Şu ‘cezasızlık’ ve ‘sosyal yardımlar’ meselelerini konuşmayacak mıyız?

Nihat Kaşıkcı

Nihat Kaşıkcı

Tüm Yazıları

Merhum babam, “Ben olsam zengine hapis, fakire para cezası veririm…” derdi. Anadolu geleneğinde de, “Fakiri döveceğine, gömleğini yırt…” diye özetlenir, cezalandırma konusu.

Kendi öz evlatlarına kıymış bir mahlûku konuşuyoruz günlerdir. İki evladını öldürüp, diğer ikisini de yaralamış bir sapık, ağırlaştırılmış müebbet cezası alıyor. Sonra, hangi iyi halleri görülüyorsa, ceza normal müebbede döndürülüyor. Cezaevinde sadece 16 yıl kaldıktan sonra, gelip aramıza karışıyor.

Lakin gene boş durmuyor. Dosya kabarık. Bir yığın suçtan söz ediliyor. Buna rağmen, o mahlûkun ‘şartlı tahliyesi’ iptal olmuyor. Şahsi kanaatim, zaten dosyasına eklenen diğer suçlar da, kuvvetle muhtemeldir ki, çıktığı deliğe tekrar girmek içindir.

Hadi, bir adım daha ileri gideyim… Şayet bu mahlûkun, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e saldırısının arkasında, bazı azmettirici merkezler yoksa, bu eylemin de, üç-beş aylığına da olsa yeniden kodese girme amacı taşıdığını söylemek, çok da isabetsiz olmaz.

CEZAEVİ, BAZILARINA NİMET

İzah edelim… Bu mahlûk, aylık birkaç bin TL bedelle, ruhsatsız bir pansiyonda kalıyordu. Muhtemelen 15’inci sınıf, pis bir yerdir orası. Aylık birkaç bin liraya; 24 saat sıcak suyu akan, çarşaf ve nevresimleri sık sık değiştirilen, günlük temizliği yapılan bir yer değildir herhalde.

Yine o mahlûk günlük yemek ihtiyacını dışarıdan karşılıyor. Lokanta veya kafeterya… Her öğünün bir maliyeti var. Arada bir yıkanmak isterse, hamam parası da az buz değildir.

Peki, öylesi bir mahlûk için, hapishane şartları daha cazip değil midir? Bir düşünün: Düzgün bir koğuşta kalıyorsun. Kışın ısınıyor. Düzgün bir yatağın var. Çarşaflarını ve çamaşırlarını sık sık yıkama imkânı var. Temiz bir tuvalet fırsatı ve 24 saat sıcak su, banyo imkânı var. Eh, 3 öğün verilen yemeğin, kalorisi bile ayarlanıyor.

Hal böyleyken, kimse çıkıp sana, “Çalışsana kardeşim. Şu işi niye yapmadın? Bu işi niye yanlış yaptın? Yevmiyenden keserim ha!..” diye çıkışmıyor.

Bakınız; hali vakti yerinde, düzenli bir işi, geliri ve hayatı olan biri için, hapishanede 1 hafta kalmak bile ağır gelir. Lakin konumuz olan mahlûk gibiler için, mevcut hapishane şartları bir ‘nimet’tir.

BU NASIL CEZALANDIRMA?

Türkiye’nin artık, ceza ve cezasızlık algısı konusunda 2 şeyi yapması kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.

Birincisi; verilen cezalar, gerçekten ceza olmalı. Yok efendim infazdan yararlandı, yok iyi hâli var, yok şartlı tahliye imkânı… Yahu ne demektir? Adam müebbet ceza alıyor, en fazla 20 küsur sene yatıp çıkıyor. 36 sene ceza alıyor, 3’de 1’ini bile hapishanede geçirmiyor.

Türkiye artık bu komediye bir son vermelidir. Birisine 10 yıl ceza verildiyse, bu 10 yıl tamı tamına hapishanede geçirilmelidir.

İkincisi; bizdeki hapishanelerin maşallahı var. Sanki ‘ceza evi’ değil, ‘tatil kampı’. İşiniz gücünüz ve paranız pulunuz yoksa, hele de kışa girerken, ‘birkaç aylığına dama girecek’ bir suç işleyin. Eh, yaza doğru çıkar, soluğu Akdeniz sahillerinde alırsınız.

Hapishanedeyken bir masrafınız olmadığı gibi, devletimizin ‘kerim’ cömertliği sayesinde banka hesabınız da dolar.

CEZANIN AMACI, TOPLUMU ARINDIRMAK OLMALI

Suçluyu cezaevine koymanın maksadı nedir? Resmî söylemlere bakarsanız, ‘topluma yeniden kazandırmak’

Peki, bugüne kadar kaç suçluyu topluma yeniden kazandırdınız?

Adalet Bakanlığı’nın yeni açıkladığı istatistiklere göre, hapisten çıkanların yüzde 45’i, yeniden suç işleyip kodesine dönüyormuş.

Aslında suçu ispatlanamayanları da katarsak, tahliye sonrası suç işleyenlerin oranı yüzde 60-70’i bulur. Geri kalanı da zaten trafik cezası, çek-senet ödeyememe veya boşandığı eşe nafakayı zamanında yatırmama gibi ıvır zıvır suçlardan içeri girenlerdir.

Cezalandırmada ‘birincil amaç’, olmayacak bir ‘topluma yeniden kazandırma’ hülyası peşinden koşmak değil; toplumu bu tür habis unsurlardan arındırmak olmalıdır. Özgür Özel’e tokat atan müptezelin nesini topluma kazandıracaksınız?

SOSYAL YARDIMLAR SÖMÜRÜSÜ

Gelelim şu ‘sosyal yardımlar’ meselesine…

Anayasamız, devletimizi bir ‘sosyal devlet’ diye tanımlasa da, Türkiye bir ‘sosyal devlet’ değildir. Çok daha ötesinde, ‘kerim devlet’dir.

Sosyal devlet, hem toplumdan, hem de yardımlardan yararlanan kişilerden topladığı kamusal geliri, toplumun en altında kalanları ‘ayakta tutabilmek’ adına, deyim yerindeyse, cansuyu misali damlatır.

Bizim kerim devletimizin, hiçbir karşılık beklemeden verdiği sayısız kalemdeki yardımlar ise, faydalanıcılar için bir ‘zenginleşme kaynağı’ işlevi görür.

Biliyorum; yazdıklarım, birçok kişinin hoşuna gitmeyecek. Bazıları ciddi tepkiler gösterecek. Buna, kişisel olarak yakınım olanlar da dâhildir…

Bizim görevimiz, otururken eğri otursak da, bu sütunda ‘doğrucu Davut’ sıfatını hak etmektir.

Yukarıda, adını zikretmemek için ‘mahlûk’ olarak tanımladığımız manyak üzerinden gidelim.

ÇALIŞANDAN FAZLA KAZANIYOR

Bu toplum düşmanı, devletten ‘yaşlılık aylığı’ adı altında maaş alıyor. Yetmiyor, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı kurumlarından fakirlik falan filan adı altında yardım alıyor.

Yetmiyor, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden çeşitli yardımlar, alışveriş ve yemek kartları filan alıyor.

O da yetmiyor, Beyoğlu Belediyesi’nden de tırtıklıyor.

Sonuçta, 5 yıl önce hapisten çıkmış, doğru dürüst bir işi ve geliri olmayan, üstelik pansiyonda kalıp dışarıdan yemek yiyen bu müptezel, banka hesabına 380 bin TL istifleyebiliyor.

Peki, bu mahlûka ‘sosyal yardım’ ve ‘yaşlılık aylığı’ adı altında, vergi ödeyen düzgün vatandaşların sırtından bir dünya kaynak aktaranlar, hiç mi banka hesabı ve tapu kontrolü filan yapmıyor? Ya da bizim bilmediğimiz başka kanallar mı çalışıyor.

Adını koyalım: Bu sosyal yardımlar meselesinin suyu çıkmıştır. Kişisel gözlemim, toplumun en az 4’te biri, hatta daha fazlası, bu sosyal yardım adı altındaki ‘servet aktarımı’ işinden yararlanıyor.

VERGİ MÜKELLEFLERİ BURNUNDAN SOLUYOR

Kişinin bazı kronik rahatsızlıkları var. Gidip ‘engelli’ raporu alıyor. Kerim devletimiz hemen ‘engelli aylığı’ bağlıyor.

Yetmiyor, oğlu-kızı-gelini-damadı her kimin yanında kalıyorsa, ona da ‘evde bakım ücreti’ adı altında maaş bağlanıyor.

Kadın, kocasından kâğıt üzerinde boşanıyor, imam efendiye gidip nikâh tazeliyorlar. Sonra da merhum babası üzerinden ‘yetim maaşını’ alıp, imam nikâhlı eşiyle birlikte afiyetle yiyor.

Sonra da devletimizin vergi tahsildarları, küçük sanayi siteleri ve günlük maişetini çıkarmakta zorlanan küçük işyerlerinin kapısına dayanıyor… “Gel bakalım, ne kadar vergi verdin. Kasaya bugün ben oturacağım. Bakalım beyan ettiğin kadar mı kazanıyorsun? Yoksa vergi mi kaçırıyorsun?” diye, esnafın canına okuyor.

Tüm bunlar ne için? Tatil kampına dönmüş cezaevlerindekilerin ve sosyal yardım faslından devletin sırtına binenlerin masraflarını karşılamak için… Lakin ilgililer bilmelidir ki, vergi mükellefleri burnundan soluyor.

Allah aşkına, ilgili kurumlar bir araştırma yaptırsın. Sosyal yardım veya evde bakım ücreti vs. faslından devleti tırtıklayanların yüzde kaçı gerçekten aldığını hak ediyor? Çok mu zor?

Toplum huzurunu hedefliyorsak, şu ceza ve cezaevleri şartları konusuyla, sosyal yardımlar meselesini yeniden ve ciddiyetle tartışmak zorundayız.