Hem de ne ‘nimet’miş!..

Adam, paranın kokusunu çok iyi alıyor… Ve dahi neyi, ne zaman, ne şekilde ve ne kadar ‘tıraşlayabileceğini’ de çok iyi biliyor. Tek kusuru, freninin tutmaması…

Köyünde koyunları sağan annesine yardımlarken idrak etmeye başlamıştı, bir koyundan kaç post çıkarabileceğini.

Koyundan aldığı ilhamla, diploma sorununu da cüretkârca halletmişti.

FETÖ’nün lağım kanalındaki futbol yorumculuğu; spor dünyasının ciğerini okuma fırsatı verdiği gibi, cehalete dayalı özgüvenine de tavan yaptırmıştı. Demagoji sanatındaki yetkinliği ise; Antik Yunan hatiplerini suya götürüp susuz getirecek kadar ilerledi. Ne de olsa Helen’lerin biyolojik ve zihinsel kodlarına uzak sayılmazdı.

FETÖ kanalındaki stajından olmalı, ele geçirme ve çökme gibi eylemlerde müthiş bir öz yetenek geliştirdi.

ÇÖK GİTSİN NİMETE

Cüretkâr cesareti; ticarî yetenek, müthiş özgüven ve arkalandığı ‘cemaat’ kisveli küresel destekle harmanlanınca, CHP merdivenini hızla tırmanması zor olmadı.

İlçe Başkanlığını hızla geçip, 2014’te Beylikdüzü Belediye Başkanı olmayı başardı.

Böylesi makamlar onu tatmin etmezdi. Zaten kendisini arkalayanların niyeti de önce İstanbul’a, ardından CHP’ye ve sonra da bütün Türkiye’ye çökmekti.

Siyasî gidişatın yanısıra ‘şans faktörü’ de kendisinden yanaydı. Arkasındaki güçlerin, iletişim, bilişim, tanıtım ve nihayet toplumsal hipnoz yeteneklerinin de katkısıyla, ‘nimete’ kavuştu.

Ne diyordu, seçim ekranlarında? “İstanbul bir nimet, nimet!...”

Ahali, Sülün Osman’a rahmet okutacak nimet avcısının, İstanbul’un nimetlerini ‘israftan kurtarıp’, şehir halkının hizmetine sunacağını zannetti. Hem de 5 yıl arayla 2 kez

‘SİSTEM’ DEDİĞİN BÖYLE OLUR

Seçimi kazanınca, daha koltuğa oturmadan, belediyenin tüm bilgisayar kayıtlarını kopyalatmaya yeltendi. Ama mahkeme engeline takıldı. Yine de verilerin ne kadarının kopyalanmaktan kurtulabildiğini öğrenemedik.

Her neyse… Sonrasında hepsini ele geçirip, Almanya ve ABD’ye uçurmayı başarmışlar…

Beylikdüzü’nü yönettiği sırada kurmuş, ‘Sistem’ini… 2019’da İstanbul nimetini ele geçirince, ‘Sistem’ini, tüm adamlarıyla birlikte Saraçhane’ye taşımış.

Şeytana pabucunu ters giydirebilecek bir ‘Sistem’ kurmuş, ekibiyle birlikte.

Başta İETT otobüs işleri olmak üzere; Belediyenin akla gelebilecek tüm iş ve işlemlerini, ‘Sistem’e bağlamış.

İBB ve aynı partiye mensup ilçe belediyelerinde tüm akçalı işlerin yürüyebilmesi için, ‘Sistemi görmek’ şart olmuş.

DELİ DUMRUL GÖRSE KAHRINDAN ÖLÜRDÜ

‘Sistem’e boyun eğmeden, İstanbul’da inşaat, tamirat, tadilat, restorasyon, kanal, su, asfalt dâhil hiçbir iş yürüyemez hale gelmiş.

Hafriyat dökme işine girenler de ‘Sistem’i görmek zorundaymış.

Kentin altın yumurtlayan tavukları olan reklam panolarından pay almak için de ‘Sistem’e uğramak gerekmiş.

Belediyeye iş yapan yükleniciler, hak edişlerini alabilmek için, ‘Sistem’in adamlarıyla ‘ortak HTS kayıtları’ vermek zorunda kalmış. Bu mevzuda yalnızca İstanbul il sınırları değil; Adana da dâhil, ‘Sistemin Sahibi’nin başkan atadığı tüm partili belediyeler kapsama alanındaymış.

Kişisel, ailesel ve çevresel zenginleşmek yetmezdi. ‘Büyük hedefe’ ulaşmak için, İstanbul nimetinin her noktasına el atmak lazımdı.

Temel çukuru betonla kapatılan metro inşaatları ve başta olmak üzere, yatırımlar için sağlanan dış finansmanlar da ‘Sistem’e aktarılmalıydı. Nitekim öyle de olmuş… İddianame böyle diyor.

ONDAN HESAP SORULAMAZ

Temeli atılmamak üzere tören yapılan arıtma tesislerinin yokluğu yüzünden, Marmara Denizi müsilaj istilasına mı uğramış, ne gam?

İstanbul’u sel basmış, yangın yoklamış, her gün üç-beş belediye otobüsü yanmış, metrobüsler her gün birbirine bindiriyormuş… Sorun değil. Önemli olan tatil yapmaktı… Kim hesap sorabilirdi? Sorsa bile alacağı cevap; ya “Tatil bana yakışıyor…” veya “Ben böyle soruların muhatabı değilim…” olurdu.

İstanbullu, geleceği önceden belli olan kar ve fırtınayla boğuşurken, İngiliz Büyükelçisiyle balık tuzlama keyfi yapmasının ‘hikmeti’ sorulur mu? O, sadece bir Belediye Başkanı değil; çok daha fevkinde bir şahsiyetti.

Evet… Özgüven ve cüret sınırsızdı.

Fatih Sultan Mehmet Han’ın türbesine, orayı burayı tekmeleyerek girebilirdi.

Ayasofya’nın ibadete açılması, herkesi sevindirirken; o kibir abidesi, mabedin ibadete açılmasını yanlış bulduğunu söyleyebilirdi.

Seçilmesi, Yunan medyasına sevinç çığlıkları attırdığında; kendisine, “Bunlara verilecek bir cevabın yok mu?” diye sorulunca, inanılmaz bir pişkinlikle, “Sen bana neyi ima ediyorsun?” diye atarlanabilirdi.

İstanbullu soğuk ve karla boğuşurken, kendisinin kayak tatilinde olduğunu hatırlatan bir İBM Meclisi üyesine, “O kayakları senin ….. sokarım…” diyebilecek kadar ağzı bozuktu.

HESAP HATASI

Genel Başkan dâhil herkesi saf dışı bırakıp, CHP’ye alenen çökebilirdi.

Parti yandaşı medya organlarını, elemanlarıyla birlikte fonlayıp yemleyerek kendisine bağlayabilirdi.

Ve nihayet, üç-beş kent lokantasında birkaç bin vatandaşa indirimli tarifeden yemek vermek suretiyle yaptığı imaj çalışmasıyla; hem İstanbul’un hizmetsizliğini ve hem de hunharca yürütülen ‘Sistem’e para sağma eylemlerini perdeleyebilirdi

Lakin küçük bir hesap hatası yaptı: Türk Devleti’nin akıl, zekâ, fikri takip ve ceza kesme yeteneğini küçümsedi.

Türk Devlet Aklı; ufak tefek tırtıklama, rüşvet, çalma-çırpma meselelerini doğrudan ‘ilgi alanına’ almayıp, “Nasılsa bir gün kanuna takılır…” diye görmezden gelebilir.

Fakat… Dışarıdan kumandalı birileri çıkıp; memleketin devasa paralarını ganimet yapmaya ve o ganimeti kullanarak Türk Devleti’ne çökmeye kalkıştığında işler değişir.

O noktada Türk Devlet Refleksi devreye girer. Ve içeriden-dışarıdan yapılan tüm hesapları tersyüz eder. Nitekim etti de…

SON DAKİKA HABERLERİ

Nihat Kaşıkcı Diğer Yazıları