Ankara'nın otantik ibadethanesi: Ahi Elvan Camii

14. yüzyılın sonlarında inşa edildiği tahmin edilen Ahi Elvan Camii, taş ve kerpicin uyumuyla Selçuklu ve Osmanlı mimarisini bir araya getiriyor. Minberi, tuğla minaresi ve sade tasarımıyla cami, başkentin tarihine ve kültürel hafızasına sessiz tanıklık ediyor.

Yapılış tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte, banisi olduğu düşünülen Ahi Elvan’ın 14. yüzyılda yaşadığı ve 1386 yılında vefat ettiği göz önüne alındığında, bu sade ama etkileyici yapının 14. yüzyılın sonlarında inşa edildiği tahmin ediliyor.

BAŞKENTİN MİMARİSİ YANSITILIYOR

Ankara’nın özgün mimarisini yansıtan Ahi Elvan Camii, taş ve kerpicin zarif uyumuyla Anadolu Selçuklu ve erken Osmanlı dönemlerinin karakteristik özelliklerini bir araya getiriyor. Meyilli bir kayanın üzerine inşa edilen cami, kent siluetine mütevazı ama derin bir iz bırakıyor. Duvarlarının alt kısmı taştan, üst kısmı kerpiçten olan yapının çatısı günümüzde kiremitle kaplanmış durumda.

Zamanın yıpratıcı etkilerine karşı direnen cami, 15. yüzyılda önemli bir onarım gördü. Son yıllarda ise iç ve dış cepheleri tuğla kaplamayla yenilendi, ancak restorasyonlara rağmen yapının otantik dokusu ve tarihsel ruhu korunuyor.

Dört sahanlı bazilikal plana sahip Ahi Elvan Camii, Ankara’daki diğer tarihi camilerden mimari açıdan ayrılıyor. Doğu cephesindeki sade giriş kapısı, ziyaretçileri gösterişten uzak ve samimi bir atmosferle karşılıyor. İç mekânda, 12 sütunun taşıdığı düz tavan dikkat çekiyor; sütunlar düzenli aralıklarla yerleştirilerek yapıya doğal bir ritim kazandırıyor.

Caminin en çarpıcı unsurlarından biri ise Roma Dönemi’nden devşirme Korint ve Dor tarzı mermer sütun başlıkları. Bu detaylar, dönemin ustalarının antik mirası nasıl ustaca yorumladığını gösteriyor. Ahi Elvan Camii, sadece bir ibadet mekânı değil, aynı zamanda kültürlerin ve çağların buluştuğu önemli bir mimari kesişim noktası olarak öne çıkıyor.

MİNBERDE SAKLI USTALIK İZLERİ

Caminin en değerli parçalarından biri ise özenle oyulmuş minberi. Zarif geometrik desenlerle bezenmiş minber, dönemin sanat anlayışını gözler önüne seriyor. Üzerindeki kitabeden, bin 413 yılında yenilendiği ve hamisinin Elvan Ey bin Mecdüddin İsa olduğu anlaşılıyor. Minberin ustası ise Harputlu Mehmet Bin Beyazıt olduğu biliniyor. Bu ayrıntı, o dönemde Anadolu’nun farklı bölgeleri arasındaki sanatçı dolaşımını ve kültürel etkileşimi göstermesi açısından önem taşıyor.

SESSİZ TANIK: TUĞLA MİNARE

Caminin kuzeybatısında yer alan minare, kare taş kaidesi üzerine oturan silindir tuğla gövdesiyle yükseliyor. Tek şerefeli bu sade minare, bugün hâlâ semtin sessizliğini yararak ezan sesini gökyüzüne taşıyor. Her tuğlasında geçmişin izini, her detayında Ankaralı ustaların emeğini aktarıyor.

KÜLTÜREL HAFIZANIN CANLI TANIĞI

Ahi Elvan Camii, sadece bir ibadet mekânı değil Ankara’nın tarihine, mimarisine ve toplumsal yaşamına tanıklık eden bir bellek noktası oluyor. Yüzyıllar boyunca değişen şehir dokusu içinde, sade görünümüyle adeta geçmişe açılan bir pencere gibi kalıyor.

Bugün Samanpazarı’ndan geçen her ziyaretçi, bu mütevazı caminin önünden yürürken farkında olmadan Ankara’nın Ahi geleneğini, esnaf kültürünü ve mimarinin sıcaklığını selamlıyor. Ahi Elvan Camii, gösterişten uzak zarafetiyle başkentte zamana direnen bir tevazu anıtı olarak varlığını sürdürüyor.

SON DAKİKA HABERLERİ
Sonraki Haber