Kütüphane mesaisi
Bir dönem daha geldi geçti derken, yine o meşhur dönem yaklaştı: Vize haftası.
Kütüphaneler doldu, kahve makineleri tıkandı, öğrencilerin göz altlarıysa karardı. Ama içimizde hep aynı cümle dönüyor: “Bu sefer erken başlayacaktım.”
Büşra dün gece saat üçte hâlâ kampüs kütüphanesindeydi. Masasının üstünde fosforlu kalemler, notlar, yarısı içilmiş bir kahve…
Bir yan masada biri esniyor, diğerinde biri uykusuzluktan satır arası sayıklıyor. Hepimiz aynı kaderin yolcusuyuz: Vize savaşçıları.
Kütüphane artık sadece bir çalışma alanı değil, öğrenciliğin en canlı sahnesi.
Kimi yerde fısıltıyla konu anlatanlar, kimi köşede gözünü kapatıp beş dakikalık molayla günü kurtarmaya çalışanlar…
Kahveyle sabrı, uykusuzlukla inadı dengelemeye çalışıyoruz.
Ve her biri ayrı bir hikâye: notlarını paylaşan dostluklar, sessiz gülüşler, “bu sayfa da bitsin bırakacağım” yalanları…
Ama aslında kütüphane, öğrencinin en dürüst aynası.
Çünkü orada kimse rol yapmıyor. Herkes kendi emeğiyle, kendi mücadelesiyle var olmaya çalışıyor.
Bir yanda hayat planları, diğer yanda sınav kaygısı…
Bir sayfada Atatürk’ün “Çalışmadan, öğrenmeden…” sözü, diğer sayfada göz kapaklarıyla verilen savaş.
Büşra sabah ezanıyla birlikte notlarını kapatıyor.
Güneş yavaş yavaş yükselirken yurduna yürürken içinden sadece bir cümle geçiyor:
“Başaramazsam bile denedim.”
Belki bu sınavdan yüksek not almayacak, ama o mücadele etmeyi öğreniyor.
Çünkü öğrencilik sadece dersten değil, direnmekten geçiyor.
Ve kütüphane, o direnişin en sessiz ama en güçlü cephesi.
Orada notlar değil, umutlar yazılıyor; satır aralarında yorgunluk değil, bir neslin kararlılığı saklanıyor.