Darbelerle çökertilen zihinler: Türkiye nasıl fikirsizleştirildi?
Türkiye’nin yakın siyasi tarihi, darbelere ve ideolojik çatışmalara sahne oldu. 1960-1970-1980 darbeleri, toplumun farklı kesimlerini ideolojik olarak keskin bir şekilde birbirine düşürdü ve bu süreçlerdeki kayıplar hem bireylerin hayatlarını hem de toplumun kolektif hafızasını derinden etkiledi.
Bugün bu darbelerin ve ideolojik mücadelenin ardından Türkiye’nin siyasi ortamı, büyük ölçüde ideolojisizleşmiş fikirsizlikle boğulmuş bir yapıya büründü. Peki, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit gibi figürlerin mirası ne durumda? Solculuk ya da sağcılık hâlâ güçlü bir ideoloji mi yoksa sadece nostaljik bir hatıra mı?
1960 DARBESİ: AYDINLANMA VE DEMOKRASİ ARAYIŞI
1960 darbesi, Türkiye’nin ilk askeri müdahalesi olarak tarihe kazındı. Demokrat Parti (DP) hükümetinin uygulamalarına karşı öğrenci hareketleri ve işçi direnişleri gibi toplumun farklı kesimlerinden gelen tepkiler, dönemin askeri yönetimi tarafından “toplumsal düzeni tehdit eden unsurlar” olarak görüldü.
Bu dönemde solcular-sağcılar, devletin baskıcı politikalarına karşı farklı şekillerde tepkiler veriyordu. 1960 darbesinin ardından kurulan 1961 Anayasası halkın daha fazla demokratik hakka sahip olacağı bir ortam sağlıyordu ancak bu ortamda fazla uzun sürmedi.
1960’lar, Türkiye’de sol hareketin güç kazandığı ve ideolojik anlamda şekillendiği yıllardı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, işte bu dönemin önemli figürlerindendi. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Mahir Çayan o dönemde yalnızca birer siyasi figür değil, aynı zamanda devrimci bir düşüncenin ve halk hareketinin temsilcileriydi.
1960 darbesi kısa vadede toplumsal değişim ve demokrasi mücadelesini bastırmak yerine, özellikle sağ ve sol arasındaki kutuplaşmayı derinleştirmiş ve bu kutuplaşmanın sonu 1970’lerde daha da şiddetli bir hale geldi.
1970’LER: TOPLUMSAL ÇATIŞMA VE İÇSEL BÖLÜNME
1970’ler, Türkiye’nin en zor yıllarından biriydi. Sağ-sol arasındaki mücadele, sadece ideolojik değil, toplumsal bir bölünmeye dönüştü. 1971’deki muhtıra, sağcı ve solcu grupların birbirlerine karşı daha radikal ve şiddet yanlısı bir tutum takınmalarına yol açmış ve bu dönemde Türkiye, siyasi şiddetin ve ideolojik çatışmanın en yoğun yaşandığı yıllar olarak tarihe geçmiştir.
1970’ler başlayan çatışmalar iç savaş halini almasa da sağcı faşist gruplar ile solcular arasındaki çatışmalar her geçen gün artış göstermişti. Türkiye’nin içinde bulunduğu süreç, öğrenci eylemleri, işçi direnişleri ve sosyalist hareketlerin güç kazandığı bir dönemdi. Deniz Gezmiş ve arkadaşları bu dönemde ‘devrimci genç’ olarak öne çıkan kişiler oldu. Bu dönemin sonunda gelen 1980 darbesi ise sağ ve sol grupları birbirine düşmanlaştırıldığı ve büyük bir ideolojik yıkımın yaşandığı bir döneme yol açtı.
1980 DARBESİ: SAĞ-SOL KAVGASININ BEDELİ
1980 darbesi, Türkiye’nin tarihindeki en karanlık dönüm noktalarından biriydi. 12 Eylül’de gerçekleşen askeri müdahale, sadece siyasi bir değişim değil, aynı zamanda ideolojik bir yıkım getirdi. Darbe, solculuk ve sağcılıkla ilgili büyük bir kavganın ve mücadelenin ürünüyken, bu kavga sonunda hem sağcı hem de solcu gençlerin yaşamlarına mal oldu.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları gibi ‘devrimci sol’ figürlerin idamı, sadece bir ideolojik cinayet değil, toplumun düşmanlaştırılmış kesimlerinin ortadan kaldırılmasıydı. Ancak aynı dönemde sağcı gruplara mensup gençler de benzer şekilde ölümle yüzleştiler. Darbe, sağ ve sol arasındaki düşmanlığı derinleştirerek, toplumu birbirine düşman iki kutba ayırdı. O dönemin gençliği, aslında birbiriyle değil, daha büyük bir siyasi ve ideolojik çöküşle mücadele ediyordu.
GÜNÜMÜZ: İDEOLOJİK BOŞLUK VE FİKİRSİZLİK
Günümüzde Türkiye’deki siyasi ortam, 1980’ler ve 1990’ların kutuplaşmalarından çok daha farklı bir noktada. Bugün, sağ ya da sol fark etmeksizin ciddi bir ideolojik boşluk mevcut. Partiler ideolojiden çok lider kültüne, programdan çok imaja yaslanıyor. Gençler arasında politika, TikTok videoları ve sloganlarla sınırlı; kitap, tartışma ya da eylem pratiğinden uzak. Bu durum, yalnızca ideolojik bir çöküşü değil, aynı zamanda entelektüel bir suskunluğu da işaret ediyor.
Tüketim toplumunun ve neoliberalizmin etkisiyle, gençler artık ideolojilerden çok kişisel özgürlükler ve bireysel başarı peşinde koşuyorlar. Solculuk veya sağcılık bugün yalnızca kültürel duyarlılıklar ve sosyal medya üzerinden yapılan aktivizmlerle sınırlı kalıyor. Emek, sınıf mücadelesi ve eşitlik gibi kavramlar, bir zamanlar toplumsal hareketlerin temelini oluşturan ideolojik çerçeveler olarak geride kalmış durumda.
FİKRE DÖNMEK ZORUNDAYIZ
Türkiye'nin en büyük sorunu sadece ekonomik değil, aynı zamanda zihinsel bir yoksulluktur. 1960’tan bugüne kadar yaşanan darbeler ve ideolojik mücadeleler, toplumda ciddi bir düşünsel dağılmaya yol açmıştır. Çözüm, yeniden fikre, tartışmaya, üretmeye dönmekten geçiyor. Sol, sağ, liberal ya da muhafazakâr fark etmez, önemli olan bir fikir oluşturmak, bir fikre sahip olmak ve o fikri savunmak, o fikri sorgulamak ve gerektiğinde yeniden inşa edebilmek.
Her yıl 6 Mayıs, 27 Mayıs ve daha birçok kanlı tarihi hatırlamak, sadece nostaljik bir kayıp hissiyatı yaratmakla kalmaz, aynı zamanda bugünün gençliğine ideolojik bir sorumluluk da yükler. Türkiye’nin fikri ve boşluğunun yeniden doldurulması için, geçmişteki ideolojik mücadelenin anıları, geleceğe yönelik bir düşünsel yeniden inşa sürecine dönüştürülmelidir. Ancak bu şekilde, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal krizlerinden çıkabilmesi mümkün olacak.