Kıbrıs: Bir sonraki komplonun adresi
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde geçen hafta sonunda yapılan seçimler, Doğu Akdeniz’deki Türk hakları bakımından tehlike sinyali oldu.
Kıbrıs’ın bugününü anlamak için, biraz geçmişe bakmak lazım.
Müslümanlar, ilk olarak Hazreti Osman döneminde, 649’da gönderilen donanmayla Kıbrıs’ta kendini gösteriyor. Hazreti Peygamberimizin (O’na selam olsun) süt teyzesi Ümmü Hiram binti Milhan da katılıyor o sefere. Ümmü Hiram, Larnaka civarında bindiği katırdan düşerek şehit oluyor. Bugün Hala Sultan olarak biliniyor ve kabri Rum kesiminde bulunuyor.
Müslümanların ilk Kıbrıs seferine dair, müjdeci hadis rivayetleri de vardır.
Kıbrıs, o seferle Müslümanların eline geçse de, bu dönem uzun sürmedi. 688’de varılan uzlaşmayla Kıbrıs, Müslümanlara haraç ödenmesi karşılığında Roma’ya verildi ve 180 yıl Roma hâkimiyetinde kaldı. Ada, 868’den 1191’deki Üçüncü Haçlı Seferi’ne kadar Roma ile Müslüman Araplar arasında çekişme konusu oldu. 1191’de de Haçlılar tarafından ele geçirildi.
YAVUZ VE YENİDEN FETİH
Kıbrıs, 1426’da Mısır Memluk Türk Sultanı Baybars tarafından haraca bağlandı. 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethiyle, Kıbrıs’ın haracı da Osmanlı’ya geçti.
1571’de Sultan İkinci Selim zamanında, Lala Mustafa Paşa tarafından fethedilen Kıbrıs, 1878’deki Türk-Rus Savaşı’na kadar egemenliğimizde kaldı. Kıbrıs’ı, bu savaşta ağır yenilgi aldığımız Ruslara karşı destek bedeli olarak, 11 Temmuz 1878’de ‘emaneten’ İngiltere’ye hediye ettik. Lozan Anlaşması’nın 20. maddesiyle de Kıbrıs’ın Britanya tarafından ilhakını onayladık.
Tamamen elimizden çıkmış olan Kıbrıs için, şehit Başbakan Adnan Menderes ve şehit Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun üstün gayretleri sonucu, 1959’daki Zürih ve Londra Anlaşmalarıyla ‘garantörlük’ elde ettik.
O garantörlüğün verdiği hakla; Adayı Yunanistan’a bağlamak amacıyla Türk soykırımına girişen Rumlara karşı, 1974’teki Barış Harekâtını gerçekleştirebildik.
Yazı hacmimi zorlayacak kadar ‘tarih malumatı’ verdiğimin farkındayım. Ne var ki, Kıbrıs’ın geçmişini ve üzerinde yürüyen mücadeleleri bilmezsek, Adadaki bir avuç Türkü sırtımızda yük olarak algıladığımız gibi, ‘verip kurtulmayı’ da bir ‘çözüm’ zannederiz.
Bugüne gelirsek…
TÜRKİYE’YE RAĞMEN SEÇİM
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, üçüncü kez ‘Türkiye’ye rağmen’ seçim sonucu tecelli ediyor. 2005’te Mehmet Ali Talat ve 2015’te Mustafa Akıncı, ‘Türkiye karşıtı’ kimlikleriyle Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı seçilmişlerdi. Şimdi seçilen Tufan Erhürman, Türkiye’ye rağmen seçilen üçüncü Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı oldu.
1974’teki Barış Harekâtımızdan beri 51 sene geçmiş. Adadaki Rum nüfus 1 milyon 200 bin olarak açıklanıyor. Türk Cumhuriyeti’nin nüfusu ise 350 bin civarında.
Hazin olan şudur ki; 1974’ten itibaren Adaya yığılması gereken Türk nüfus konusunda ihmalkâr davranmışız. İskân ettiğimiz nüfus için de ‘nitelik’ diye bir derdimiz olmamış.
İşin acı tarafı, merhum Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş zamanında Türkiye kökenli Türklere verilen Kıbrıs Vatandaşlıklarının büyük bir bölümü, Mehmet Ali Talat’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde iptal edildi. Oysa bu, küçük siyasî hesaplar adına sergilenmiş büyük bir gaflet ve dalalet; hatta…
Bahse konu Türkiye karşıtı 3 Cumhurbaşkanı da, ‘Kıbrıs’ın CHP’si’ diyebileceğimiz siyasî yapılanmayı temsilen seçildi.
Yeni seçilen Tufan Erhürman’ın, Türkiye ile olan ilişkilere dair ilk açıklamaları olumlu ve yapıcı olsa da, ortada çıplak bir gerçek bulunuyor: Haçlı zihniyeti ve özellikle İngilizler ve Yahudiler, Kıbrıs Türklerine ‘AB üyeliği ve Avrupa vatandaşlığı’ havucunu göstererek, onları Anavatana, yani Türkiye’ye karşı kullanmaya çalışıyor.
İLHAK SEÇENEĞİ
Elbette Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Türkiye desteğiyle yöneten siyasî kadroların hataları da yaşanan olumsuz gelişmeleri destekliyor.
Türk Devlet Aklı, Kıbrıs’ın ‘küçük menfaatlere endekslenmiş’ seçim sandığı veya masabaşı oyunlarla Anavatandan koparılmasına asla izin vermez. Gerekirse ‘ilhak’ da bu hesaba dâhildir.
Nitekim MHP Genel Başkanı Bilge Lider Dr. Devlet Bahçeli, Kıbrıs Türk Devleti’nde yapılan son seçim ve sonuçları üzerine yaptığı tarihî açıklamada, ‘ilhak’ konusunu en üst perdeden dillendirmiştir.
Elbette Dr. Bahçeli, heyecan ve acelecilikle böylesi bir konuşma yapmayacak kadar tecrübeli ve ne yaptığını bilen bir devlet adamıdır. Şayet o, Kıbrıs Türk Devleti’nin Türkiye’ye ilhakı yolunda bir çağrıda bulunuyorsa, bu çağrı, Türk Devlet Aklı’nın sergilediği siyasetin bir ‘taktik veya stratejik’ ifadesidir. Kıbrıs’taki seçimi kazananların da buradan kendilerine iletilen mesajı aldıklarına şüphe yoktur.
Maalesef Kıbrıs’taki mevcut ‘yarım yamalak’ devlet yapılanmamız, gelecekte karşımıza ağır faturalar çıkarabilecek bir potansiyel taşımaktadır. 1974 sonrası Türkiye’den gidenler dışındaki yaklaşık 250 binlik Kıbrıs Türk nüfusunu, Rum vatandaşlığıyla ve ilaveten AB üyeliği havucuyla tavlamak çok zor olmasa gerek. Nitekim bu üçüncü kez yaşandı.
YENİ KOMPLONUN ADRESİ
Bir de şöyle düşünelim: Türkiye’nin her yıl Kıbrıs Türklerine yaptığı malî desteğin aynısını veya fazlası, Türkiye karşıtlarınca AB fonlarından sağlanamaz mı?
Dahası, geçici süreyle sağlanan/vaat edilen yüksek düzeyli refahla, zaten Adada varolan Türkiye karşıtlığı köpürtülemez mi?
Özellikle öğretmen sendikaları ve diğer STK’lar üzerinden yürütülen Türkiye düşmanlığı, Türk askerinin Adadan çekilmesi yolunda bir kampanyaya dönüştürülemez mi? Böyle bir riskin olmadığı söylenebilir mi?
Şu anda kaç Kıbrıs Türkünün Rum pasaportu taşıdığını biliyor muyuz?
Daha ileri gidelim… AB’nin kaşar siyasetçileri, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı kullanmak üzere, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ‘tanıma’ ve ‘AB’ye üye alma’ şeklinde bir oyun kurgulayamaz mı?
İşin kötüsü, böyle bir radikal hamleyle karşılaşsak, nasıl bir karşılık verebiliriz? Mesela, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasına ve AB üyeliğine karşı çıkabilir miyiz?
Ve dahi, AB tarafından tanınmış ve tam üye yapılmış Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ‘Yavru Vatan’ gözüyle bakabilir miyiz? Cumhurbaşkanlığına seçilen Talat, Akıncı veya Erhürman gibi ‘federasyoncu’ siyasetçilerin Türklüğe zararlı söz ve siyasetleri karşısında ne diyebiliriz?
Hadi şimdi, Türkiye ile dost ve kardeş olan çok sayıdaki ülkenin Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıma noktasındaki çekincelerini, bir de bu gözle değerlendirelim.
Biraz daha aykırı laf edelim: Türk Devlet Aklı, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ‘bağımsız bir devlet’ olmasını gerçekten istiyor mu? Ve mevcut şartlarda, böylesi bir bağımsızlık, Türk Milletinin menfaatine bir olgu mudur?
Dikkat!...
Türk Devleti’ne karşı kurulan/kurulacak olan bir sonraki komplonun adresi Kıbrıs olabilir. Ki, öyle görünüyor.
Taş kuyuya atıldı. Bakalım çıkarmayı deneyecek birileri var mı?