Bir terslik yok mu?

Ekonomide genel dengeler umut verici olsa da özellikle enflasyon konusunda işler, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve ekibinin umduğu gibi gitmiyor.

Yüksek faiz ve düşük kuru temel alan sıkı para politikası devam ediyor. Ekonomi yönetimi, enflasyonu düşürmek için ‘arzı artıran’ değil, ‘talebi kısan’ bir program yürütüyor.

Aylardır yüksek tutulan politika faizi, piyasadaki kullanılabilir mevduatı bankalara çekiyor. Bankalar, kullandırdıkları kredinin faizini, doğal olarak, mevduat sahiplerine ödediklerinden daha yüksek tutmak zorunda. Mesela; piyasadan yüzde 40 faizle para topluyorsa, bunu en az yüzde 50 faizle krediye dönüştürmeli ki, hem masraflarını karşılayabilsin hem de para kazansın.

Hal böyle olunca, yatırım yapacak veya piyasadan mal ve hizmet alacak kişiler/yatırımcılar, kredi kullanmaktan kaçınıyor. Bu da bir yandan talebi daraltırken, diğer yandan yatırım ve üretimi frenliyor.

Ekonomiyi soğutan bu tabloya rağmen, enflasyondaki düşüş eğilimi, Şimşek ve ekibinin öngördüğü hızda ilerlemiyor.

BULDUK GÜNAH KEÇİSİNİ

Bir ‘sağlam gerekçe’ üretmek gerekiyor, ekonomideki aksayan işlere bahane olarak… Günah keçisi yapılan ise, ev sahipleri… Enflasyondaki düşüşe karşı direncin sorumlusu olarak, genel rakamdan daha yüksek çıkan kira artışları gösteriliyor.

Aslında Mehmet Şimşek, 2 hafta kadar önceki bir beyanında, cümlelerinin arasına sıkıştırarak, kiralardaki yüksek gibi görünen artışın, geride kalan süreçte 2 yıl boyunca yüzde 25’le sınırlanan kira artışlarındaki ‘düzeltme’ olduğunu beyan etmişti.

Elbette konunun failinden, yanlış fiilin detaylı izahını istemek olmaz. Çıplak gerçek şu ki; Şimşek ekonomisi, devletin alacaklarına yüzde 120 zam yaptığı bir ortamda, ev sahiplerinin kira gelirini yüzde 25’le sınırlı tuttu. Hem de 2 yıl üst üste…

İstanbul ve Ankara’nın kalburüstü semtlerindeki uçuk-kaçık kiraları saymazsak; artışların devenin kulağı mesabesinde tutulduğu dönemde, 3+1 kaliteli konutların günlük kira bedelinin, esnaf lokantasındaki bir tabak kuru fasulyenin fiyatına denk geldiğine, yakından tanıklık etmiştim.

Doğaldır, baskı altında tutularak kuşa döndürülen ev kiraları, son 2 yıldır düzeltme yapıyor. Bu da, enflasyonun, ekonomi yönetiminin öngördüğü hızda düşmesine mani oluyor.

YARIŞ AYNI ŞARTLAR ALTINDA OLMALI

Hükümet, ev kiralarını baskı altına almak için, şimdi yeni bir hamle yapıyor. Bir kısmını kamu eliyle kiraya vermek üzere, tüm illerde toplam 500 binli rakamları bulacak sosyal konut üretimi sözkonusu…

Gerçekten kulağa hoş geliyor. Devlet yüzbinlerce konut yapacak, bunların bir kısmını, vatandaşlara uygun koşullarla satacak; bir kısmını da düşük bedellerle kiralayacak.

Peki, bu mesele bu kadar pembe ve masalsı mı?

Birkaç cepheden bakarak, kamu ile vatandaşın yaptırdığı/yaptıracağı, sattığı/satacağı, kiraladığı/kiralayacağı konutlar meselesini anlamaya çalışalım.

Arsa…

Vatandaş, konut yapacağı arsa için, çoğu zaman inşaat maliyetinin tamamından bile yüksek bedeller ödüyor.

Aynı bedeli, kamu ve onun adına işi üstlenen TOKİ de ödeyecek mi?

Proje…

Vatandaş, bina yaptırabilmek için proje hazırlatıyor, bunun için proje mühendisleri veya şirketlere onbinlerce lira ödüyor.

Aynı proje bedelini, genellikle tek tip üzerinden konut üreten TOKİ de ödeyecek mi?

Harç ve vergiler…

Vatandaş, inşaat projesine ilişkin bir yığın harç yanında, kullandığı malzemeler ve işçilikler üzerinden de dünya kadar vergi ödüyor. Ayrıca kira geliri elde eden vatandaş, bunun yüzde 15’ini devlete stopaj olarak ödüyor.

Aynı harç ve vergileri, TOKİ de ödeyecek mi? TOKİ’nin kiralayacağı sosyal konutlardan da yüzde 15 stopaj alınacak mı?

Personel harcamaları…

Vatandaş, inşaat yaptırırken, şantiye şefinden, muhasebecisine, ustasından amelesine kadar büyük miktarlarda işçilik ve yönetim masrafı yapıyor.

Çoğunluğu ‘kamu personeli’ olan ve maaşını devlet bütçesinden alan kamu çalışanları gerçeği ortadayken, TOKİ de aynı personel ve işçilik giderlerine katlanacak mı?

Finansman…

Bir ekonomik girişim olan inşaatın finansmanı da bir maliyettir. Vatandaş, yapılacak harcamalar için belli bir finansman maliyetine katlanmak zorundadır.

Peki, aynı finansman maliyetine TOKİ de katlanacak mı? Yoksa kamu bütçesinden, faizsiz veya göstermelik faizlerle büyük oranlı finans destekleri mi sağlanacak?

YÖRÜK SIRTINDAN KURBAN KESMEK

İşin özüne gelirsek…

Kamunun imkânlarını, gücünü ve otoritesini kullanarak; konut inşa etmek, bunları maliyetinin altında satmak, yine maliyetinin altında kiraya vermek, kullanım sırasında oluşacak hasar, zarar ve bunlara dair onarım giderlerini kamu bütçesinden karşılayarak yol yürümek mümkün.

Peki, bunu yapmak ne derece doğru?

Bir yandan, günah keçisi haline getirilen ev sahiplerine karşı, devleti bir haksız rekabetin içine sokmak…

Diğer yandan, vergi ödeyen vatandaşların sırtından, bir diğer vatandaş kitlesine kıyak çekmek…

Denilebilir ki; birden fazla eve sahip olan vatandaşların zaten tuzu kurudur. Onların sırtından, hiç evi olmayanlara destek çıkmak, sosyal devlet olmanın bir gereğidir…

Bu da kulağa hoş geliyor. Lakin bu mevzuda işlerin çok da amaçlandığı gibi gitmediğine, kamudaki lojman saltanatından aşinayız. Sahip olduğu ve bir yakınının üzerine tapuladığı evini kiraya verip, devletin sağladığı lojmandan ‘uygun şekilde’ yararlananlar, herkesin malûmudur.

BİR TERSLİK YOK MU?

Bir de depremde evi yıkılıp da devlet tarafından yenisi yaptırılıp kendisine teslim edilen bir bölüm vatandaşın, o evi kiraya vermek suretiyle, zor zamanlarda kendisine tahsis edilen konteynırlardan çıkmadığına az tanık olmadık. Yanılmıyorsam, üzerinden yıllar geçmesine rağmen Van’daki konteynırların bir bölümü yakın zamana kadar tahliye edilememişti.

Konuyu toparlayalım:

Ekonomide, talebi kısarak fiyat artışlarını dizginleme politikası, daha fazla sürdürülebilir görünmüyor.

Dizgin tutmayan enflasyonun faturasını ev sahiplerine kesme kolaycılığı da, galiba kullanım ömrünü tamamlıyor.

Bunlar ortadayken, insanın aklına dönüp dolaşıp aynı soru takılıyor: Bu işlerde bir yanlışlık, bir terslik yok mu?

SON DAKİKA HABERLERİ

Nihat Kaşıkcı Diğer Yazıları