Türkiye'nin Uluslararası iklim anlaşmalarının avantajları ve dezavantajları nelerdir?

Türkiye, küresel iklim mücadelesinde dört büyük anlaşmaya imza attı. Peki Türkiye'nin Uluslararası iklim anlaşmalarının avantajları ve dezavantajları nelerdir? İşte detaylar...

Türkiye, küresel iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında dört temel uluslararası anlaşmaya taraf: Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS, 2004), Kyoto Protokolü (2009), Paris İklim Anlaşması (2021) ve Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi ile Montreal Protokolü (1991). Bu anlaşmalar, sera gazı emisyonlarını azaltmayı, ozon tabakasını korumayı ve iklim değişikliğine uyumu artırmayı hedefliyor ancak, Türkiye’nin bu anlaşmalara katılımı, hem çevresel sorumlulukları yerine getirme çabası hem de ekonomik ve yapısal zorluklarla dolu bir yolculuk olarak öne çıkıyor.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÇERÇEVE SÖZLEŞMESİ VE KYOTO SÖZLEŞMELERİ

BMİDÇS, 1992’de küresel iklim mücadelesinin temelini oluştururken, Türkiye 2004’te taraf oldu ve geçiş ekonomisi statüsüyle bağlayıcı emisyon azaltım yükümlülüklerinden muaf tutuldu. Benzer şekilde, 2009’da katıldığı Kyoto Protokolü’nde de Türkiye, gelişmiş ülkeler gibi sert hedeflere tabi olmadı. Bu durum, Türkiye’ye esneklik sağlasa da karbon ticareti gibi mekanizmalardan faydalanamama gibi fırsatları kaçırmasına yol açtı. Eleştirel bakıldığında, Türkiye’nin bu anlaşmalara geç katılımı, küresel iklim politikalarında proaktif bir rol üstlenmekten çok, zorunluluklara uyum sağlama çabası olarak görülüyor.

PARİS ANLAŞMASI: İDDİALI HEDEFLER, EKSİK ADIMLAR

2021’de taraf olunan Paris İklim Anlaşması, Türkiye’yi küresel sıcaklık artışını 1 Buçukta tutma hedefine bağladı. Türkiye, 2030’a kadar emisyonları yüzde 41 azaltma ve 2053’te net sıfır emisyon taahhüdünde bulundu ancak, 2025’te kabul edilen Türkiye İklim Kanunu, fosil yakıtlardan çıkış için net bir takvim sunmuyor ve bağlayıcı hedeflerden yoksun. Uzmanlar, bu durumun Türkiye’nin uluslararası taahhütlerini yerine getirme kapasitesini zayıflattığını ve kanunun karbon piyasası odaklı yaklaşımının adil geçiş süreçlerini göz ardı ettiğini belirtiyor. Paris Anlaşması, Türkiye için hem bir fırsat hem de ekonomik bir yük olarak değerlendiriliyor.

OZONU KORUMA: BAŞARILI AMA SINIRLI

Viyana Sözleşmesi ve Montreal Protokolü, ozon tabakasını incelten maddelerin azaltılmasında küresel bir başarı hikayesi. Türkiye, 1991’den beri bu anlaşmalara uyum sağlayarak ozon dostu teknolojilere geçiş yaptı ancak, bu anlaşmaların kapsamı sınırlı olduğu için, Türkiye’nin daha geniş iklim değişikliği sorunlarına etkisi nispeten küçük kalıyor.

DEZAVANTAJLAR: EKONOMİK YÜK VE REKABET SORUNLARI

Türkiye’nin iklim anlaşmalarına uyumu, ciddi ekonomik maliyetler getiriyor. Paris Anlaşması ve Türkiye İklim Kanunu, sanayi ve enerji sektörlerinde düşük karbonlu üretime geçiş için yüksek yatırımlar gerektiriyor. Avrupa Birliği’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM), Türkiye’nin AB’ye ihracatını zorlaştırabilir; zira karbon yoğun sektörler ek maliyetlerle karşı karşıya. Ayrıca, Türkiye’nin tarihsel emisyon sorumluluğu yüzde 1’den az olmasına rağmen, gelişmiş ülkelerle benzer taahhütlere zorlanması, adil olmayan bir yük olarak görülüyor. Finansman ve teknoloji transferi eksikliği de bu süreci karmaşıklaştırıyor.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ TÜRKİYE’Yİ VURUYOR

Akdeniz Havzası’nda yer alan Türkiye, iklim değişikliğinden en çok etkilenen ülkelerden. Artan sıcaklıklar, kuraklık, çölleşme ve aşırı hava olayları; tarım, su kaynakları ve gıda güvenliğini tehdit ediyor. Ancak, eleştirel bir gözle bakıldığında, Türkiye’nin iklim politikaları bu tehditlere karşı yeterince hızlı ve kapsamlı değil. İklim Kanunu’nun zayıf yönleri ve fosil yakıt bağımlılığı, Türkiye’nin hem çevresel hem de ekonomik risklerini artırıyor.

KARARLILIK MI, GECİKME Mİ?

Türkiye, uluslararası iklim anlaşmalarına katılarak küresel sorumluluklarını yerine getirme yolunda adımlar atıyor ancak, geç taraf olma, bağlayıcı hedeflerden kaçınma ve yeterli finansman eksikliği, bu çabaları gölgeliyor. İklim değişikliğiyle mücadele, Türkiye için hem çevresel bir zorunluluk hem de ekonomik bir sınav. Daha cesur ve yapılandırılmış politikalar olmadan, Türkiye’nin bu sınavda başarılı olması zor görünüyor.

SON DAKİKA HABERLERİ
Sonraki Haber