Ankara'nın antik dokusu: 'Bizans Mezarı'
1939 yılında bugünkü Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü binasının inşası için yapılan temel kazısı sırasında, Hipodrom Caddesi ile Kazım Karabekir Caddesi’nin kesiştiği köşede tarihin bir sürpriziyle karşılaşıldı.
İnşaat alanında çalışan işçiler 1939'da kazı sırasında toprağın altından iki adet Erken Dönem Bizans anıt mezarı gün yüzüne çıkardı.
Arkeologlar kısa sürede bölgeye ulaştı ve inceleme başlattı. Yapılan incelemeler sonucunda bu mezarların yaklaşık bin altı yüz yıl öncesine ait olduğu belirlendi. Roma ve Bizans dönemlerinin kesiştiği bu zaman dilimi Ankara’nın (o zamanki adıyla Ancyra) tarihsel kimliğine ışık tutan en değerli dönemlerden biri olarak görülüyordu.
SESSİZ BİR ŞAHİT: FRESKLERLE BEZELİ AİLE MEZARI

Kazı alanında ortaya çıkarılan mezarlardan biri dikkat çekici bir şekilde 4x4 metre boyutunda, haç biçiminde ve kare planlı bir aile mezarı oldu. Duvarları ise dönemin dini sembollerini ve ruhani motiflerini yansıtan renkli freskolarla bezeliydi. Zamanın yıpratıcı etkilerine rağmen büyük ölçüde korunmuş olan bu freskler, erken Hristiyan sanatının başkent Ankara’daki en nadir örneklerinden birini oluşturuyordu.
Ancak mezarın bulunduğu yer yeni yapılacak kamu binasının temel alanı içindeydi. Bu nedenle bilim insanları ve mimarlar, eserin korunarak başka bir noktaya taşınmasına karar verdi.
BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ BİR NAKİL OPERASYONU
1939 yılı teknolojisiyle bu ölçekte bir taşımayı gerçekleştirmek kolay olmadı. O dönemde Ankara Arkeoloji Müzesi ve Devlet Demiryolları yetkilileri oldukça titiz bir çalışma yürüttü. Mezar öncelikle bulunduğu yerden bozulmadan kaldırılabilmesi için özel olarak desteklendi. Ardından sağlam kalması amacıyla bir ağaç platformun üzerine dikkatlice yerleştirildi.
Taşınma sırasında en büyük endişe mezarın içini süsleyen fresklerin zarar görmesi olmuştu. Ustalar bu değerli duvar resimlerinin dökülmemesi için dönemin imkanlarıyla hazırlanmış yapışkanlı kâğıt tabakaları ile fresklerin üzerini kapladı. Bu işlem sayesinde yüzeylerdeki renkli pigmentlerin düşmesi önlenmiş, freskler Ankara sıcağında bile güvenle taşınabilmişti.
Sonrasında mezar bir kamyon kasasına dikkatlice yerleştirilerek şehrin Ulus semtindeki Roma Hamamı Arkeolojik Alanına taşındı. Bugün hâlâ orada Ankara’nın antik geçmişine sessiz bir tanıklık yapıyor.
ROMA HAMAMI’NDA SESSİZCE YAŞAYAN BİR ANIT

Ankara’nın arkeolojik kalbi sayılan Roma Hamamı ören yerinde sergilenen anıt mezar her yıl binlerce yerli ve yabancı ziyaretçiyi ağırlıyor. Dışarıdan sade görünen yapının iç duvarlarında erken Hristiyanlık dönemine ait aziz tasvirleri, bitkisel motifler ve haç sembolleri dikkat çekiyor. Fresklerin bazı bölümleri yüzyıllara rağmen canlı renklerini hâlâ koruyor.
Kadıoğlu ve Görkay’ın çalışmalarına göre mezarın taşıdığı semboller ve plan düzeni, Ankara’nın erken Hristiyanlık döneminde önemli bir dini merkez olduğunun kanıtlarından biri oldu. Ayrıca Akok ve Pençe’nin detaylı belgeleri, taşınma sürecinin o yıllarda bile bir mühendislik başarısı olarak değerlendirildiğini ortaya koyuyor.
BİR İNŞAATIN ALTINDAN ÇIKAN TARİH, ŞEHRİN HAFIZASINA KAZINDI

Bugün Ankara’nın merkezinde yürüyenler Hipodrom Caddesi’nden geçerken ayaklarının altında bir zamanlar bin altı yüz yıllık bir mezarın yattığını düşünmüyor. Ancak bu olay bize başkentin her santimetresinin tarihin katmanlarıyla örülü olduğunu hatırlatıyor.
Bir bina temeli kazılırken tesadüfen ortaya çıkan bu mezar sadece bir arkeolojik buluntu değil Ankara’nın geçmişine, kültürel sürekliliğine ve tarihi koruma bilincine dair güçlü bir simge olarak öne çıkıyor.