Sen de yolcusun, Abbas!..
Asırların en büyük zulmü, soykırımı Gazze’de yaşanıyor. Tüm dünyanın gözleri önünde… Olup bitenler, anında tüm dünyanın gözleri önüne seriliyor. Siyonistlerin kontrolündeki dünya iletişim sistemi dahi gerçekleri perdeleyemiyor.
Fakat… Başta Müslüman ülkelerin yönetimleri olmak üzere dünyanın büyük bir bölümü, terör örgütü İsrail tarafından Gazzeli mazlumlara karşı 23 aydır sürdürülen soykırım karşısında bir türlü önleyici eyleme geçemiyor.
Türkiye, Siyonist zulmü durdurabilmek adına, elinden gelenin fazlasını yapıyor. Bir yandan diplomasiyi kullanarak, dünyanın vicdanını uyandırmaya çalışıyor. Öbür taraftan da halkları Müslüman olan ülkelerin yönetimlerini, İsrail’e karşı cesaretlendirmeye ve eyleme geçmeye zorluyor.
Peki, bu kolay mı? Özellikle Müslüman ülkelerin başına geçirilmiş taht ve taç sahiplerini yerinden kımıldatmak çok zor…
Sahadaki durumu bir gözden geçirelim:
Ürdün:
Osmanlı Türk Devleti’nden koparılan toprakların, ‘asabiyet’ esasına göre taksim edilmesiyle uydurulmuş bu devletin başındaki Kral Abdullah denilen zat… Ülke nüfusunun yarıdan fazlası Filistin kökenli olmasına rağmen… Son 2 yıldır Gazze’de devam eden Siyonist vahşet karşısında bir şey yaptığını gören var mı? Bırakalım eylemi, İsrail zulmünü kınayan bir açıklamasına tanık olduk mu?
Niye böyle? Cevap çok basit: Kendini ‘kral’ zanneden o küçük adam, altındaki tahtı ve başındaki tacı, İsrail’i oraya musallat edenlere borçlu.
Mısır:
Abbasiler döneminden itibaren Türk Hakanlar tarafından yönetilen Mısır, yakın zamana kadar bu niteliğini korudu. 1952’de Arap ırkçısı Cemal Abdünnasır darbesiyle devrilen son Mısır Kralı Faruk, Osmanlı Hidivi İsmail Paşa’nın torunu ve Kral Fuad ile Türk Kraliçe Nazlı Sabri Hanım’ın oğluydu.
Mısır halkının serbest iradesiyle seçilen Muhammed Mursi’ye karşı Batı destekli darbe yaparak iktidarı ele geçiren Sisi, halen Mısır’ı yönetiyor. Gazze’ye tek erişim noktası olan Refah kapısını Mısır kontrol ediyor. Sisi yönetimi, İsrail zulmünü protesto amacıyla Refah’ta eylem yapmak isteyen dünyanın vicdanlı insanlarına bile bu izni vermiyor. Nüfusu 115 milyonu aşan o koca ülke, yanı başındaki soykırıma yüksek sesle bir tepki dahi veremiyor. Gerisini siz hesap edin.
Suudi Arabistan:
Kutsal toprakların ‘hâkimi’ olan bu krallık da Osmanlı’dan koparılan topraklar üzerine kurduruldu. Mekke Şerifi Hüseyin ve oğlu Faysal’ın Osmanlı’ya ihaneti ve Arap yarımadasındaki Türklere karşı yaptığı saldırılar ve katliamlar, tüm Arap topluluklarına mal edildi.
Coğrafyanın en zengin ve etkili devleti olduğu varsayılan bu ülkenin, 1970’lerde Kral Faysal’ın haysiyetli çıkışı ve bu yüzden şehit edilişi dışında, Müslümanların izzetini yükseltecek bir eylemini hatırlamıyoruz.
Bugün de ABD Başkanı Trump’ın ‘ilk ziyaretini yapması’ karşılığında trilyon doları bulan haraç ödemesi ve Birleşmiş Milletler Genel Kurul açılışı dolayısıyla Fransa ile birlikte düzenlediği Filistin konulu ‘günah savma toplantısı’ dışında Suudi Arabistan’ın bir eylemine tanık olamadık.
Ha, bir de Trump’ı, erkeklerinin kılıç dansı ve kadınlarının da saç dansıyla karşılaması dışında, Veliaht Prens’in Batılı tarzdaki şatafatlı partileriyle anıyoruz.
Birleşik Arap Emirlikleri:
Bu ülkeler topluluğunun adını duyduğumuzda; çalışılmadan elde edilmiş, hak edilmeden üzerine yatılmış bir lüks ve şatafat ile bu yaşam tarzına adanmış, sonradan görme insancıklar aklımıza geliyor.
BAE hakkında daha fazlasını söylemek, galiba kelimelere zulüm olur. O yüzden, bir şey beklemeye de gerek yok.
Katar:
Osmanlı dönemi dâhil, coğrafyanın en düzgün ve güvenilir Arap topluluğunun yaşadığı Katar’ın, Batı destekli zulümler karşısında Türkiye’nin yanında hizalanmaktan başka yapabileceği fazla bir şey yok. Güya İran ve diğer şer güçlere karşı korunmak gayesiyle ABD’ye ödediği haracın bile kendisini korumaya yetmediğini, İsrail’in son saldırısında net olarak gördük.
Irak, Suriye ve Lübnan’ın mevcut durumlarına baktığımızda, İsrail’e karşı herhangi bir zorlayıcı eylem yapmalarını beklemek, insafla bağdaşmaz. Bu yüzden, onları da geçiyoruz.
Geriye ne kaldı? Evet, kendisi minik de olsa, aslında ‘turpun büyüğü’ olan, Filistin’in başına geçirilmiş Mahmut Abbas adlı zat kaldı.
Kâğıt üzerinde ‘Filistin Devlet Başkanı’ olan bu zatın, Gazze ve Filistin meselesinin ana gündem olduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantılarına katılmak için gerekli ABD vizesi, Trump tarafından iptal edildi.
VEFA BU MUDUR?
Türk Hakanı Recep Tayyip Erdoğan, Filistin yönetimi New York’a gidemese de, onların sesi olacağını defalarca dile getirdi. New York’a gitmeden önce de, bu zatı Türkiye’de kabul ederek onurlandırdı. Geçen sene de o zavallıyı, ite kaka Ankara’ya getirmiş, TBMM’ye hitap fırsatı vermişti.
İşte o zavallı adam, Fransa ve Suudi Arabistan’ın günah savma kabilinden BM kapsamında düzenlediği toplantıya, Türkiye’nin sağladığı imkânlarla video konferans yöntemiyle hitabında, büyük bir vefasızlık sergiledi.
O toplantı dışında Gazze ve Filistin için hiçbir şey yapmamış olan Fransa ve Suudi Arabistan’a teşekkür etti. Kendisine BM Genel Kuruluna katılabilmek için New York’a giriş vizesi bile vermeyen ABD Başkanı Trump’a ve dahi kıyından köşesinden meseleye bulaşan başkaca ülkelere ve yöneticilerine teşekkür etti.
Ama Filistin davası ve Gazze’deki soykırım konusunda dünyayı ayağa kaldıran, terör örgütü İsrail’in yürüttüğü katliamı durdurmak için çırpınan, dahi kendisinin o toplantıya hitabını sağlayan Türk Hakanı Erdoğan’a bir teşekkürü bile çok gördü.
Daha da acı olan, Gazze’nin seçilmiş siyasî yönetimi olan HAMAS’ı, tıpkı İsrail ve ABD gibi suçladı. Gazze’nin geleceğinde HAMAS’ın yerinin olmadığını ileri sürdü.
Oysa bugün Filistin direnişinin onurunu temsil eden tek güç HAMAS ve onun askerî kanadı olan Kassam Tugayları değil midir?
HAMAS DÜŞERSE SEN DE YOLCUSUN
Peki, Mahmut Abbas adlı zavallının HAMAS düşmanlığının sebebi nedir? Tek bir sebep var: HAMAS, tıpkı Türkiye’deki demokratik iktidar gibi, halkın oylarıyla seçilmiş ve dışarıdan talimat almayan bir siyasî yapıdır.
Adını koyalım artık: HAMAS ve Müslüman Kardeşler gibi tabana dayalı siyasî hareketler; Ortadoğu’daki halksız ve Batı destekli despot yönetimlerin korkulu rüyasıdır. Bu halk hareketleri başarılı olursa, minik despotların taç ve tahtı yıkılır.
Son sözümüz şöyle olsun:
Filistin dışındaki diğer bölge ülkeleri yöneticilerinin pısırıklığını, aymazlığını, üç günlük saltanatlarını koruma pespayeliklerini bir yere kadar anlayabiliriz. Zira ateş düştüğü yeri yakar.
Peki, Filistin’in öteki yakası olan Batı Şeria’da saltanat süren ve kendisini ‘Filistin Devlet Başkanı’ sayan Mahmut Abbas’ın ahlâki duyarlılıktan bile yoksun duruşunu, tavırlarını ve sözlerini nereye koymalıyız?
Bunca vefasızlık ve ihanete rağmen, sırf fitneye sebep olmamak ve Filistin davasına zarar vermemek adına yutkunan… Kan kusarken, ‘kızılcık şerbeti’ diyen… Metanetini ve duruşunu bozmayan Türk Hakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın duygu dünyasında hangi fırtınalar esiyor acaba?
Ey Mahmut Abbas!... HAMAS’a karşı düşmanla aynı safta hizalanıyorsun… Amma unuttuğun bir şey var: Oturduğun koltuk hâlâ altında duruyorsa, bunu HAMAS’a ve Kassam Tugaylarının onurlu direnişine borçlusun. HAMAS düşerse, Batı Şeria ile birlikte sen de yolcusun. Ömrün vefa ederse, bu zilleti de yaşayacaksın.