Görülmek değil anlaşılmak istiyoruz
Yılın o malum günü yine geldi çattı. 3 Aralık Dünya Engelliler Günü. Sosyal medya hesapları “duyarlılık” paylaşımlarıyla dolup taşıyor. Protokol koltukları yine dolu, sahneye birkaç engelli çıkarılmış, alkışlar yükseliyor. Ardından pasta kesiliyor, birkaç tebessüm, birkaç kamera… Ve sonra her şey eskiye dönüyor. Gece saatler on ikiyi vurunca 4 aralık oluyor ve o anda pamuk prenses kül kedisine, şaşalı araba bal kabağına dönüşüyor. Engelliler engellenmişlikleriyle baş başa kalıyor.
Evet, yine öyle olacak. Yine aynı sahnede, aynı tiyatro, aynı oyuncular… Engelliler yine figüran
Çünkü bu ülkede 3 Aralık; engellilerin sorunlarının çözüldüğü değil, üzerinin örtüldüğü, cilalandığı bir gün hâline geldi. Siyasetçisinden bürokratına, kurum yöneticisinden STK’lara kadar herkes “engelliler bizim için çok önemli” demeyi öğrenmiş durumda. Ama kimse şu sorunun cevabını vermiyor: Madem bu kadar önemliyiz, neden hâlâ bu kadar görünmeziz?
Türkiye’de binlerce engelli kamuda ve özel sektörde yıllardır istihdam edilmeyi bekliyor. EKPSS puanı var, diplomaları var, azimleri var. Ama kamuda kontenjan yok, özel sektörde niyet yok. En basit örnek 2024 engelli öğretmen atamasında bazı branşlara sıfır kadro verildi. Evet, sıfır! Kimi branşlara sadece bir ya da iki kişilik kontenjanlar ayrıldı. Biz buna “fırsat eşitliği” diyebilir miyiz?
Kamu kurumlarında engelli yöneticiler yok denecek kadar az. Liyakat sahibi engelli bireyler sadece görünüşte alkışlanıyor, ama makama gelince “acaba yapabilir mi” önyargısıyla eleniyor. Tüm bu iyi niyet paylaşımlarının arkasında hâlâ sistematik bir ayrımcılık ve ötekileştirme var.
Fiziksel erişim deseniz hâlâ sorunlu. Rampası olmayan kamu binaları mı ararsınız, asansörsüz kurumlar mı? Sizce kaç kurum işaret dili bilen tercüman istihdam ediyordur? Dijital erişilebilirlik neredeyse yok. Kamu sistemlerinde hâlâ ekran okuyucu ile uyumlu olmayan sayfalar, mobil erişime kapalı hizmetler ve görme engellilerin “kendi başına” başvuru bile yapamayacağı portallar mevcut. Modern devlet dediğimiz şey, yurttaşına ancak bu kadar mı ulaşabilir?
Çalışma hayatında ise mobbing neredeyse bir kural gibi uygulanıyor. “İdare eder”, “zaten engelli”, “bunu da yapmasın artık” gibi laflar hâlâ personel odalarında fısıltıyla dolaşıyor. Sadece görevini yapmak isteyen engelli çalışanlara hâlâ ya lütufla ya da acıyarak bakılıyor. Ne saygı var, ne de eşitlik.
Oysa engelliler ayrıcalık istemiyor. Eşit fırsat, adil temsil ve erişilebilir bir yaşam hakkı talep ediyor. Bu kadar basit. Ama bu bile hâlâ çok görülüyor. 3 Aralık’ta herkes “duyarlı” görünüyor ama 4 Aralık’ta bütün sistem yeniden eski körlüğüne dönüyor.
Mizah gibi gelecek ama gerçek: Bazı kurumlardaki 3 Aralık etkinliklerinde görme engellilere resim yaptırılıyor, işitme engellilere müzik dinletisi sunuluyor. İşte tam da bu yüzden anlaşılmak istiyoruz; görülmek değil.
Sendikalar, STK’lar, bakanlıklar… Lütfen artık kutlama değil, çözüm üretin. Biz kutlama değil, istihdam istiyoruz. Süslü mesajlar değil, somut adımlar görmek istiyoruz. Çünkü hiçbirimiz engelli olduğumuz için 3 aralıklarda sevinç naraları atmıyoruz.
Bu 3 Aralık’ta da ağdalı laflar yerine samimi niyetler konuşulsun. Pasta yerine kadro; tebessüm yerine yönetmelik; sosyal medya paylaşımı yerine yaptıklarınızı sergileyin, kamu spotu değil politika üretin. Yoksa her yıl aynı “duyarlılık tiyatrosu” sahnelenir, perde kapanır, biz yine görünmeyiz.
Gerçek engel biz değiliz, bizi hâlâ anlamayan sistemin ta kendisidir.
Unutmayalım ki engeller kaldırılırsa engellilik kavramı da kendiliğinden hayatımızdan çıkacaktır.