Ümit Yurtkuran

Ümit Yurtkuran

Kanser dahil birçok hastalığın nedeni uykusuzluk! (4)

*Uykusuzluk insanı sürekli olumsuz düşünmeye sevk ederek beyin hücrelerini öldürür. Birçok farklı araştırma uykusuzluğun beyin hücrelerini öldürdüğünü ispatlamıştır. Fareler üzerinde yapılan güncel bir çalışmada uzun süreli uykusuz kalan farelerin beyin hücrelerinin %25’inin öldüğü görülmüştür.

“Uykusuzluğun beynimiz için bu kadar kötü olmasının nedeni, tekrar tekrar negatif düşünceleri tetiklemesidir. Uykusuz olduğumuz zaman olumsuz düşüncelere daha çok sahip oluyoruz ve onların arasında sıkışıyoruz.” Prof Dr. Daniel Freeman-Oxford Üniversitesi Psikoloji Bölümü

*Birçok araştırmada zihinsel rahatsızlıklarla uykusuzluk hastalığı (insomnia) arasında yakın bir ilişki olduğu görülmüştür. Uykulu halde araç kullanmak sarhoş araç kullanmaktan daha tehlikelidir. Bu iki durumda uykulu sürücünün bilinci daha düşük seviyededir.

Yazının Devamı

Kanser dahil birçok hastalığın nedeni uykusuzluk! (3) nedenleri ve sonuçları

-Geç vakitte yenilen ağır yemekler, tatlılar, içilen asitli içecekler veya çeşitli bahanelerle yenilen abur cuburlar uykusuzluğu tetikler. (Gece sık idrara çıkmak sadece prostat nedeniyle olmaz. Özellikle akşam yenilen tatlılar ve karbonhidratlar idrar sıklığının önemli nedenleri arasındadır.)

-Alkol ve sigara kullanımı. Tütün ürünlerindeki nikotin uykuyu etkileyebilecek başka bir uyarıcıdır. Alkol uykuya dalmaya yardımcı olabilir ancak daha derin uyku aşamalarını önler ve genellikle gece yarısı uyanmaya neden olur.

-Kahve, çay ve kola gibi kafein içeren (uyarıcı etkiye sahip) içeceklerin fazla tüketilmesi. Kafeinli içecekler uyarıcı etkiye sahiptirler. Bu tip içecekleri akşam veya geç saatlerde tüketmek uykuya dalmayı zorlaştırır.

Yazının Devamı

Kanser dahil birçok hastalığın nedeni uykusuzluk!.. (2)

Uykuya dalamama, sık sık uyku bölünmesi, gecenin bir yarısı uyanıp tekrar uykuya dalamamak ya da yastığı görür görmez uykuya dalma halleri uyku bozukluğu olarak kabul edilir.

Uykusuzluk; toplam uyuma saati olarak değil yeterli süre ve kalitede uyku uyuyamayarak uyandığımızda dinlenmiş olarak kalkmama halidir. Uykusuzluk hem fiziksel hem de ruhsal olarak sağlığımızı tehdit eden en büyük sorunlardan birisidir.

Yeterince derin ve dinlendirici uyku uyuyamayan insanlar hastalıklara karşı daha dayanıksız olurlar ve bu durum çok ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir. Uykusuzluk alışkanlık haline dönüştüğünde, kimyasal ve hormon dengemiz bozulur.

Yazının Devamı

Kanser dahil birçok hastalığın nedeni uykusuzluk!..

İnsan hayatının vazgeçilmez ihtiyaçları arasında yer alan ve her gün yaşadığımız uyku; “tüm vücut sistemlerinin pasifleşip dinlendiği basit bir bilinçsizlik süreci değildir.”

Bilinenin aksine “uyku beynimizin günün verilerini organize ettiği, tüm bilgileri yerli yerine oturttuğu, gereksiz bilgilerin silindiği vücudumuzun genel olarak tamir ve yenilenme sürecine girdiği çok karmaşık hayati ve mucizevi bir süreçtir.”

Bu süreç; vücudumuzda bulunan (normal şartlarda) “24 saat dilimine göre ayarlı, günlük uyku ile uyanıklık döngüsünü kontrol eden ve sirkadiyen ritim adı verilen biyolojik saat tarafından kontrol edilir.”

Yazının Devamı

Cildimizden aldığımız toksinler sindirim yoluyla aldıklarımızdan daha tehlikeli… (3)

Eğer biraz emek verir araştırırsanız, içi kimyasal katkı maddeleriyle (toksinlerle) dolu hazır kişisel bakım ürünleri kullanmak yerine, pek çoğunu özellikle cildiniz için kullanacağınız besleyici, koruyucu, nemlendirici, gerginleştirerek kırışıklıkları azaltıcı bitkisel yağları veya kremleri evde kendiniz rahatlıkla yapabilirsiniz.

Hayır ben uğraşamam her şey elimin altında hazır olması gerekir derseniz, en azından kimyasal veya sentetik malzemelerle üretilen kişisel bakım ürünlerinin kullanım miktarını asgariye indirerek veya detoks programlarını öğrenip sık sık uygulayarak zararını azaltmanızda yarar var derim.

Günlük kullandığımız kişisel bakım ürünleri arasında toksiklik açısından "diş macunlarının özel bir yeri vardır." Çünkü ağzımızdaki mukus zarları fazlasıyla geçirgendir. Sıradan bir diş macununda ise florid (kurşundan çok daha ağır, arsenikten daha etkili bir toksindir), sentetik temizlik maddeleri, suni renklendiriciler, tatlandırıcılar ve çeşitli aromalar gibi sayısız toksik katkı maddesi bulunur.

Yazının Devamı

Cildimizden aldığımız toksinler ağız yoluyla aldıklarımızdan daha tehlikeli… (2)

Örneğin güzel koku için kullanılan sentetik malzemelerin pek çoğu nörotoksik ve kanserojendir. Formaldehit koruyucu ve renklendiriciler adı altında kullanılan katkı maddeleri “metil, etil, propil, butil ve sodyum benzoat gibi çeşitli parabenler içerir." Bu kimyasallar ise "sperm kalitesinin bozulmasından cilt kanserine kadar" birçok hastalık için zemin hazırlar.

Koruyucu madde olarak kullanılan, "parabenlerin" kimyasal yapısı östrojen hormonuna benzer. Kadın vücudunda biriken parabenler östrojen hormonu gibi davranıp, üreme organlarında bozukluklara, göğüs kanserine, endometriozise (genç kadınlarda genellikle rahim ve yumurtalık bölgelerinde görülen ve çok şiddetli ağrı ve kanamalara neden olan lezyonlar) çikolata kistlerine, kısırlığa ve doğum kusurlarına neden olabilmektedir.

Erkek vücudunda biriken parabenler ise spermlerin sakatlanıp ölmesine, prostat kanserine ve nadiren de olsa üreme bölgelerinde endometriozise (üreme bölgelerinde görülen lezyonlar) neden olmaktadır. Ayrıca bu kimyasal maddelerin özellikle cildimiz üzerinde yıkıcı bir etkisi vardır. Deride kızarıklık, şişlik, kaşıntı gibi görünen cilt rahatsızlıklarına neden olduğu gibi cildin alt katmanlarını da güneş yanığından daha fazla hasara uğratırlar.

Yazının Devamı

Cildimizden aldığımız toksinler ağız yoluyla aldıklarımızdan daha tehlikeli (1)

Cildimiz; dışardan gelecek virüsler, bakteriler, mantarlar gibi çeşitli mikroplara karşı koruma sağlanması için asit - alkali (PH) değeri dört - dört buçuk olacak şekilde yaratılmıştır. Aynı zamanda belirli moleküllerin kolayca girip çıkmasını sağlayacak şekilde geçirgen bir yapıya da sahiptir. Bu sayede zararlı güneş ışınlarına karşı korunmak için antioksidanların cilde nüfuz etmesine ve ter bezleri aracılığı ile toksinlerin dışarı atılmasına imkan sağlar.

Ancak bu kolay geçiş çevresel ya da kendi kullandığımız temizlik malzemesi ile kişisel bakım ürünleri yoluyla temas ettiğimiz toksinlerin de tersinden kana geçişini kolaylaştırır. Ağız yoluyla aldığımız toksinler “detoks sistemimiz sayesinde yoğun bir temizliğe tabi tutulurken, cilt yoluyla aldığımız toksinler doğrudan kana karışır.”

Günümüzde yoğun bir şekilde kullanılan kişisel bakım ürünleri, vücudumuz için “cilt ve mukuslar aracılığı ile emilerek büyük toksik kaynaklarını oluşturur.” Cildimiz yapısı gereği, kişisel bakım ürünlerinde bulunan kimyasalları kolayca emer. Özellikle uzun süre ciltte kalan makyaj malzemeleri çok tehlikelidir. Çünkü bunlar çoğunlukla “cildimizin hücre yapısına zarar vererek hücre yenilenmesini engeller ve cildin yaşlanmasına neden olur.

Yazının Devamı

Antidepresan kullanan ve yakınlarının dikkatine… (4)

Burada “stres kaynağına tepki veriş biçimimiz, stresin kendisinden çok daha fazla önemlidir. Çünkü irademizi kullanıp çok kısa bir süre sabredip sinirlerimize hakim olabilirsek hem sağlığımıza zarar vermemiş hem de bir ömür boyu pişman olacağımız bir çok olayın önüne geçmiş oluruz. Hastalıkların bile başlangıcı ve gidişatı bir insanın stresle baş etme becerisine ve düşüncelerine güçlü bir şekilde bağlıdır.

İşte bu nedenlerle psikolojimizi bozacak, stres kaynağı diyebileceğimiz en basitinden en ağırına kadar birçok olay karşısında “stres yönetimini öğrenip” irademizi kullanıp sabrımızı artırarak, stres kimyasallarının vücudumuza vereceği her türlü zararı minimum seviyede tutabilmek ya da zararsız hale getirmek zorundayız.

Stresi ya da stresin zararlarını azaltabilmek için ibadet, dua, yeni meşguliyet alanları geliştirmek, yeni dostluklar edinerek sosyalliğin artırılması, psikolojik danışmanlık, meditasyon, terapi, yogo, çeşitli egzersizler, doğa yürüyüşleri, kendi kendine telkin, stres nedenlerini paylaşmak, günlük tutmak, sosyal destek gibi birçok etkili metot vardır.

Yazının Devamı

Antidepresan kullanan ve yakınlarının dikkatine… (2)

Malumunuz tüm insanlık, özellikle halkı Müslüman olan ülkeler olarak çok zor günlerden geçiyoruz. Eğer Gazze’de katliam yapan Siyonist çetelerin dünyanın geleceği ile ilgili olarak kurdukları hayalleri gerçekleştirme çabaları, Filistin’de katliam yaparken gösterdikleri tempoda devam ederse önümüzdeki günler çok daha zor geçecek gibi. Elinizde fırsat varken “bir gün birileri tarafından bıraktırılmak zorunda kalmadan, antidepresan denen bu kimyasal hapları yutmak yerine kademeli olarak hayatınızdan çıkarmaya çalışın…

Diğer hormonal haplar gibi anti depresanlarda aniden bırakılmaması gereken haplardır. Birden bırakılırsa (uyuşturucu yoksunluğu gibi) yoksunluk belirtileri ortaya çıkar ve baş dönmesi, denge bozukluğu, yorgunluk, baş ağrısı, depresyon ve aşırı sinirlilik gibi yan etkiler görülebilir. Bu nedenle 4 - 5 hafta gibi bir sürede azaltılarak bırakılmalıdır. (Yutulan hapların dozajına göre bu süre daha da uzayabilir.)

Haklı olarak “tamam bırakalım da yerine ne kullanalım veya bu problemi nasıl çözelim” gibi bir soru aklınızdan geçiyor olabilir. Bu sorunun cevabını verebilmek için de kısaca “insan neden sinirlenir, vücudumuz nasıl etkilenir, zararları nelerdir gibi” gibi başka soruların da cevabını öğrenmemiz gerekir.

Yazının Devamı

Antidepresan kullanan ve yakınlarının dikkatine…

Normal şartlarda her insan haklı olarak mutlu olmak ve mutlu ortamlarda bulunmak istiyor. Ancak herhangi bir nedenle strese girip kendini mutsuz hissedenler hemen antidepresan kullanımına yönlendiriliyor ve neticede “antidepresan kullanan insan sayımız sürekli artıyor. 2022 yılında yutulan antidepresan hap miktarı 62 milyon kutu…"

Halbuki büyükşehirlerde yaşamanın en zor yanı olan “cehalet, yalnızlık, siyaset, ticaret, zamlar, trafik ve benzeri daha birçok nedenlerle psikolojisi bozulan, strese giren, kendini mutsuz hisseden insanlara “stres yönetimini öğretmek” yerine yaşlı genç demeden “ruh sağlığını korumak gibi çok gösterişli” bir gerekçe ile “antidepresan kullanımının tavsiye edilip reçete edilmesi” mutlu insan sayısını artırmadığı gibi “toplumun temeline bomba döşemekten farklı bir şey değil...”

Eğer antidepresanlar kullananı mutlu etseydi, Birleşmiş Milletlerin 149 ülke arasında yaptığı değerlendirmeyle belirlediği “Dünya Mutluluk Endeksi'nde” 2020 yılında 93. sırada olan Türkiye, 2022 yılında 104. sıraya gerilemezdi…

Yazının Devamı

Antidepresan kullanan ve yakınlarının dikkatine…

Normal şartlarda her insan haklı olarak mutlu olmak ve mutlu ortamlarda bulunmak istiyor. Ancak herhangi bir nedenle strese girip kendini mutsuz hissedenler hemen antidepresan kullanımına yönlendiriliyor ve neticede “antidepresan kullanan insan sayımız sürekli artıyor. 2022 yılında yutulan antidepresan hap miktarı 62 milyon kutu…"

Halbuki büyükşehirlerde yaşamanın en zor yanı olan “cehalet, yalnızlık, siyaset, ticaret, zamlar, trafik ve benzeri daha birçok nedenlerle psikolojisi bozulan, strese giren, kendini mutsuz hisseden insanlara “stres yönetimini öğretmek” yerine yaşlı genç demeden “ruh sağlığını korumak gibi çok gösterişli” bir gerekçe ile “antidepresan kullanımının tavsiye edilip reçete edilmesi” mutlu insan sayısını artırmadığı gibi “toplumun temeline bomba döşemekten farklı bir şey değil...”

Eğer antidepresanlar kullananı mutlu etseydi, Birleşmiş Milletlerin 149 ülke arasında yaptığı değerlendirmeyle belirlediği “Dünya Mutluluk Endeksi'nde” 2020 yılında 93. sırada olan Türkiye, 2022 yılında 104. sıraya gerilemezdi… “Kullanan milyonlarca insanın kimyasal hapı yutup sakin görünerek sahte yüz ifadeleri ile aramızda dolaşıyor” olmasından başka hiçbir faydası olmayan antidepresanların (insanımızın prospektüs okuma gibi bir alışkanlığı olmadığı için) prospektüste yazılan (yazılmayanlar hariç) yan etkilerinin bazılarını sıralamak istiyorum.

Yazının Devamı

Mikroplar dahil yaratılmış herşeyin bir enerjisi var

Bilimsel olarak kesinleşen bilgilere göre her şeyin kendine has bir frekansı olduğu gibi insan vücudunun ve her hücresinin de kendine has doğal bir frekansı vardır. Aynı şekilde her bakterinin, her virüsün ve her hastalığın da doğal bir frekansı vardır.

Sadece maddi/fiziksel varlıkların değil duyguların, düşüncelerin, ilişkilerin, isteklerin, okuduğumuz kitapların, topladığımız dokümanların, izlediğimiz haberlerin, filmlerin toplumsal konuların ve yaşadığımız stres yoğunluğunun da bir frekansı vardır.

Eğer hasta olan organlarımızı oluşturan hücrelerimizin (düşük olan frekansını) kendi doğal frekansına yükseltmek mümkün olabilirse, tüm vücudumuzu sağlığına kavuşturmamız da mümkündür.

Yazının Devamı

Bu da benim Siyonist ürünleri boykot teklifim…

İsrail, Filistinlilere 75 yıldır yaptığı zulmü iyice abartıp, dünyanın gözüne sokarcasına hiç saklamadan (kadın - erkek, yaşlı - genç, bebek - çocuk demeden) aleni olarak katliam yapmaya başlayınca bizim Müslümanlar "Yahudi ürünlerini boykot!” çağrısı yapmaya başladı.

Bu çağrılar bana çocukluğumuzdaki yerli malı haftalarını hatırlattı. "Washington portakalının en iyi portakal, papaz eriğinin en iyi erik" olduğunu(!) o zamanlar öğrenmiştik... Yani kendi öğretmenimiz bize “Erik üzerinden papaz reklamı yaparken, portakal üzerinden ABD reklamı yaparken” memlekete hizmet ettiğini sanıyordu...

Bana göre bugünkü boykotlardaki durumda çok farklı değil. Çünkü sahibi ya da (gizli) büyük ortağı Siyonist olan firmalar, hayatımızı ilgilendiren her alanda iliklerimize kadar işlemiş durumda. Yerli sandığımız sayısız markanın bile en az %90'ı onların kontrolünde…

Yazının Devamı

Buda benim cuma mesajım...

Ey millet!

Son bir haftada Filistinlilere çoluk çocuk demeden fosfor bombaları ile soykırım uygulayan, işkence edip öldürmekle hırsını alamadığı için cesedinin üzerine işeyerek kendini tatmin etmeye çalışan Siyonist kafayla...

Bizlere iyilik olsun diye modernizmi (şehir hayatını) dayatan, hasta olmamamız için (özellikle çocuklarımızı) zorla aşılatan, hasta olduğumuzda iyileşelim diye (DSÖ nün hazırladığı protokol doğrultusunda) kimyasal hapları ilaç diye yutturan, ortam hijyenik olsun diye her yerimizi, her şeyimizi (çamaşır suyu gibi) kimyasallarla zehirleyen kısaca hayatımızın her alanında saymakla bitiremeyeceğimiz kimyasallarla içimizi dışımızı zehirle (toksinlerle) dolduran büyük holdinglerin sahibi olan Siyonisler aynı kafa.

Yazının Devamı

Yaşlanmaktan korkmayın ihtiyarlığı geciktirmek elimizde… (7)

Bugün rahatlıkla söyleyebilirim ki yaşınız, kilonuz ve sağlık durumunuz ne olursa olsun eğer halen hareket edebilecek durumda iseniz geriye dönüş şansınız hep var demektir. “Hastalık ya da ihtiyarlık boks maçı gibidir. Yere düştüğünüzde değil, ayağa kalkamadığınızda maçı kaybedersiniz.”

Çünkü insan vücudu 80 – 90 yıllık bir ömürde, (normal şartlarda) “kendisini en az 20 – 25 defa bütünüyle yenileme kabiliyetine sahip muazzam bir sistemle donatılmıştır.” Yeter ki zararın neresinden dönersem kardır düşüncesiyle Bismillah diyerek, doğru usullerle geriye dönüş için mücadeleye başlayalım.

*Düşüncenizi değiştirin. Yaşlanmaktan değil sağlıksız, hasta, yorgun, bezgin, bıkkın, bitkin, idealsiz, umutsuz bir ihtiyar olmaktan korkun. Asla ihtiyarlık hastalık ve ölüm korkusu gibi olumsuz düşünceleri aklınıza getirmeyin.

Yazının Devamı

Yaşlanmaktan korkmayın… İhtiyarlığı geciktirmek elimizde… (6)

Normal şartlarda vücudumuz Allah’ın koyduğu yasalara göre muntazam bir şekilde çalışır. Ancak yaşlılık süremiz ile bu süreçte ortaya çıkacak “Hastalıklar ve ihtiyarlık seviyemiz tamamen vücudumuzu tanımamıza, göstereceğimiz ilgiye alakaya, yaşam tarzımıza, beslenme şeklimize ve vücudumuzun (iç ve dış olmak üzere) genel bakımıyla doğrudan ilgilidir.”

Evet yaşlanma süremizi uzatmak ve sağlıklı yaşlanarak ihtiyarlığı geciktirmek, hastalıkları en az seviyeye indirmek, daha kaliteli, daha konforlu, daha enerjik, daha üretken, daha verimli bir yaşlılık geçirmek, yani nasıl yaşlanacağımızı yönetmek kesinlikle elimizdedir. Temel olarak “Hücresel fonksiyon bozukluğu” olarak tarif edebileceğimiz tek bir hastalık ve ihtiyarlık sebebi vardır. Bu sebep ortadan kaldırıldığı vakit yaşlansak da ihtiyarlığımız gecikecektir.

Bana göre ihtiyarlığa engel olabilmek; insanın ana rahmine düştüğü andan itibaren ölünceye kadar geçen süreyi hastalıklar veya ihtiyarlık açısından bir bütün olarak ele almasına bağlıdır. Çünkü “Hastalık nedenleri bebeklik çağında başka, yaşlılık döneminde başka değildir. Yaşınız ne olursa olsun hastalık nedenleri hep aynıdır.”

Yazının Devamı

Yaşlanmaktan korkmayın, ihtiyarlığı geciktirmek elimizde… (5)

İnsanların pek çoğu yaşı ilerledikçe aynaya daha seyrek bakar. Yüzümüzdeki kırışıklıkları, kahverengi lekeleri, şişmiş, sarkmış, etrafı kararmış göz kapaklarını, sararmış solmuş bakışları, beyazlamış, dökülmüş saçları pek görmek istemezler. Hâlbuki “aynadaki görüntümüz, yaşam tarzımızın, yaptığımız hataların, iç organlarımızın ve genel sağlık durumumuzun bir yansımasıdır.”

Çünkü “vücudumuz içinde gelişen her türlü problem, dışında da açıkça kendisini belli eder.” Örneğin bir insanın;

*Cildimizdeki kırışıklıklar çoğalıp derinleşme eğilimine girmiş, saçlar beyazlaşıp seyrekleşmeye, kellik belirginleşmeye başlamışsa; “vücudumuzda toksinler çoğalmış, A – C – D - E vitaminleri ya da çinko, magnezyum, selenyum, iyot gibi mineraller eksilmiş, cildimizde hücre bozulması ve hücre ölümü hızlanmaya başlamış demektir.” *Göz kapakları şişmiş, göz altlarındaki torbalar iyice belirginleşmiş, vücudumuzun değişik yerlerinde ödem oluşmaya başlamış ya da tansiyon her yanlışımızda yukarı doğru fırlar hale gelmişse; “kalp-damar sisteminde, böbrek de, idrar yollarında problemler çoğalmış, bağırsak florası bozulmuş demektir.”

Yazının Devamı

Yaşlanmaktan korkmayın, ihtiyarlığı geciktirmek elimizde… (4)

Bugüne kadar yaptığım araştırmalar da ister devlet eliyle olsun ister üniversitelerimiz kanalıyla olsun “ihtiyarlığın önlenmesi yönünde” bazı tavsiyelerin dışında ciddi bir çalışmaya rastlayamadım.

Yapılan çalışmaların tamamında ihtiyarlığın önlenmesinden ziyade, ihtiyarlarımızın hayat standartlarını yükseltmek ya da işlerini kolaylaştırmak yönünde tedbir ve tavsiyelerden ibarettir. Halbuki öncelikle yapılması gereken şey; “hastalanmamıza ve ihtiyarlamamıza neden olan faktörlerin tespit edilerek taa çocukluktan itibaren gerekli önleyici tedbirlerin alınması ve hücresel sağlığımızı bozacak her türlü etkenlere karşı gerekenleri yapmak olmalıdır.” Çünkü sağlık problemleri artık sadece yaşlılarımız için değil, tüm yaş grupları için çok büyük bir problem ve devletimiz için çok büyük bir yük haline gelmiştir. Daha önceleri sadece yaşlılarda görülen bronşit, astım, zatürre, mide – bağırsak iltihabı, idrar yolu enfeksiyonu, diyabet, obezite, kanser gibi birçok hastalığın artık çocuklarda da görülüyor olması, ileri tarihlerde sağlık probleminin ne kadar büyüyüp taşınılmaz hale geleceğinin en büyük göstergesidir.

Dünyanın en eski ve en prestijli tıp dergilerinden olan Lanset dergisinde 1995 yılında yayınlanan geniş kapsamlı bir araştırmaya göre; Batı Ülkelerinde “yaşlı nüfus hastaneye kabullerin %50’den fazlasını ve sağlık kaynaklarının %40’ını tüketmektedir.” Muhtemelen ülkemizdeki durum bundan daha kötü durumdadır. Çünkü herkesin bildiği gibi bizim insanımız en küçük şikayetleri veya standart kontroller için sürekli hastanelere gitmeye programlanmış durumdalar.

Yazının Devamı

Yaşlanmaktan korkmayın, ihtiyarlığı geciktirmek elimizde… (3)

Eğer “İhtiyarlık nedenleri doğru tespit edilip gerekli tedbirler önceden alınırsa, ölünceye kadar sağlıklı ve üretken bir insan olarak, devlete ya da etrafımızdaki insanlara yük olmadan yaşamamızın mümkün olacağına inanıyorum.”

Öncelikle “yaşlandığımız için ihtiyarlayıp hasta oluruz anlayışının” değiştirilmesi şarttır. Çünkü biz yaşlanıp ihtiyarladığımız için hasta olmayız. Aksine “hasta olduğumuz için ihtiyarlarız.”

Vücudumuz ortalama 100 trilyon hücreden meydana gelir. Bu “hücrelerin her birisi hem kendisini yenileme kabiliyetine sahiptir hem de diğer hücrelerle etkili bir şekilde iletişim halindedir.”

Yazının Devamı

YAŞLANMAKTAN KORKMAYIN… İHTİYARLIĞI GECİKTİRMEK ELİMİZDE… (2)

“Aynı yaşta olan birçok insanın hareket kabiliyetlerinin, düşünme yeteneklerinin, genel sağlık durumlarının birbiri ile tıpatıp aynı olmadığı her insan tarafından bilinen bir gerçektir. ”Örneğin “40’lı, 50’li, 60’lı, 70’li, 80’li, 90’lı yaşlarda olan yüz binlerce insanı bir araya getirsek sağlık durumları tıpatıp aynı olan iki kişi bulamamız mümkün değildir.”

Kimisi yatalak vaziyette birçok hastalıkla uğraşıp ölmek için Allah’a yalvarırken, kimisi sapasağlam ayakta kendi işini kendi yapar vaziyettedir. Kimisi sabah yediğini öğlen hatırlayamazken, bir diğeri makaleler kitaplar yazıp üretime devam etmektedir. Kimisi daha 60’lı yaşlarda artık emeklilik vakti geldi moduna girip hayattan kendisini dışlayıp her şeyden elini eteğini çekerken, aynı yaşta bir başka insan üniversite kazanıp, mezun olup diploma almanın heyecanını yaşamanın hayalini kurmaktadır.

Yani “yaşlı iken de sağlıklı, üretken ve başarılı olmamız hayattan fazlasıyla zevk almamız mümkündür ve tarih yaşlanmalarına rağmen, başarının zirvesine yerleşmiş insanlarla doludur.”

Yazının Devamı

Yaşlanmaktan korkmayın, ihtiyarlığı geciktirmek elimizde… (1)

İnsanlık tarihi boyunca, hakkında bilgi sahibi olduğumuz bütün kadim medeniyetlerde “gençlik ve ölümsüzlük iksirleri” arandı ve (sosyal medyada bilimsel gelişmelerle ilgili ne anlatılırsa anlatılsın) bundan sonra da aranmaya devam edilecek ve bulunamayacaktır.

Kur-an’da üç ayrı surede geçen “Her nefis ölümü tadacaktır” mealindeki ayetlere yürekten inanan bir Müslüman olarak gençlik ve ölümsüzlük iksiri diye bir şeyin bulunduğuna ya da bulunacağına asla inanmıyorum.

Ancak genel sağlık durumumuzun (anne ve babalar bilinçlendirilerek) anne rahminden itibaren ele alınarak insan ömrünün bir bütün olarak düşünülüp, “Vücudumuzdaki doğal düzenin (fabrika ayarlarımızın) bozulmasına neden olacak” her türlü etkenden mümkün olduğunca uzak durup, belirli beslenme ve sağlık kurallarına uygun yaşamayı hayat tarzımız haline getirdiğimiz takdirde;

Yazının Devamı

Alkali beslenme mucizesi ve karbonat hakkındaki yanlışlar -2-

Dünkü yazımızı: Mesela ağzımız (PH= 6.5 -7.4), midemiz PH=1.5 – 3), on iki parmak bağırsağı (PH= 9), ince bağırsak (PH= 7 – 8),kalın bağırsak (PH= 7 – 8), karaciğer (PH= 6.9) Pankreas sıvısı (PH=7.8 - 8.5), safra (PH=8 – 8.5), kalp kasları (PH= (6.9), Kan (PH= 7.34 - 7:45), Lenf sistemi (PH= 7.5), beyin ve omurilik sıvısı (PH= 7.4), gözyaşı (PH= 7.3 - 7.5), anne sütü, (PH= 6.6 – 7), hücre içi (PH= 6.9), cilt yüzeyi (PH= 4 – 4.5), ter (PH= 6.6 – 7) olmak zorundadır. cümleleriyle bitirmiştik...

Alkali beslenme mucizesi ve karbonat hakkındaki yanlışlar -1-

Bugün kaldığımız yerden devam edcek olursak...

Yazının Devamı

Alkali beslenme mucizesi ve karbonat hakkındaki yanlışlar -1-

Vücudumuzdaki “Asit - baz dengesi sağlığımız açısından gerçekten çok önemlidir.” Bedenimizde birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da tam bir denge mevcuttur. “Özellikle kanımız ve tüm organlarımız belirli bir PH (Power of Hydrogen) değerini muhafaza etmek zorundadır.” Önemli bir hastalık olmadığı taktirde, kanın ve dokuların PH değeri hiç değişmez.

Konunun önemine binaen diyetisyenler, kimyagerler, doktorlar ve insan sağlığıyla ilgilenenler tarafından bu konuda birçok kitap yazılmıştır. Ancak “Bu kitapların bir kısmında çok büyük bir hata yapılarak, genel sağlığımızın korunması ve obezite dahil birçok hastalıktan kurtulabilmek için en büyük destek olarak, sürekli karbonat ya da alkali sıvıların kullanımı tavsiye edilmektedir.”

“Yüksek PH, yüksek sağlık sloganıyla yola çıkan bu kitap ya da makalelerde öyle abartılı tavsiyeler var ki,” vücudumuzu alkali hale getirerek, kanser, diyabet, ms, akne, egzama, obezite ve diğer tüm hastalıkların %99’undan kurtulabileceğinizden bahsedilmektedir. En vahimi de “vücudumuzu alkali yapabilmek adına karbonat ya da alkali sıvı kullanımının PH mucizesi olarak tavsiye ediliyor olmasıdır.”

Yazının Devamı

Sağlıklı bir ömür geçirebilmek için sağlık anlayışımızı değiştirmemiz şart…

“İnsanlar ölmezler kendi kendilerini öldürürler." Seneca (Romalı filozof)

Günümüz insanları olarak karmaşık ekonomik sorunlarla baş etmeyi, çok karmaşık bilgisayar programlarını kullanmayı, binlerce bağlantısı olan elektronik cihazları veya çok lüks ve karmaşık araçları tamir etmeyi biliyoruz. Ama cildimizdeki basit değişiklikler neyi ifade ediyor, günde kaç kez tuvalete çıkmamız gerekiyor veya idrarımızın rengi nasıl olmalı, gibi çok basit soruların cevabını verecek durumda değiliz.

Çünkü "öğretilmiş çaresizliğimiz sonucu" hastalıklar ve sağlık hakkında hiçbir bilgimiz yok. Ve bugünkü sağlık anlayışına göre bu, çok basit soruların cevabını bile "sadece tıp eğitimi almış doktorların" vermesi gerekir.

Yazının Devamı