Tilki-fille zorlu dans

Nihat Kaşıkcı

Nihat Kaşıkcı

Tüm Yazıları

Önemli bir dünya liderine atfedilen; “Büyük devletlerle müttefik olmak, fille yatağa girmeye benzer.” ifadesiyle başlayalım… Fil kımıldamadığı sürece sorun yok. Kımıldarsa, altında ezilmek muhtemeldir.

Peki, fil aynı zamanda ‘kurnaz tilki’ ise…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Donald Trump’la görkemli buluşması, nedense bana fil-tilki melezini ilham etti.

Evet, Erdoğan-Trump buluşması, bilinen tüm diplomatik kalıpları bir kenara itekledi. Görüşmenin 2 saat 18 dakika gibi fevkalade uzun sürmesi bir yana, görüşme öncesinde Başkan Trump’ın, Başkan Erdoğan’a yönelik övgü dolu sözleri de alışıldık nezaket ifadelerinin kat kat ötesine taştı.

Görüşme öncesindeki ‘gündem’ beyanlarında; F35 ve F16 savaş uçaklarının alınması, Halkbank’a yönelik ABD tarafından ‘sorun’ haline getirilen durum, CAATSA yaptırımlarının kaldırılması ve gümrük vergilerindeki indirim konusu dillendirildi.

Türkiye’nin Suriye’deki gelişmelerin ‘patronu’ olduğu ifadelerinin sonuna, oradaki ‘sorumlulukların da Erdoğan’a ait olduğunu’, güya oradaki haklarımızı almamız bağlamında, araya sıkıştırdı.

Ayrıca Erdoğan’ın, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasına izin verebileceğine dair ‘bir parmak bal’ da önemliydi.

ESAS MEVZU SURİYE VE GAZZE

Elbette önceden üzerinde fazla durulmasa da, ABD ile Türkiye arasındaki en sıkıntılı alanlar olan Suriye/SDG-PYD-PKK sorunu ile Gazze’deki İsrail soykırımının esas gündem olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Bir an için Suriye ve Gazze meselesini yok sayalım… ABD ile Türkiye arasında ciddiye alınabilecek bir sorun kalır mı?

F35 uçakları, zaten uzak durulması gereken ve giderek anlamını kaybeden bir proje. Yani olmaması, bizim için daha hayırlı.

F16’ların modernize edilmesi ve sayılarının biraz daha artırılması, Türkiye’nin kısa vadeli ihtiyacı olabilir. Bununla birlikte Türk savaş uçağı KAAN’ın TSK envanterine girmesi, sadece birkaç yıllık bir zamana muhtaç.

Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ise Türkiye açısından sadece bir ‘diplomatik pazarlık’ konusudur. O Rum okulu açılsa bile öğrenci bulabilecek mi? Öğrenci bulsa bile bunun Türkiye aleyhine bir götürüsü olacak mı? Bu soruların cevabı ‘evet’ olmasa gerek.

CAATSA veya Halkbank mevzuları da Türkiye için kayda değer kayıplar doğurmuyor.

Hâsılı kelam, Suriye/PKK ve İsrail/Gazze sorunları dışında, Türkiye’nin ABD ile çözmesi zaruri bir sorunu yok denilebilir.

LAF ARALARINA SIKIŞTIRILANLAR

Erdoğan-Trump görüşmesinin her iki taraf için olumlu bulunan çıktıları, gazete sayfalarında ve TV ekranlarında enine boyuna anlatılıyor.

Zannımca üzerinde durulması gereken önemli bir husus, Başkan Trump’ın, resmî görüşme öncesindeki açıklamalarının satır aralarında barınıyor. Trump, deyim yerindeyse; ‘fil’ iriliğini ‘tilki’ kurnazlığıyla melezlemiş bir söylem geliştirmiş.

Açalım biraz…

Türkiye’nin Rusya-Ukrayna Savaşı karşısındaki tutumunu öven Trump, lafın sonuna, ‘Rusya’dan petrol ve gaz almama’ konusunu sokuşturdu.

Erdoğan’ın çok çetin biri olduğunu ve kendine ait fikirleri olduğunu ifade ederken, ‘normalde kendi fikirleri olanları pek sevmediğini’ araya sıkıştırdı.

Türkiye ile yüksek oranda ticaret yaptıklarını ve buna devam edeceklerini dillendirirken, ‘ilave ticarî işler yapacaklarını’ eklemeyi unutmadı.

Türkiye’nin F35’lere ihtiyacı olduğunu ve konuyu ele alacaklarını ifade ederken, ‘kendilerinin de somut beklentileri olduğunu’ ilave etti.

Gazze’deki krizin sona erdirilmesi gerektiğini ve bir anlaşmaya varmak üzere olduklarını ifade ederken, lafı ‘tüm rehineleri geri almak istediklerine’ bağladı.

BİR İPTE İKİ CANBAZ

Trump’un, bu birkaç noktadaki ‘araya sıkıştırılmış beklentileri’, bizim ilk anda dikkatimizi çeken hususlar. Bunların dışında, başkaca kurnaz sıkıştırmaları da olmuştur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, lider diplomasi ve birebir görüşmelerdeki ikna yeteneğiyle, dünyadaki emsallerine açık fark atan bir liderdir. Bu tartışmasız…

Fakat Başkan Trump’ın da Erdoğan’la buluşmaya çok iyi hazırlandığını ve kendisini tatmin edebilecek beklentilerini daha toplantı başlamadan, nazik sözlerinin arasına sıkıştırması, ‘fil gücü’ ile ‘tilki kurnazlığını’ mezcettiğini gösteriyor.

Elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu tür pazarlıklarda, muhatabına çok geniş ve kolay bir alan sunmayacak kadar ‘pazarlık gücü yüksek’ bir liderdir.

Dolayısıyla bu tarihî nitelikteki görüşmenin çıktılarının ‘alenî’ kısımlarını bugünlerde; ‘mahrem’ bölümlerini de orta ve uzun vadede göreceğiz.

‘Muhteşem’ nitelemesinin ötesinde, ‘doğru olamayacak kadar görkemli’ sayılabilecek bu tarihî buluşma hakkında, tarafımızdan şu an itibarıyla yapılacak en özet tespit şudur:

ABD ve Trump, Türkiye ve Erdoğan’ın gücünü ve neleri yapabileceğini idrak etmiş görünüyor.

Dolayısıyla Başkan Trump, Türkiye ile olan ilişkileri, geçmişteki ‘üstenci ve nobran’ tavırlar yerine, daha rasyonel (akılcı) bir çizgiye çekmeyi önceleyen bir siyaset geliştiriyor.