Köyünüze dönmek için tabutunuzu mu bekliyorsunuz?

Nihat Kaşıkcı

Nihat Kaşıkcı

Tüm Yazıları

Doğurganlık oranları azalıyor, nüfusumuz yaşlanıyor. Ve bir de gecikmiş bir kentleşme sürecini, neredeyse 70 yıldır sürdürüyoruz. Bir türlü tamamlayamadık. Daha doğrusu, kırsaldan kentlere göçecek insan kalmadı; fakat kentlere boca olan kitleler, bir türlü ‘kentli’ olamadı.

Önümüzde, çözümü pek kolay görünmeyen, çetin meseleler var. Çalışma hayatını noktaladığı, ununu eleyip eleğini duvara astığı halde, kent yaşamından bir türlü kopamayan bir emekli kitlemiz var. Şehirde yapacak hiçbir işleri kalmadığı halde… Hatta boşluktan ve sıkıntıdan patlayacak hale gelmelerine rağmen…

Siyasî iktidar ve şehir yönetimleri, şehirlerde ‘fuzulî işgalci’ durumunda olan bu kitleyi taşraya yönlendirmek için hiçbir tedbir/teşvik uygulamıyor. Tam tersine; bedava ulaşım, dişe dokunur katkı payı olmaksızın hastane kabulleri, emlak vergisi muafiyetleri, ücretsiz ‘güngörmüşler konağı’ uygulamaları ve evde yaşlı bakımı gibi hizmetlerle, şehirde yapacak işi kalmamış kitlenin taşraya dönüşünü caydırıcı uygulamalar söz konusu.

ULAŞIM BEDAVA OLUNCA…

Biliyorum, bu yazıyı okuyan birçok ‘güngörmüşümüz’ bana hayli bozulacak. Çoğu meslektaşımız, kimseyi küstürmemek hesabına, bu tür netameli konularda kalem oynatmaktan kaçınıyor. Yazanlar da ‘çevir kazı yanmasın’ havasında… Geriye, bizim gibi ‘mahallenin delileri’ kalıyor, çıplak gerçekleri eğip bükmeden yazmaya…

Etrafınıza bir bakın… Tanıdığınız çok sayıda emeklinin, iki ekmek almak için, otobüs ve metroları bedava kullanmak suretiyle, 30 kilometre ötedeki kent merkezine gidip geldiğini göreceksiniz.

Aile hekimlerinin gerekli/gereksiz meşgul edilmesini geçtik, birkaç öksürük için ihtisas hastanelerinden randevu alıp, sonra da yaşlı kontenjanından, sıradaki gerçek ihtiyaç sahiplerinin önüne geçen çok sayıda insan görmekteyiz.

Oysa, en azından günümüz kuşağındaki çoğu emeklinin, gençliğinde çıkıp geldiği köyünde/kasabasında, babadan-dededen kalma ev, arsa ve tarlaları mevcut. Gidip orada sessiz, sakin ve huzurlu bir yaşlılık dönemi geçirmek varken, neden büyük şehirlerin kalabalığında, gürültüsünde, hava kirliliğinde, keşmekeşinde, stresinde ömür tüketilir?

Ve sonra da “Beni köyümün mezarlığına defnedin…” diye vasiyet edilir?

BUYURUN ‘SAĞLIM’ GEREKÇELERE

‘Neden dönmüyorsun?’ sorusunu yönelttiğinizde, muhatabınızın sıralayacağı birkaç gerekçe vardır: Efendim, şehirde sağlık imkânları daha iyi. Bir şey olursa hemen cankurtaran gelir. Yok efendim, şehirdeki ‘sosyal faaliyet imkânları’, köy ve kasabalarda yok.

Bu basmakalıp cevapları işittiğim emeklilere iki soru soruyorum: Bir; devletimiz, acil durumlarda, Doğu’nun mezralarına bile cankurtaran helikopterler ve uçaklar göndermiyor mu? İki; sosyal faaliyet dediklerin sinema, tiyatro, opera, bale, kütüphane… Peki, en son ne zaman sinemaya gittin? Tiyatroya en son gittiğin tarihi hatırlıyor musun? Bugüne kadar hiç opera ve bale izledin mi? Peki, hayatında kaç kez gidip bir kütüphanede birkaç saat geçirdin?

Bu soruların hepsinin cevabı tek: Tısss

ŞİŞEN ŞEHİRLER, BOŞALAN TAŞRA

Evet, bugün çok ciddi bir ‘nüfusu şişmiş şehirler’ sorunumuz var. İstanbul artık üzerindeki 16 milyon insanın ağırlığını taşıyamıyor. Kentin çevresel dokusu, 16 milyon insana temiz su sağlamada yetersiz kalıyor. Öyle Sakarya’nın, Kocaeli’nin, Kırklareli’nin suyunu aşırmak, bu işte bir çözüm değil.

Aynısı Ankara için de geçerli. Gerede’nin, Çamlıdere’nin, Kızılcahamam’ın suyunu hüpletip, Ankara’daki 5 milyon nüfusa su temin etmeye çalışmak, hem yetersiz bir çabadır, hem de hakkaniyetle bağdaşmaz.

Diğer büyük illerde de durum farklı değil.

Gelelim madalyonun öteki yüzüne…

Şehirlerin nüfusu şişip, taşınamaz hale gelirken; kırsalımız tenhalaşıyor. Eskiden 100-200 haneye sahip köylerde, bugün 30 haneyi bulan nadirdir. Buna rağmen devletimiz, buncağız nüfusa her türlü kamu hizmetini ulaştırmak için çırpınıyor.

DOĞU SINIRIMIZ DÜNYANIN SONU MU?

Bir de Doğu’dan Batı’ya doğru bir kaçış yaşıyoruz. Yahu ne oluyoruz? Doğu sınırımızda dünya bitiyor da bir adım daha atan uzay boşluğuna mı düşüyor. Niye zihnimiz bizi hep Batı’ya kaçmaya zorluyor?

Bakınız, dünya nüfusunun yarıdan fazlası, bizim ‘Doğu’ diyerek uzaklaşmaya çalıştığımız coğrafyalarda yaşıyor. Çin, Hindistan, Endonezya, Pakistan, Bangladeş, İran, Vietnam, Filipinler, Tayland, Japonya ve diğer orta sıklet ülkelerin nüfusunu topladığınızda, dünya nüfusunun yarısını geçiyor. Orta Doğu ve Afrika cenahına hiç bakmadık bile.

Demek ki Doğu’ya gittikçe hayat bitmiyor. Tam tersine, dünyanın enerji, maden ve diğer yer altı/yerüstü kaynak zenginliği de Doğu’da yoğunlaşıyor. Bu yüzden Batı dediğimiz emperyalist güruh, bir yandan iktisadî savaşlarla, bir yandan da fitne fücurla ülkeleri birbirine düşürmek suretiyle, Doğu’nun yükselişini durdurmaya çalışıyor. Ama nafile; Işık Doğu’dan yükselir.

CİDDİ POLİTİKALAR ŞART

Tekrar kendi taşramıza dönersek… Genel iktidar ve belediyelerin, kentlerde lüzumsuz kalabalık oluşturan emekli kitlenin, bir şekilde kırsal kesime dönüşünü sağlayacak çözümler üretmesi lazım.

Üniversitelerimiz bünyesinde yüzlerce ‘sosyal bilimler’ okutan fakülteler var. Kamu kurum ve kuruluşlarının, bu mevzuyla orasından burasından ilişkili yüzlerce birimi var. Yerel yönetimlerin ha keza… E, artık biraz bu işlere kafa yormalı… Tersine göçü teşvik edecek, kentlerdeki yaşlı nüfusun, köy ve kasabalarda düşük tempolu iş ve hobilerle meşgul edilmesini sağlayacak projeler geliştirmek zorundayız.

Yazık ki, yanlış sanayileşme politikalarıyla, taşramızı boşaltıp kentlere, özellikle de Marmara Denizi çevresine yığdık. Şimdi yerküre de bu durumu kabullenmeyip, sallanmaya başlayınca, “Ne yapsak ki?” diye birbirimize bakmaya başladık. Bulabildiğimiz tek çözüm; çürük binaları yıkıp, yerine depreme dayanıklı binalar yapmak.

İyi de bu yetiyor mu? Kentlerin tek sıkıntısı deprem ve çürük binalar mı? Yerküre bile üzerindeki dengesiz dağılıma isyan edecek noktaya gelmiş.

Şahsen, bu mevzuda ‘söylediklerini hayatına tatbik eden’ bir emekli olarak, şehirlerde yapacak bir işi kalmamış tüm ‘mevkidaşlarıma’ başlıktaki soruyu sorarak bağlayayım: Köyünüze dönmek için tabutunuzu mu bekliyorsunuz?