Kadınlar mezara bahaneler manşete sığmıyor

“Kadına yönelik şiddet, toplumsal bir yara ve insanlık ayıbıdır.” Cümlesinin gündemimize girdiği 25 Kasım, kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele günüdür. Ne yazıktır ki aynı yara her geçen gün biraz daha derinleşiyor, aynı ayıp daha görünür hâle geliyor. Sokaklar protesto çığlıklarıyla inliyor, sosyal medya öfke kusuyor, hâkimler yine aynı bahaneleri dinliyor. Değişmeyen tek şey ise kadınların adalet ararken tüketilen ömürleri.

İsimler değişiyor, yaşlar değişiyor; kaderler ise hep aynı kalıyor. Maalesef ülkemizde kadına yönelik şiddet artık münferit bir olay değil; düzenli işleyen bir çark, yıllardır şiddetle yağlanan bir sistem. Öyle bir sistem ki kadın, ne kadar güçlü olursa olsun bir erkeğin öfkesine denk geldiğinde kaderi bir anda istatistiklerdeki bir sayıya dönüşebiliyor. Kimi zaman bir boşanma dilekçesi, kimi zaman bir ayrılık kararı ya da yalnızca bir “hayır” kelimesi… Ve bütün bunlar bir erkek kibrine çarpınca yaşananlar malum.

Erkeklik de adamlık da bu değildir. Ne “göster amcalara” diye öğretilen bir gurur simgesidir ne de delikanlılık sayılan metal bir şımarıklığın tetiğe dokunuşudur. Adamlığın okulu yok. İnsan anlaşamayabilir, istenmeyebilir; bunun sonucu birine mezar, diğerine ise hapishane olmamalı. Uzaklaşmak her iki taraf için de en iyisidir. “Ya benimsin ya kara toprağın” edebiyatı 70’li yılların Türk filmlerinde kaldı.

Eski yobaz alışkanlıklar, ata mirası gibi günümüze taşınıyor. “Biz böyle gördük”, “bize ters” gibi içi boş raconlar hem karşıya hem erkeğin kendisine zarar veriyor. Kendinize de yazık. Eşinize, sevgilinize, kardeşinize verdiğiniz zararın en büyüğü kendinize değil mi? Yaşadığınız müddetçe vicdanınızın sizi rahat bırakacağını mı sanıyorsunuz? Namus böyle temizlenmez. Namusun, “yürüme organlarının arasındaki bir uzuv” olduğunu zannediyorsunuz… Asıl namus, sizin beyninizdedir. O kirlendiğinde bir daha temizlenmez. Cezayı devlete ve yüce yaratana bırakın.

Bakın, İncil’de anlatılan bir olaydan bahsedeyim: Zina yaparken yakalanan bir kadın, İsa’nın huzuruna getirilir ve taşlanarak öldürülmesi istenir. Hz. İsa bunun üzerine şöyle der: “Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın.” Şimdi soruyorum: Kim günahsızdır? Kim kusursuzdur? Hatasız olmak yaratana mahsustur. Şiddetle sorun çözülmedi; çözülmez de. Sanıyor musunuz kadınlar sadece fiziksel şiddete maruz kalıyor? Canım kadınlar… Tencerelerinde et mi, dert mi kaynıyor belli değil.

Kadının sırtındaki yükler fazlasıyla ağır. “Yuvayı dişi kuş yapar”, “dizini kırıp oturur”, “bir dili eksik olur”, “çocuk doğurur”, “evini temizler”, “kocasını memnun eder”, “akrabalara karşı susup haddini bilir”… Bu kadar dar bir alanda kadın hata da yapabilir, yorulabilir, beklentileri de olabilir.

Ekonomik şiddet, psikolojik şiddet, dijital şiddet… Bunların tümü zaten fiziksel şiddetin üzerine eklenen yükler. Size hepinizin bildiği bir şeyi hatırlatayım: Kadınlar, en çok kendileri için güçlüdür. Tam da bu yüzden cennet kadınların ayaklarına serilmiştir. Ama bazıları bunu çok yanlış anlar.

Kadınlar korunmak için değil, insanca bir yaşam sürmek için mücadele ediyor. Bir kadın öldürüldüğünde toplumun vicdanı da ölür. Kadına yönelik şiddet durmadıkça bu ülke hiçbir konuda gerçekten ilerlemiş sayılmayacak. Elbette devletimiz ve ilgili bakanlıklarımız bu konuda daha sert bir politika izlemelidir ki caydırıcılığı yüksek olsun. Temennim, isimleri ne olursa olsun hiçbir kadınımızın ve kızımızın haberlerde yeni bir şiddet vakasının ardından acı ölümünü duymamaktır.

Geride gözü yaşlı evlatlar, anneler ve babalar kalmasın.

SON DAKİKA HABERLERİ

Nazife Mert Diğer Yazıları