Kabullenin artık; kaybettiniz!..
Şundan kuşkumuz yok: İplerini elinde tutan ‘kudretliler’ öyle istediği için görevlerini yapıyorlar. Yaklaşık 50 yıldır alışmışlar; devlete, siyasete, medyaya, sanata ve bütünüyle Türk Milletine ayar vermeye.
Tabii, kuklacılar 215 senedir bu ülkenin altını oymak için çalışıyorsa, kuklaların 50 senelik mazilerini hafife almamak lazım. 215 sene dedik… Bu ülkede, Boston merkezli misyonerlik faaliyetlerinin geçmişi o kadar uzun.
Sadece, bu ülkenin azınlıklarını kaşımakla yetinmediler. Çoğunluğun da zihnini ele geçirmek için her fırsatı kullandılar. Buna, kutsallarımız da dâhil…
Ama hakkını vermek lazım; en büyük ve etkili operasyonlarını, sermaye ve finans üzerinden yaptılar.
İç ve dış ticareti ele geçirdiler. Osmanlı’nın en önemli dış ticaret kapısı olan İzmir’de onların borusu öttü.
Devlet fakirleştikçe, Galata sakinleri daha bir semirdi. Onları görevlendiren küresel güçler, Türk Devleti’ni tökezletmek için, gerektiğinde ‘müttefik’ görüntüsüyle onu belalara sürüklediler.
SEMİRTİLEN EKALLİYET
Kırım Savaşı’nı (1853-1856), müttefiklerimiz (!) İngiltere ve Fransa ile birlikte sahada kazanmışken, finansal olarak çökertildiğimizi geç fark ettik. Koskoca Devlet-i Âliye’yi, bir kısmı tebaası olan tefecilere borçlandırdılar. Hâkim zihniyetin gafleti, tefeciden alınan paralarla ‘Avrupaî saraylar’ yapacak kadar derinleşti.
Devleti tırtıklayarak semirdi, bu ülkenin ‘ekalliyet sermayesi’… Desteği gibi kuyruğu da dışarıda olan bir sermaye sınıfı… Hiçbir zaman yerli de millî de olmadı, olamazdı. Zaten Türk Devleti’nin ve Türk Milleti’nin boynuna yağlı urgan geçirmek için semirtilmişlerdi.
Anadolu’nun en kalın sermayedarları, ancak bu ekalliyet cürufunun ‘bayisi’ mesabesinde olabilirdi. Sistem öyle kurgulanmıştı.
Türk çiftçisinin (ki, Müslüman nüfusun büyük çoğunluğu tarımla iştigal ederdi) ürettiğini, ‘tüccar’ kimliğiyle onlar toplardı. İhracatı onlar yapardı. İthalat da onların tekelindeydi.
Bu ülkenin has evlatları da azıcık ensesi kalınlaştığında, o ekalliyet takımının Anadolu’daki bayiliğini üstlenirdi. Paye olarak da ‘eşraf’ sıfatını hak ederlerdi.
Az şey sayılmazdı ‘eşraf’ olabilmek. Kendilerini, tek partinin yönettiği eski Türkiye’nin ‘efendileri’ sanan hariçten kumandalılar, eşraftan olanları ‘adam’ yerine koyarlardı. Hatta Şehir Kulüplerinde, efendileriyle aynı pişpirik masalarına oturma imtiyazını dahi bahşederlerdi.
DARBELERİN TETİKÇİLERİ
Yabancı sermayenin içimizdeki uzantıları, bürokrasinin de hâkimiydi.
Medya, kültür-sanat, akademi, yargı ve askerî bürokrasi üzerindeki etkileri küçümsenemezdi. Bu ülkenin yaşadığı cunta darbelerinin hazırlıkları onlar tarafından ifa edilirdi. Yeterince köpürtüldükten sonra, Okyanus ötesindeki efendilerinin düğmeye basmasıyla harekete geçerlerdi.
1980’li yıllardan sonra bir şeyler değişmeye başladı, bu ülkede. ‘Anadolu Kaplanları’ diye bir kavramdan söz edilir oldu. Azıcık ‘muktedir’ olmaya başlayan siyasî irade, küresel güçlerin kuklalarına karşı, yerli sermayeyi güçlendirmeye başladı.
Bu ülkenin has evlatları, yalnızca iktisadî ve ticarî hayatta değil; eğitim, kültür-sanat, yargı, bürokrasi ve medyada da yukarı katlara doğru tırmanışa geçti.
Siyasî iktidara erişen liderlerin yanı sıra, bu ülkenin evlatlarına ‘yapabiliriz özgüvenini’ aşılamada iki büyük lider ön plana çıktı: Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan. Birisi ‘millî kimliği’ tahkim ederken, diğeri de ‘başarabilirsin’ özgüvenini aşıladı, memleketin evlatlarına. Neyse, Türkeş ve Erbakan’ın ülkeye katkıları, çok sayıda köşe yazısını gerektirir. Şimdilik bununla yetinelim.
BEDELİ ÖDENMİŞTİR
Memleket diye bir derdi olan siyasî liderler, bedelini ödemek pahasına, Türk Devleti’ni kemiren bu ekalliyet güruhunu temizlemek için çırpındı.
Ödenen bedeller, semeresini verdi. Bugün bir ‘Türk Savunma Sanayisi’ olgusundan bahsedebiliyorsak… Başta Türk Silahlı Kuvvetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı olmak üzere, devletimizin kurumlarını, bu yabancı sızmalarından büyük ölçüde temizleyebildiysek… TOGG gibi büyük yatırımları yapabilen yerli ve millî bir sermaye varsa… Yargı ve güvenlik teşkilatına onlarca yıldır sızmış bulunan hainlerin ekseriyeti kazınıp atılabildiyse… Dahası, Türk Milleti 15 Temmuz 2016’da büyük bir silkiniş göstererek, hem devletine ve hem de ülkesine sahip çıkabildiyse…
İşte, bedelleri çok ağır ödenen ‘yerli ve millî’ duruşun bir semeresidir, bugün geldiğimiz nokta.
Kendilerini ‘fareli köyün kavalcısı’ sanan sermaye gücü sahipleri, bugün kendi durumlarını bile anlamakta acziyet içindeler. Henüz, 200 küsur yıllık rüyalarından uyanamadılar. Kendilerini hâlâ ‘büyük’ ve ‘hâkim’ sanıyorlar. Arkalarındaki küresel güçlerin kudretini de fazla abartıyorlar. İstedikleri zaman bu ülkede siyasî operasyonlar yapabileceklerini; hatta cunta darbesi dahi yaptırabileceklerini ‘fehmediyorlar’. Hem de 15 Temmuz’da Büyük Türk Milleti’nin attığı okkalı şamara rağmen.
GEÇTİ BOR’UN PAZARI
İşte bu yüzden, arada bir kafalarını uzatıp, siyasî iradeye ayar vermeye çalıyorlar. Hepi topu bir ‘dernek’ olduklarını unutup, bu ülkenin siyasetine ve bürokrasisine kafa tutabileceklerini sanıyorlar.
Oysa onların o mutlu ve mesut günleri çok gerilerde kaldı. Bu ülkenin evlatları, hem ticaret hayatında, hem de bilim-teknoloji-sanayi alanında çok büyük mesafeler aldı. Artık karşılarında, Anadolu’da manifaturacılık yapmakla yetinen ‘bayileri’ yok. O kavalcılara kafa tutabilen… Hatta iyi niyet ve samimiyetlerinin bir semeresi olarak, yaptıkları işlerde son derece başarılı olan vatan evlatları var.
Sırtlarını dayadıkları küresel odakların, artık Türkiye’nin bileğini bükecek güçleri olmadığını anlamaları fazla sürmeyecek, bu haksızca semirmiş sermaye şımarıklarının. O bakımdan, çıktıkları kürsülerden kof efelenmelerinin, meydan okuma repliklerinin bir kıymet-i harbiyesi kalmadı. Yani artık bu ülkenin kaderine hükmedemeyeceklerini anlamaları gerekecek. Tabi, hâlâ idrak edemedilerse…
Türk Milleti’nin siyasî ve bürokratik emanetini omuzlayanlara da bir sözümüz olsun: Allah aşkına, bu haddini bilmez güruha, artık sadece bir ‘dernek’ muamelesi yapın. O kibir ehline, bu ülkedeki binlerce dernekten sadece birisi olduğunu bildirin. Ki, onlar da artık haddini bilsin.
Dik durun; arkanızda Yüce Türk Milleti var.