12 Eylül’ün ekonomiye vurduğu mühür

Mustafa Özver

Mustafa Özver

Tüm Yazıları

12 Eylül 1980 sabahı Türkiye, radyodan duyduğu bir anonsla uyandı: “Yurtta sükûn, cihanda sükûn.” Ancak bu kez sözler Gazi Atatürk’ten değil, askeri cunta liderlerinden geliyordu. O sabah tanklar sadece sokaklarda değil, ekonominin damarlarında da dolaşmaya başladı. Darbenin en önemli iddiası, siyasetin kaosunu ve ekonominin krizini birlikte çözmekti. Ama tüm acıların ve tahribatı bi kenara bıraksak bile “ekonomiyi tamir edeceğiz.” diyerek gelen bu müdahalenin faturası, yıllar boyunca halkın cebinden çıkacaktı. Aradan 45 yıl geçti, şimdi markette yağ kuyruğu olmasa da kredi kartı ekstrelerinde uzun bir kuyruk gibi uzayıp giden borçlarla boğuşuyoruz.

1980 ÖNCESİ EKONOMİ: KUYRUKLAR, KRİZLER VE BELİRSİZLİK

1970’ler Türkiye’sinde ekonomik manzara pek parlak değildi. “İthal ikame modeli” adı verilen sistemle, içeride üretim teşvik ediliyor, dışarıdan ithalat sınırlandırılıyordu. Ama bu politika, enerji krizi ve siyasi çalkantılarla birleşince ülkemiz için tam bir darboğaza dönüşmüştü. Yağ, benzin, tüp gaz kuyrukları artık günlük hayatın bir parçası olmuştu. Enflasyon yüzde 100’leri aşmış, işsizlik artmış, sanayi üretimi yavaşlamıştı.

Üstelik ekonomik öngörülebilirlik neredeyse sıfıra inmişti. Yatırımcı bir sonraki ayın değil, ertesi günün fiyatlarını bile kestiremiyordu. Ama bu ortamda sendikalar da güçlüydü; işçi ve memur hakları için grev seçenekleri vardı. 1961 anayasası özgürlükler açısından bu özgürlükleri veriyordu ve sendikalar bu özgürlükleri kullanarak piyasada işçilerin de haklarını savunan bir dengeyi kurmayı mümkün kılıyordu. Ancak takvimler 12 Eylül tarihine doğru giderken çatışmalar, siyasi çatışmalar, ekonomik krizler, kamu disiplininin bozulması bir nevi cuntacılara da bahane olmuş ve darbe gerçekleşmişti. Darbeden sonra elbette hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktı ülkemiz için.

12 EYLÜL DARBESİ, 24 OCAK KARARLARI VE ÖZAL’IN YÜKSELİŞİ

12 Eylül darbesinin hemen öncesinde, 24 Ocak 1980’de Türkiye ekonomisini yeniden yapılandırmak için Turgut Özal tarafından o zamana göre çok cesur bir program açıklandı. Turgut Özal’ın öncülük ettiği bu kararlar, devletin ekonomideki ağırlığını azaltmayı ve serbest piyasa ekonomisine geçişi hedefliyordu. Darbeden önce sağ-sol çatışmaları başta olmak üzere ülkenin neredeyse her yerinde bir disiplinsizlik ve brokratik hiyerarşinin bozulduğu için uygulanamadı. Darbenin ardından askerî yönetim, bu kararları tavizsiz bir şekilde uygulama gücünü buldu. Belki darbenin tek iyi yanı da bu olabilir. Ancak elbette bu darbenin bir de bedelleri vardı. Hem de çok ödediğimiz bedel oldu ama biz ekonomik tarafına odaklanırsak: Sendikalar kapatıldı, grevler yasaklandı, çalışanların hak arama yolları tıkandı. Bu durum kısa vadede ekonomiye disiplin getirdi ama uzun vadede emekli, memur ve işçi haklarının çok ciddi şekilde gerilemesine yol açtı. Liberal politikalarla döviz kuru serbest bırakıldı, ihracata dayalı büyüme teşvik edildi. Ekonomi rakamlarda toparlanmaya başlamış gibi görünse de, gelir dağılımındaki adaletsizlik derinleşti. Bir kesim zenginleşirken, geniş halk kitleleri daha ağır geçim sıkıntısı yaşamaya başladı.

DEMOKRASİYE DÖNÜŞ VE UZUN GÖLGELER

Darbe sonrasında 1983 seçimleriyle siviller yeniden iktidara geldi, Turgut Özal da başbakan olarak reformlara kaldığı yerden devam etti. Türkiye ekonomisi küresel sisteme entegre olurken, 1980 darbesinin izleri ise sürdü. Sendikaların zayıflaması, hâlâ çalışanların hak mücadelesini zorlaştırıyor. Ekonomik kararların demokratik denetimden uzak uygulanmasının yarattığı kırılganlık, bugün bile hissediliyor. Eğer memursanız, işçiyseniz veya herhangi bir sendikaya bağlıysanız haklarınızı savunması gereken sendikaların bu görevi yerine getiremediğini fark ediyorsunuzdur, bu işte o darbenin bir sonucudur. 12 Eylül darbesi, bir anlamda ekonomiyi bir ameliyat masasına yatırdı. Ancak cerrahlar hastayı iyileştirmek kadar, kendi istedikleri şekli de verdi. Bugün Türkiye ekonomisine bakarken, o gün atılan adımların hâlâ gölgemizde dolaştığını görmek mümkün. Belki de asıl sorular şudur: Emekçilerin haklarını hangi tanklar bugün ezmeye devam ediyor? 12 Eylül’ün zincirlediği sendikaları kim, ne zaman, nasıl özgür bırakabilir? Gelir eşitsizliğini çözmenin çözümü nerede?