Ankara: Bir kentin varoluşsal karmaşası! Cumhuriyetin rasyonel rüyası, kişisel vitrinlere sığar mı?
Cumhuriyetin akılcı kentinden, yöneticilerin 'kişisel vitrinine' dönüşen Ankara, hafızasını ve aidiyet duygusunu yitiriyor. Mimarlar Odası ise başkentin yönüne dair önemli uyarılarda bulunuyor.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Anadolu’nun parlayan yıldızı haline gelen Ankara, yeni devletin merkezi olarak hızla gelişmeye başladı. Kent, bugünkü bakanlıklar ve Çankaya hattına doğru genişledi, bu yeni yerleşim alanlarına da anlamlı bir şekilde “Yenişehir” adı verildi. Eski Ankara ise Ulus, Hamamönü, Cebeci, Abidinpaşa ve Kale çevresinde kaldı. Cumhuriyetin bürokratları, politikacıları ve memurlarıyla birlikte orta sınıflar da kısa sürede bu eski bölgeleri terk ederek Yenişehir’e taşındı. Böylece Ankara, sosyal ve mekânsal olarak ikiye ayrılmış bir şehir haline geldi.
Başkentler veya büyükşehirler tarihi yapıları, mimarisi, turistik ikonları veya renkleri ile hatırlanır. Londra denilince kırmızı telefon kulübeleri, New York denilince gökdelenler ile birlikte gök mavisi ile gri renk tonları, sarı taksiler, Rio de Janeiro denilince yeşil ve sarı ile plaj renkleri, karnaval canlılığı, Paris denilince gri ve bronz tonlar, kenti anlatan yapılar ve Amsterdam denilince de turuncu ve kırmızı, simgesel ev cepheleri hemen akla gelenler. Ankara söz konusu olduğunda ise, kentin kendine özgü kimliği konusunda bir karmaşa hakim.

Ankara, aslında Cumhuriyet’in ve onun getirdiği yeniliklerin simgesi olan bir başkent. Ancak zaman içinde bu güçlü anlatıyı gölgeleyen, kentin kimliğini karmaşık hale getiren pek çok gelişme yaşandı. İşte bu karmaşayı, Ankara’nın kültürel dokusunu, mimarisini, kimliğini ve kimliğini sarsan gelişmeleri, farklı logoları, renk çekişmesini, şehrin geçmişini ve geleceğini Ankara Mimarlar Odası Şube Sekreteri Mehmet Burak Konkan ile konuştuk.
“ANKARA, BAŞKENT OLMA NİTELİĞİNİ CUMHURİYETLE KAZANDI”
Ankara Mimarlar Odası Şube Sekreteri Mehmet Burak Konkan, Ankara’nın tarihsel kimliğini ve Cumhuriyet dönemiyle kazandığı yeni anlamı değerlendirirken, kentin aslında Cumhuriyet ile “yeniden kurulan” bir şehir olduğunu vurguladı. Ankara’nın geçmişinin çok daha eskiye, Roma dönemine kadar uzandığını; Agorası, Augustus Tapınağı gibi yapılarla tarihsel bir varlığı olduğunu belirtti. Ancak bugünkü anlamda bir ülke başkenti olma niteliğini Cumhuriyetle kazandığını söyledi.
Cumhuriyetin yeni bir fikir, yeni bir akıl biçimi getirdiğini ve bunun şehir planlamasına da yansıdığını dile getiren Konkan, Kızılay merkezli batılı tarzda bir kent planlaması yapıldığını aktardı. Şimdiki Meclis’ten eski Meclis’e kadar uzanan aks boyunca, opera binası, Zübeyde Hanım Kız Enstitüsü, Sıhhiye Köprüsü gibi dönemin simgesel yapılarıyla Cumhuriyetin yenilikçi, akılcı yüzünü temsil eden bir şehir oluşturulduğunu söyledi.
“ANKARA GEÇMİŞLE GELECEK ARASINDA KÖPRÜ OLUŞTURAN BİR ŞEHİR”

Ankara’nın, İzmir, İstanbul veya Trabzon gibi şehirlerden farklı olarak yalnızca bürokrasiyle var olan bir kent değil, aynı zamanda bir kimliğin yeniden şekillendiği ve tohumlarının atıldığı bir yer olduğunu belirten Konkan, kentin Anadolu’nun kadim medeniyetleriyle –özellikle Hititler ve Hattilerle– bağ kurarak gelecekle arasında bir köprü oluşturduğunu ifade etti.
“ANKARA’DA KİMLİK BUNALIMI DEĞİL, KİMLİK KARMAŞASI VAR”
Konkan’a göre Ankara’nın temsiliyeti tek bir sembole indirgenemeyecek kadar çok katmanlı. Çünkü Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya konan “gelecek ütopyası” ile günümüzün teknoloji dünyasındaki gelecek tasavvuru artık farklı. Bu nedenle Ankara’daki durum bir “bunalım”dan ziyade bir “karmaşa” olarak tanımlanabilir. Kent başından beri akılcı biçimde tasarlanmış olsa da zaman içinde sanayileşme ve yönetim anlayışındaki değişimler bu düzeni karmaşık hale getirdi.
“ANKARA BİR KALP, ÇEVRESİNDEKİ ŞEHİRLER İSE BU KALBİN ÇEPERLERİ”

Konkan, Cumhuriyetin ilk döneminde Ankara’nın bir “kalp” gibi planlandığını, çevresindeki şehirlerin ise bu kalbin çeperlerini oluşturduğunu anlattı. Ancak bugün finans merkezlerinin ve kurumların İstanbul’a taşınmasıyla birlikte Ankara’nın bürokrasi dışında merkez olma özelliğini büyük ölçüde yitirdiğini söyledi. Meclis’in ilk planlarda halkla doğrudan bağlantılı olacak şekilde tasarlandığını, ancak bugün tel örgülerle çevrilmiş olmasının bu anlayışa ters düştüğünü de eleştirdi.
Bakanlıkların ilk yıllarda birbirine yakın konumlandırıldığını, bu sayede iş birliğinin kolaylaştığını belirten Konkan, günümüzde kurumların farklı bölgelere dağılmasının çalışma disiplinini olumsuz etkilediğini dile getirdi. Özellikle 2005’ten sonra bakanlıkların şehir çeperlerine taşınmasıyla Ankara’nın merkezi planlamasından uzaklaştığını ve yönetimsel bir dağınıklık yaşandığını ifade etti. Meclis örneği veren ve Meclis’in halkla doğrudan bağlantılı olacak şekilde tasarlandığını hatırlatan Konkan, “Meclis parkının içinden doğrudan Meclis’e ulaşabiliyordunuz, şimdi ulaşamazsınız. Tel çitler var, neden yapıldığı belli değil. Burası milletin meclisi, erişimle ilgili problem olmaması lazım” diyerek bugünkü durumu eleştirdi.
"ANKARA NE CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAKİ BİR ŞEHİR NE DE 2050’DEKİ HEDEFE GİDEN BİR ŞEHİR”

Ankara’nın doğrudan bir sembol ile sembolize edilebilmesinin tartışmaya açılmasının gerekli olduğunu söyleyen Konkan, “Çünkü biz artık ne Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan bir şehiriz ne de 2050’deki hedefe giden bir şehiriz. Bunalım olarak tanımlanan şey temelde bu kendi içindeki devinim. Bu devinimi adlandırabilecek bir noktaya ihtiyacımız var.” dedi. Kent kimliği açısından da eksiklikler olduğuna dikkat çeken Konkan, “Kırmızı mavi otobüsler, eskiden çift katlı yeşil otobüsler vardı ya da körüklü İkarus otobüsler. Kurumsal kimlik bakımından Ankara’nın şehir olarak eksiği var. Bir yere baktığınızda ‘bu Ankara’ya aittir’ denilmesi gerekir. Sokak tabelalarından kaldırımlara, trafik lambalarına kadar bu kimliğin görünür olması lazım” ifadelerini kullandı.
“KİMLİK ARAYIŞI ABB’NİN LOGOSUNA KADAR YANSIYOR”

Ankara’nın gelecekte nüfusunun artacağının kesin olduğunu, ancak bu artışa karşılık olarak insanlara ne vaat edildiğinin belirsiz kaldığını söyleyen Konkan, bu kimlik arayışının Ankara Büyükşehir Belediyesi logosuna kadar yansıdığını dile getirdi. Hatti Güneşi’nden Kocatepe Camii’ne, Ankara kedisinden renkli göz sembollerine kadar birçok denemenin yapıldığını hatırlatarak, asıl önemli olanın “tek bir doğru”yu bulmak değil, “doğru bir yöntemi” benimsemek olduğunu vurguladı.
Konkan, Ankara’nın geleceğini kurgularken geçmişten gelen değerlerin göz ardı edilmemesi gerektiğini belirtti.
“BİREYSEL İZ BIRAKMA ÇABASI KENT KİMLİĞİNE ZARAR VERİYOR”

Konkan, “Londra denilince London Eye, kırmızı telefon kulübeleri; Paris denilince Eyfel Kulesi ya da gri tonlu siluetler akla geliyor. Ankara’da ise Anıtkabir var ama başkenti simgeleyen böyle güçlü bir ikon yok. Bunun nedeni ne?” sorusuna yanıt verdi.
Ona göre, Ankara’nın en temel sorunu, kenti yönetenlerin ya da temsil edenlerin Ankara’yı “bir bütün olarak değil, kendi dönemlerinin vitrini” gibi görmeleri. “Ankara herkesten büyük. Herkesin önce bunu kabul etmesi lazım” diyen Konkan, bireysel iz bırakma çabasının kentin kimliğine zarar verdiğini söyledi.
Bu durumu örneklerle açıklayan Konkan, “Zamanında Melih Bey her yere ‘Buraya bakarlar’ yazıyordu, şimdi de Mansur Bey kırmızı otobüs çıkardı. Bunlara gerek yok. Bunlar bireylere bağlı şeyler” dedi. Ona göre bu anlayış, kentin ortak kimliğini oluşturmak yerine, yönetimlerin kendi dönemini öne çıkarma eğiliminden besleniyor.
“KENT SİMGELERİ KİŞİLERE GÖRE DEĞİŞTİRİLMEMELİ”

“Bugün İstanbul’da belediye başkanı kim olursa olsun, İstiklal Caddesi’ndeki tramvayın rengi değişmez. Ya da ben Lizbon’a başkan olsam oradaki sarı tramvayı değiştirebilir miyim?” diyerek kent simgelerinin kişilere göre değişmemesi gerektiğini vurguladı.
Konkan, asıl problemin “Ankara ekosisteminin doğru tanımlanamaması” olduğunu belirtti. “Sen bu Ankara ekosisteminin bir parçasısın ve Ankara senden büyük” sözleriyle bu bakış açısının önemini ifade etti.
ANKARA 50 YIL SONRA İNSANLARA NE VAAT EDİYOR?
Ona göre, bugün yapılan çalışmalar çoğunlukla “kişisel iz bırakma” amacı taşıyor. Oysa Ankara, ilk kurulduğu dönemde kıtlık içindeyken bile opera binası yaptıracak kadar vizyoner bir anlayışla planlanmıştı. Konkan, “O dönemde opera binasının yapılmasının altında bir anlam var. Burası Cumhuriyet’in yönünün gösterilmek istendiği yerdi” diyerek Ankara’nın başlangıçtaki kültürel misyonuna dikkat çekti ve kentin 20, 30 veya 50 yıl sonra insanlara ne vaat ettiğinin görülemediğini belirterek kentin yönünü ve sembolik gücünü kısmen yitirdiğini ifade etti.
“ANKARA’DAKİ KARMAŞA SAHİPLENMEYİ ORTADAN KALDIRIYOR”

“Bu karmaşa Ankara’da yaşayanların algısını nasıl etkiliyor?” sorusuna Konkan çarpıcı biçimde yanıt verdi.
Ona göre, şehirdeki bu kimlik ve yön karmaşası en çok sahiplenme duygusunu zedeliyor. “Sahiplenmeyi ortadan kaldırıyor” şeklinde net bir ifade kullanan Konkan, bunun kültürel ve sanatsal üretime bile yansıdığını söyledi. “Hemen hemen birçok iyi müzik grubu Ankara’da çıkar ama sonra İstanbul’a taşınır. Manga’dan Mor ve Ötesi’ne kadar… Sebebi şu: Farklı dillerin, tabiri caizse potpori gibi bir arada kullanılmaya çalışması aidiyet hissini yok ediyor” dedi.
“ANKARA’NIN KENT HAFIZASI YOK EDİLİYOR”
Bu durumun kent hafızasında da ciddi boşluklar yarattığını belirten Konkan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin konumuna örnek vererek, “Benim çocukluğumda çok gittiğim bir yerdi, çok fotoğraflarım var ama çocuklarıma anlatabileceğim bir yer değil. O tamamen hafızalarda bir anı olarak kaldı, yok edildi” ifadelerini kullandı.
“TIMES MEYDANI ÖRNEĞİ BİZE UYGUN DEĞİL”

Güvenpark’ta kurulan üç boyutlu dev ekrana gönderme yapan ve teknolojik gelişmelerin de kentin kimliğiyle uyumlu şekilde kullanılmadığını söyleyen Konkan, “Evet, teknoloji yeni şeyler getiriyor ama Times Meydanı örneği bize uygun değil” dedi. Times Meydanı’nın kimliğini en baştan reklamla tanımladığını belirterek, “Times Meydanı ilk günden itibaren diyor ki ‘Ben meydan olarak reklamın kendisiyim.’ Siz Hollywood dediğinizde o dağa yazılmış Hollywood yazısını anlarsınız. Reklamın kendisi aslında reklamdır. Ankara için bu geçerli değil” diye konuştu.
Ankara’nın doğası gereği böyle bir kent olmadığını vurgulayan Konkan, “Ankara’nın kendisi bir varlık ifade eder. Bu yüzden aidiyet sağlaması gerekir. Bahsedilen uygulamaların tamamı bu aidiyeti ortadan kaldırıyor” dedi. İnsanların burada bir ömür geçirdiğini hatırlatarak, “Bu ömrün Ankara senfonisi içinde iyi bir yere oturması gerekir. Eğer sırıtıyorsa, orada olmamalıdır” ifadelerini kullandı.
Konkan, Güvenpark’taki LED ekranlara yapılan itirazın da bu gerekçeden doğduğun, “Orası tarihi bir mekân. İnsanların orada oturması, var olması gerekir. Eğer insanlar orada sadece televizyon izliyormuş gibi bir reklam yüzü haline geliyorsa, o meydanın varlığı kendisini sorgulamaya başlar. Bugün mesela Kuğulu Park’taki gölün kaldırılıp etrafına üç boyutlu kuğu görsellerinin koyulması gibi.” ifadeleriyle açıkladı.
“BİR ŞEHRİN STANDARTLARI DEĞİL LİMİTLERİ OLUR”

Konkan sözlerinin devamında ise Ankara için bir kimlik standardı yaratmanın doğru olmadığını söylüyor. Ona göre “standart” kavramı kenti daraltıyor; oysa Ankara, içinde birçok farklı yaşamı barındıran bir ekosistem. “Standarttan değil, limitlerden bahsediyoruz” diyen Konkan, bu limitlerin kentin kurumsal kimliğini belirleyebileceğini vurguluyor ve şöyle diyor: “Kurumsal bir renk, bir yazı tipi, bir gösterim biçimi olabilir ama bu sadece bir çerçeve çizer. Yaşamın o çerçevenin içinde var olmasına izin vermek gerekir.”
Kentteki görsel karmaşaya da değinen Konkan, tabelalar üzerinden verilen örnekle bu durumu somutlaştırdı. Ankara’da hâlâ tabela dikmenin konuşulmasının anlamsız olduğuna dikkat çeken Konkan, “Kaç kişi şu an tabela arıyor ki? Hepimiz navigasyonla gidiyoruz. O zaman mesele direğe astığın tabelayı tasarlamak değil, o direğin kendisini sorgulamak.” dedi.
Kızılay’daki tabelalı bina örneklerini de gündeme taşıyan Konkan, sorunun iki yönüne dikkat çekti. İlki binaların kimliksiz oluşu, ikincisi ise, kullanıcıların da bu konuda entelektüel olarak yönlendirilmiyor oluşu. Konkan bu noktada ise sorumluluğun yöneticilere düştüğünün altını çizdi ve “Kent yöneticilerinin bu kültürde olması gerekir.” diye konuştu.
ANKARA’DA YIKILAN VE YAPILAN YENİ YAPILARIN BIRAKTIĞI İZ

Konkan, Ankara’da yıkılan ya da işlevsiz hale gelen tarihi yapıların, kentin belleğini silen uygulamalar olduğunu söylüyor. Ona göre mesele sadece yeni yapılar inşa etmek değil, “neden yapıyoruz?” sorusuna samimi bir yanıt verebilmek.
Buna bağlı olarak yıkılan 19 Mayıs Stadyumunun yerine yapılan yeni stadyumun bir ihtiyaç olduğunu ancak neden yapıldığını bilmediklerini kaydetti. Paris’teki Stade de France, Londra’daki Wembley örneklerini hatırlatan Konkan, bu iki stadın şehirlerin önemli semboller olduğuna dikkat çekti.

Ankara’da ise, “ulaşım hatları düşünülmeden devasa kompleksler” yapıldığını, bunun da “şehirde yeni çöküntü alanları” yarattığını belirten Konkan, “Ama cumhuriyet için tasarlanmış bir şehirde bu çöküntülere yer verilemez çünkü bunlar bizim için çok değerli alanlar. Biz insanlara vizyon sunmak zorundayız. Vizyon dediğimiz şeyi büyüklükle, yatırımın parasal çokluğuyla açıklayamayız.” dedi.

Bu bağlamda Ankara Tren Garını örnek gösteren Konkan, “ATG’nin reklamlarına bakın. İçinden tren geçen AVM” diyerek, burada verilen mesajın şu anlama geldiğini dile getirdi: ben aslında tren garı yapmadım, AVM yaptım, içinden de tren geçiriyorum.
Oysa Ankara’nın asıl mimari kimliğinin taş binalarda, bürokratik ağırlığı temsil eden yapılarda saklı olduğunu hatırlatan Konkan, “Eski Başbakanlık binasında, MEB binasında, İş Bankası’nın müze olan yapısında, Ankara Garı’nda, birinci ve ikinci Meclis’te, hatta Anıtkabir’de görebilirsiniz bunu. Bunlar bürokrasinin konuşma lisanıdır. Burası herhangi bir yer değil.” ifadelerine yer verdi. Konkan, bugün inşa edilen bakanlık binalarının ise bu ruhu taşımadığını kaydetti.
MİMARLAR ODASI VE DEVLET YETKİLİLERİ ARASINDAKİ İLETİŞİM

Konkan son olarak "Oda olarak yetkililerle konuşuyor musunuz ve bu konularda size nasıl geri dönüşte bulunuyorlar" sorusuna yanıt verdi.
Ankara Mimarlar Odası Şube Sekreteri Konkan, Mimarlar Odası olarak yetkililerle iletişimlerini değerlendirirken, sürecin çok boyutlu olduğunu vurguladı. Ona göre mesele sadece mimari değil, aynı zamanda kent kültürü, ekonomi ve siyasi duruşla da ilgili. Ancak oda olarak siyaseti tartışmanın doğru olmadığını belirtti ve “Siyasetin burada olmasını istemiyoruz çünkü Türkiye özelinde ayrıştırıcı bir unsur. İnsanları birbirinden farklılaştırır. Bizim ihtiyacımız insanların birlikteliği” dedi.
Konkan, mimarlığın birikimli bir kültür olduğunu ve yapılan her yapının saklanamayacak kadar aleni olduğunu ifade ederek, “Yapılan bir binanın saklanma şansı yoktur. Aleni olanı sergilemek gerekir ve üzerine fikir terakki edilebilir” dedi. Bu bağlamda kişisel görüş ve inançların önemsiz olduğunu, önemli olanın mimarlığın özünü ve kültürünü savunmak olduğunu vurguladı. Ona göre bu, babadan oğula geçen bir miras değil, “kim ne kadar hizmet edebilirse o bakımdan ilerleyecek bir kültür” sözleriyle aktardı.
Konkan, Ankara’nın kent kimliği ve kültür bunalımını aşabilmesi için herkesin, “Ankara’nın var olmasının bireysel varlığından daha yüce bir şey olduğunu kabul edip, bu yönde hareket etmesi” gerektiğini belirtti. Cumhurbaşkanlığı, Millet Kütüphanesi gibi yeni yapıların inşasında da mevcut kültürel değerlerin devamını yansıtması gerektiğini söyledi.
Konkan, bu yaklaşımın uygulanmasıyla, “hiçbir şeyimiz yokken kurduğumuz Cumhuriyeti mevcut varlığımızla aydınlık bir geleceğe taşıyabileceğimizi” ifade etti.