İran: Kayıkçı kavgasıyla buraya kadar

Nihat Kaşıkcı

Nihat Kaşıkcı

Tüm Yazıları

İsrail adlı terör örgütü, Ortadoğu’yu kana bulamak için tüm kozlarını masaya sürdü. 1979’dan bu yana, İran ile İsrail arasında devam eden kayıkçı kavgası, farklı bir aşamaya evirildi.

Mahallenin kuduz köpeği, sahibinin yol vermesiyle, mahallenin kof kabadayısına saldırdı. Aslında her ikisi, birbirinin varlık gerekçesi. Bugüne kadar, özellikle İsrail’in ufak tefek çizik atmaları olsa bile, aradaki ilişki, bir nevi danışıklı dövüş niteliğindeydi.

Bu defa İsrail, İran’a ağır bir darbe indirdi. Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Komutanı, dinî liderin bazı danışmanları, önde gelen nükleer bilim adamları, İsrail saldırılarında hayatlarını kaybetti.

Suikast görünümlü bu tarz nokta atışı cinayetler, içeriden ihanet olmaksızın becerilemez. Bunca üst düzey asker ve bilim insanlarının birkaç saat içerisinde öldürülmesinin, ‘ihanet’ dışında bir izahı olamaz.

İran’ın, İsrail terör örgütünün bu son saldırısına nasıl bir karşılık vereceği henüz belirsiz. Geride kalan bir yıllık gerilim ve çatışmalardaki duruşuna ve tavrına bakarsak, İran’ın, İsrail’in canını ciddi şekilde yakacak bir karşılık vermesi uzak bir ihtimal.

SİNEYE ÇEKİLEN SALDIRILAR

Hatırlayalım… Önce, İran Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, Bağdat’ta öldürüldü. Fail ABD olsa da işin içinde İsrail parmağı olduğu kuşku götürmezdi.

Ardından, İran Cumhurbaşkanı, sabotaj kokan bir helikopter kazasında hayatını kaybetti. Gözler İsrail’e çevrildiğinde, bu terör örgütü, “Ben yapmadım…” demedi.

Hamas Lideri İsmail Haniye, Tahran’da, İran’ın en üst düzey koruması altında olması gereken bir sırada, İsrail suikastıyla şehit edildi.

İran’ın, Ortadoğu’ya ‘ayar verme’ aparatlarından biri olan Hizbullah’ın en tepe yöneticisi ve alt kadrosunun tamamına yakını, İsrail’in saldırı ve suikastları sonucu hayatını kaybetti.

Tüm bu ‘zillet’ darbeleri karşısında İran, üst perdeden dillendirdiği kaba-saba tehditler dışında, hedefine ulaşamayan bir dizi ‘füze fırlatmacılık’ dışında bir karşılık veremedi.

O kadar ki; İran, kendisini zillete düşüren alçakça saldırılar karşısında, Yemen’deki Husilerin ABD ve İsrail’le ilişkili gemilere yaptığı saldırılar kadar bile etkili olamadı.

İsrail’in havadan yaptığı ve muhtemelen yerden de ‘ihanet takviyeleriyle’ desteklenen saldırılarında, bölgedeki ‘Müslüman’ ülkelerin de kullanılmış olduğunu varsaymak durumundayız.

GÜVEN SORUNU

Söz konusu Müslüman ülkelerin, İran’a karşı yapılan İsrail saldırısına, en azından hava sahasını kullandırarak destek olması, tepe yöneticilerinin diyet borçlarına bağlanabilir.

İşin bir yönü böyle olmakla birlikte; İran’ın, ‘İslam Cumhuriyeti’ kisvesi altında, Müslüman Dünya içinde bir ‘Şiîlik Davası’ yürütmesi, yalnız kalmasının önemli bir gerekçesi olmalı.

Yine hatırlayalım… ABD Başkanı Trump’un ilk başkanlık dönemi öncesinde, İran ile Batılı ülkeler arasında devam eden ‘nükleer müzakereleri’ sırasında, Türkiye, her türlü riski göze alarak, İran’ı desteklemişti.

İran, ABD ve diğer Batılılarla uzlaşmaya vardıktan sonra, ilk fırsatta Türkiye’yi satmaktan çekinmemişti.

Müslüman Dünya, İsrail terör örgütünün İran’a yönelik saldırısı karşısında, İran’ı kuvvetli bir şekilde destekleyebilecek istek ve heveste değil. Bir bakıma İran, İslam Denizi içerisinde ‘büyükçe bir ada’ iken, yine bölgedeki ‘en küçük ada’ tarafından kuşatılıyor.

Bu tablo karşısında beklenen, tüm İslam ülkelerinin, İsrail’e karşı anında sert tepkiler vermesi ve İran’a var gücüyle sahip çıkmasıdır.

Biliyoruz ki, bu beklenti gerçekleşmeyecek. Bunun temel sebebi, İran’ın, Müslüman Dünya nezdinde oluşturduğu güven sorunudur.

BUNDAN SONRA YA İZZET YA ZİLLET

Evet, İsrail terör örgütü, sırtını ABD ve diğer Batılı emperyalistlere dayamıştır. Kuduz köpek gibi sağa sola saldırırken, anılan ülkelerden hem moral destek, hem de para ve silah desteği alıyor.

Müslüman ülkeler, aralarındaki güven sorununu giderip, Siyonist-Haçlı ittifakının barbarca saldırılarına karşı kendilerini emniyete alabilirlerdi. Yazık ki bu mümkün olmuyor.

İsrail’in, İran’a yönelik bu son saldırısı, dünya kamuoyunda Gazze’ye karşı oluşan hassasiyet ve Netanyahu yönetimine karşı oluşan tepkinin görünürlüğünü ve etkisini de perdelemiş oldu.

Dahası, Mağrip Konvoyu’nun Gazze’ye yardın ulaştırmasına izin vermeyen Mısır’ın bu tavrının tartışılması dahi gündemden düştü.

Gelinen noktada, İran’ın 45 yıllık gölge boksunu ve kayıkçı kavgasını bir kenara bırakıp, İsrail’e karşı can yıkıcı bir karşılık vermesi, kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Eğer İran, ‘izzetini’ korumak istiyorsa, bunu yapmaya mecburdur. Aksi durum, İran bakımından ‘zilletin dibini bulmak’ anlamı taşıyacaktır.