Görünmeyen duvarlar: (İş hayatında engelli olmak)
Bazı insanlar sabah işe giderken kahvesini alır, kulaklığını takar, günün temposuna kendini bırakır. Bazılarıysa bastonunun ucuyla kaldırımın çatlaklarını yoklayarak, zihninde ezberlediği yolları adımlayarak başlar güne. Kimi bir sonraki kaldırımda tekerlekli sandalyesinin inip çıkabileceği “bir rampa var mı” sorusunun yanıtını ararken, bir başkası sesini duyamadığı kuşların kanat çırpışlarını izlerken bulur kendini şehrin girdabında. Her adım, sadece bir mesafeyi değil; bir önyargıyı, bir sessizliği, bir dışlanmayı aşma çabasıdır.
Engelli bireyler için çalışma hayatı, çoğu zaman mesleki yeterlilikten çok, görünmeyen duvarlarla mücadele etmeyi gerektirir. Bu duvarlar, betonarme değildir. Ne bir tuğlası vardır ne de harcı. Ama en sağlam duvarlardan daha inatçıdırlar. Çünkü bu duvarlar, insanların zihninde örülür. Bu duvarların sıvası önyargıdır. “Yapamaz”, “zorlanır”, “eksik kalır” gibi cümleler yükseltir bu duvarları. Ve bu cümleler, engelli bireylerin önüne sadece engel değil, aynı zamanda bir yalnızlık bariyeri de çeker.
Engelli bir birey erişilebilirlikten uzak, eşitsizliklerle kuşatılmış, bin bir güçlükle baş ederek elde ettiği öğretmenlik mesleğini icra etmeye başladığı ilk günden itibaren ağır diyetler öder. Bir okulun koridorlarında yankılanan baston sesi, bazı kulaklara yabancı gelir. Ama o sesi çıkaran öğretmen için bu ses, bir kararlılık ilanıdır.
Engelli öğretmen öğrencileriyle sıcak temasa geçmeden evvel okul idaresi, veli ve meslektaşlarının oluşturduğu üçgende soğuk bir savaşın tam ortasında bulur kendini. Önce okul idaresi ders vermek istemez. Çünkü düşünür ki, engelli bir öğretmen veliler için albenisi olmayan bir markadır. Öğretmen arkadaşları için hep “ötekidir” o. Buraya kadar gelebilmesi takdir edilir de, buradan sonra başarılı olabileceğine inanılmaz. Ağzıyla kuş tutsa onun etiketi doğuştan yapıştırılmıştır benliğine. Öğretmenliğinden önce gelir engeli. Başarı dolu bir hikâyenin ön sözünü yazmış olsa da çoğu zaman, her zaman onun için son sözü başkaları söyler:
“BEKLE…” derse girmeyi bekle, bir meslektaşınla arkadaş olmayı bekle, okul idaresinin seni fark etmesini bekle, velinin sana inanmasını bekle, bekle, bekle…
Oysa o, okulda bir dolgu malzemesi, nesne olmak için değil, her öğretmen gibi eğitim ordusunun neferi, okulunun demirbaşı, öğrencilerinin öznesi olmayı hedeflemiştir.
Derken su akar yolunu bulur, olmazlar olur. Engelli öğretmen tüm engellere rağmen öğrencilerine kavuşur. O sadece müfredatı işlemez, kendi başarısıyla öğrencilerine rol model olur. Yıllar geçtikçe onun başarısını örnek alarak “bende başarabilirim” diye başlayıp, “başardım” diye bitiren öğrencilerin isimleri yazılır meslek kütüğüne.
Ancak bu başarı, okulun diğer alanlarında aynı yankıyı bulmaz. Öğretmenler odasında hâlâ “Nasıl oluyor da bu işi yapabiliyor?” sorusu dolaşır. Veli toplantılarında onun yerine başka öğretmenler konuşur. Uzmanı olduğu alanda bile fikri merak edilmez.
Oysa o, sadece engelini değil, yılların birikimini, sabrını ve sevgisini de sınıfa taşır. Ama bazı bakışlar, ne birikimi, ne emeği, nede sevgiyi görür. Onlar sadece ENGELİ görür.
Benzer durumlar hemen hemen tüm kamu kurumlarında yaşanır. Görme engelli bir memur düşünelim, ekran okuyucu programla belgeleri inceler, dosyaları düzenler, yazışmaları yürütür. Ama toplantılara çağrılmaz, çünkü “katkı sağlayamaz” diye düşünülür. Sosyal etkinliklerde adı geçmez. “Zaten katılamaz” denir. Oysa o, işini eksiksiz yapar. Ama görünmezlik, bazen fiziksel değil, kurumsal bir tercihtir.
Özel sektörde çalışan bir başka çalışan, ortopedik engeliyle her gün merdivenleri aşmak zorunda kalır. Asansör sık sık bozulur. “Biraz hareket iyi gelir” denilerek bu zorluk hafife alınır. Rapor aldığında, “işleri aksatıyor” denilerek masası elinden alınır. Oysa evden çalışabileceğini defalarca dile getirmiştir. Ama bazı kulaklar, yalnızca kendi sesini duyar.
Tüm bu örnekler, bir gerçeği gözler önüne seriyor: MOBİNG, sadece yüksek sesle değil, sessizlikle de yapılır. Yok saymak, dışlamak, görmezden gelmek... Bunların her biri engelli bireyler için, iki kat daha yaralayıcı, yıpratıcı ve yıkıcıdır. Çünkü onlar hem fiziksel engellerle, hem de insanların zihinlerinde ördüğü duvarlarla mücadele ederler.
Erişilebilirlik, sadece rampalarla sağlanmaz. Asıl erişilmesi gereken yer, insanların bakış açılarıdır. Bir engelliye “Sen yapamazsın” demek yerine, “Nasıl birlikte başarabiliriz?” diye sormak gerekir. Çünkü eşitlik, birlikte üretmekle başlar.
Ve bugün, 24 Kasım. Öğretmenler Günü. Bu yazıyı kaleme alırken, büyük harflerle haykırmak istiyorum: engelli öğretmenlerin sessiz mobbinge maruz kalmadığı ve tüm öğretmenlerin mesleki saygınlığının korunduğu, ekonomik refaha eriştiği, daha iyi özlük haklarına sahip olduğu yıllara kavuşmayı dileyerek başta engelli öğretmenler olmak üzere tüm öğretmenlerin ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ KUTLLUYORUM.