Buyurun, ‘Sıfır Komşu’ meselesine -7-

Nihat Kaşıkcı

Nihat Kaşıkcı

Tüm Yazıları

Sıcak gündem fevkalade ayartıcı… Köşe yazısının iştahını zirveye çıkaracak kadar… PKK’nın kendini feshetmesi çağrısı hazırlıkları… Suriye Devrimi’nin lideri ve Cumhurbaşkanı Ahmet Şara’nın ziyareti… Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde gerçekleşen 3.5 saatlik, çok önemli görüşme… PKK’nın Suriye’deki mevcudiyetini sonlandıracak hazırlıkların gözden geçirilmesi…

Ve bitmeyen senfoni: CHP’nin mutat iç kavgaları… 100 yıllık partinin, ‘Anamuhalefet’ olarak en büyük iddiasının, bir belediye başkanının kariyer planlamasına odaklanacak kadar küçültülmesi…

Birbirinden cazip, kalem oynatmayı teşvik eden gündemlere rağmen… Asıl ‘stratejik gündem’ saydığımız konuyu tamamlamamız gerekiyor. Aynı başlık altındaki serinin son yazısı bu…

Öncekilerde, sağlam dostluk ilişkisi içinde olduğumuz dünya ülkelerinin yanı sıra, bize karşı hasmane tutumu olmayan veya en azından bu dönemde arıza çıkarmayan, hatırı sayılır sayıda ülkeyi ele almıştık. Sıra, ‘bizimle mercimeği taşlı’ olanlarda… ‘Dönemsel’ olanlardan ‘tarihî’ olanlara doğru ilerleyelim:

ABD:

İç savaş yaşadığı 1860’lı yıllarda, önemli yardımlarda bulunduğumuz bir ülkedir, Amerika Birleşik DevletleriTürk Devleti’nin himmet elinin, kuzeyi ile güneyinin birbirini yediği demlerde, ABD denilen ülkeye yardımda bulunmuşluğu vardır.

Nanköre yardımdan ne karşılık gelir ki? ‘El sağlıklığını’, cümle çapulcular Osmanlı’nın tepesine çullandıklarında, ‘Wilson Prensipleri’ adını koyarak, 1918’de idam fermanımız olarak verdiler.

Hükümranlığı, bir asır bile dolmadan inişe geçen bu nevzuhur ülke, giderayak Müslüman dünyayı ezmeye çalışıyor. Hele de ‘Türk kimliği’ taşıyorsa… Orta Doğu mahallesine saldığı çomarını oraya buraya kışkırtarak, Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyayı, kafasına göre tanzim etmeye çalışıyor. Güya NATO’da müttefikimiz…

Gücü elinde tuttuğundan… Küresel silah ve para musluklarına sahip olduğundan dolayı borusu ötüyor, ABD’nin. Lakin Türk Devleti için ‘uzun vadeli tehdit’ hükmünü taşımıyor. Bugün var, yarın yok… Hafife almıyoruz; ama kalıcı olmadığını da unutmuyoruz.

Almanya-Fransa:

Düşman kardeşler olan Almanya ile Fransa’yı, Avrupa Birliği’nin motor gücü oldukları için değil; tarihî boyutta sık sık Türk Devleti’nin karşısına dikildiklerinden dolayı birlikte ele almak daha doğru geldi.

1389’da Kosova’da, şehit sultanımız Birinci Murat’ın şahadeti pahasına attığımız tokattan beri, başımız pek hoş olmadı bu Cermen-Frenk cenahıyla. Zaman zaman birbirlerini yedikleri demlerde, himmetimizi talep eden taraf bulunsa da, günün sonunda, diğer Haçlı unsurlarıyla birlikte, hepsi bizim düşmanımız olmayı seçti.

Evet, Avrupa’nın ‘koçbaşı’ olan bu iki ülke, tarihî bakımdan da Türk Devletine ve Milletine düşmanlık beslese de, asırlara sarî değerlendirmemizde, yalnızca ‘buçuk düşman’ mesabesinde kalmaktadır.

Şarlken’e esir düştüğünde, anneciğinin medet dilemesi üzerine, Cihan Sultanı Kanunî’nin bir mektubuyla kurtardığımız Fransa Kralı Fransuva meselesi… Veya Birinci Dünya Savaşı demlerinde, Almanların ‘zorunlu müttefikimiz’ olması, aradaki düşmanlığı değiştirmiyor.

Öylesine genlere işlemiş bir düşmanlık ki; savaşta ‘müttefik’ olmamıza rağmen, Kudüs’ün, ortak düşmanlarımızın eline geçmesini, ahali olarak kutlayacak kadar…

İkinci Dünya Savaşı’nda birbirlerinin gırtlağını sıksalar da, ABD-SSCB kavgasının dehşet dengesi sayesinde çabuk toparlandılar. Yetinmeyip, Avrupa’nın tüm düşman kardeşlerini ‘Avrupa Birliği’ çatısı altında toplamak için bir hayli yol da aldılar. Buna rağmen deniz bitti; yaldızları dökülmeye başladı.

Bu saatten sonra Almanya-Fransa bloğunun Türkiye düşmanlığı, sadece devletimizin ayağına dolaşma ve hızını azaltma mesabesindedir. Daha fazlası değil…

Yunan-Rum:

Düşmanın ‘buçuğunu’ yazmışken, ‘mayın tarlasına gönüllü’ yazılanını da es geçmeyelim. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nden söz ediyoruz. 100 küsur sene önce, ‘Küçük Asya’yı fethetme’ hülyalarıyla, dahi Avrupalı tilkilerin dolduruşuyla, boyunu ve çapını çok aşan bir maceraya yeltense de… Yediği sopanın kâbusundan, Adalar Denizi’nin soğuk sularına gömüldüğünde uyandı, Yunan hadsizi…

Avrupa’nın kallavi Haçlılarının kucağına oturup, arsız veletler gibi Türkiye’ye karşı hırlasa da, iş ciddiye bindiğinde ani çark ve kuyruk kısma yeteneğini özenle koruyor, bu beleşçiler.

Hakkında çok fazla konuşmanın ‘kelam israfı’ olacağı bu eski marabamızı; Kıbrıs, Ege Adaları ve Batı Trakya meseleleri üzerinden, ‘dönemsel diken’ olma vasfını taşıdığından, asıl düşmanın ‘koçbaşı’ sayalım ve geçelim.

İsrail:

1290’da İngiltere ve Kıta Avrupa’dan sürülen… 1492’de İber Yarımadası’ndan (İspanya-Portekiz) dövülüp kovulan… İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın soykırımına maruz kalmışken, elimizden geldiği kadarını kurtardığımız… Türk Devleti’nin himayesine sığınıp, şefkatimizden ve himmetimizden ziyadesiyle yararlanan nankör bir kavim…

Aslında, kimden iyilik gördüyse, paçasına sarılmış… ‘Mazlum’ kimliğiyle sığındığı ülkelere karşı her türlü pisliği yaparak ‘zalimleşmiş’, lanetli bir topluluk ve onun kurduğu terör örgütüdür, İsrail

1918’den beri, hele de 1948’de ‘devlet’ diye kabullenildiğinden beri, yapmadığı zalimlik kalmadı, bu Siyonist terör örgütünün. Son 16 aydır, Gazze’deki Filistinli mazlumlara karşı yürüttüğü soykırımı burada tekraren anlatmaya gerek yok.

Dahası bu Siyonistlerin, ABD ve yancılarının kucağına yerleşerek, Suriye’de başımıza çorap örmeye çalıştığını da gözden kaçırmıyor, devletimiz.

Hâsılı, ABD ve Avrupalı emperyalistlerin, hem geçmiş günahlarının bedelini Müslümanlara ödetmek, hem de Ortadoğu’da maraza çıkarmak üzere sokağa saldığı ‘tasmasızlardan’ bahsediyoruz.

Bize ve diğer Müslümanlara düşmanlıklarının sebebi, olsa olsa önüme attığımız ekmekler olabilir. Sözün daha fazlasına gerek yok.

İran:

Rusya’ya dair sözlerimizi, bu serinin başlangıcında kısaca ifade ettiğimizden, ‘tarihî rakip’ mesabesindeki bu ülkeyi, burada pas geçiyoruz. İkibuçuk Düşmanımızdan, ‘bütün birisi’ olan İran

Avrupa’nın bittiği Türk Boğazlarından başlayıp, Çin sınırına kadar uzanan coğrafyanın üzerimize yüklediği ‘kader cilvesi’, aynı dine mensup olduğumuz… Hatta çoğu zaman bizimle aynı soydan hanedanların yönettiği… Dahi halkının yarısı Türk olan bu ülkeyi, maalesef ‘rakip/düşman’ bölümünde tutuyor.

İbn-i Haldun’un dediği gibi; coğrafyamız kaderimizdir. Ve o kader, Turan-İran kavgasının bitmesine izin vermiyor. Tabi bunda; rejimi ne olursa olsun, İran’ın her asırda ‘Pers İmparatorluğu’ heveslerini canlı tutmasının belirleyiciliğini de unutmayalım.

Her ne kadar Batılı emperyalistlerle, bitmeyen bir kavgaya tutuşmuş gibi bir intiba kurgulamaya çalışsa da… Emperyalistlerin ‘oyundaşı’ olmayı, aynı dine mensup olduğu ülkelere karşı ‘samimi’ davranmaya tercih etse de… Türkiye her zamanda ve zeminde İran’ın menfaatlerini ve hukukunu gözeten bir siyaset izledi/izliyor. Tüm vefasızlıklara ve ihanet kokulu tavırlara rağmen…

SIFIR SORUN-TÜRK BARIŞI

Türkiye’nin, komşuları başta olmak üzere, birçok dünya ülkesiyle olan ilişkilerini, toplamda 7 köşe yazısında incelemeye çalıştık.

İçimizdeki yabancılar, Türkiye’nin sadece kendi coğrafyasından değil; aynı zamanda küresel düzeyle ‘oyun kurucu’ bir irtifaya yükseldiğini görmezden gelip; ‘Sıfır Komşu’ ve ‘Değerli Yalnızlık’ kinayeleriyle kötülemeye çalışsa da… Türk Yüzyılı’nın inşa süreci devam ediyor. Türk Devleti, 100 yıllık nadasın ardından, ‘tarihî misyonunu’ yeniden omuzlamıştır.

‘Sıfır Sorun’ şiarıyla, yalnızca komşularına değil, yeryüzündeki tüm mazlumlara kol kanat germek; adalet, barış ve huzur götürmek üzere…

Endonezya’nın en küçük adasındaki Müslümanlardan, Güney Amerika’nın dev cüsseli fakat eli-kolu bağlı Hispanik halklarına kadar… Mevcut küresel düzenin mağdur ettiği herkes, Türk Barışı’na hem ihtiyaç duyuyor, hem de katkıda bulunuyor.

Bütün nahoş seslere rağmen kervanımız yürüyor. Kötücül yalanları bırakın; devletimizin ve milletimizin yükselişinin tadını çıkarın.