıf durursan, masada söz hakkı vermezler, “sözleşmeyi okumadan imzala” der gibi davranırlar.

Aslında burada asıl soru şu: Paramızı ödesek bile, zayıf durumdaysak her şeyi bize verirler mi?” Dünya arenasında hukuk, adalet sık sık kaba güce yenilir.

YERALTI ZENGİNLİKLERİMİZ

Masadaki asıl sessiz konu, Türkiye’nin yer altı zenginlikleri. Bor, altın, toryum, nikel, nadir toprak elementleri… ABD’nin enerji dönüşüm stratejisinde bu madenler “geleceğin petrolü” olarak görülüyor. Tesla’dan Boeing’e, çip üretiminden füze teknolojisine kadar birçok alan bu elementlere bağımlı. Türkiye ise bu madenlerde ciddi bir potansiyele sahip ama kendi rafineri ve işleme tesislerini kurmakta gecikiyor. Bu da bizi, tıpkı geçmişte olduğu gibi, “hammaddeyi ucuza satan, ürünü pahalıya alan” bir döngüye hapsediyor.

Trump–Erdoğan görüşmesinin perde arkasında, bu kaynakların işletme izinleri, ortaklık teklifleri ve ihracat kotaları gibi başlıkların konuşulduğu iddia ediliyor. Zaten Trump’ın bu konuda Ukrayna’dan istedikleri aklımıza gelsin ve iyice derinlemesine düşünelim ki bağımsızlığımız tehlikeye girmesin. ABD’nin ilgisi sadece stratejik değil; ekonomik bağımlılığı yeniden tesis etme çabası da var. Çünkü güçlü maden ekonomisi, bağımsız savunma sanayisi demektir ki bu, Washington’un en az görmek istediği tablo.

EKONOMİMİZİ KORUMAK MİLLETİN DEĞİŞMEZ GEREĞİDİR

Son günlerdeki diplomatik jestlerin arkasında, ABD’nin Türkiye’nin ekonomik kaynaklarına yönelik ilgisi dikkat çekiyor. Görünürde sıcak mesajlar verilse de, imzalar ekonomik olarak sadece ABD lehine atılmaya zorlanmış gibi görünüyor. Türkiye dışarıda ABD’ye karşı sanki bir kedi gibi davranırken, içeride yargı muhaliflere aslan kesiliyor. Oysa ülkesini seven, ekonomisini de hukukunu da önemser.