Yaşamın kaynağı
Her sabah tan yeri ağarmaya başlar.
Sanki usta bir ressam, muhteşem tablosunu yeniden yapacaktır.
Doğudan yükselir fırça darbeleri:
Ekin tarlalarına birazcık yeşil.
Ormanlara yeşilin tonları.
Oldu olacak gelinciklere de kırmızı.
Siyahla süslenedursun onlar, çoktan gelmiştir baharın müjdecisi.
Ressam şubat tablosunda sarıya boyamıştı zaten Ankara çiğdemlerini.
Ya papatyalar ne olacak?
Ressam onları da unutmaz elbet.
Onlara da beyaz.
Birazcık da sarı.
Gökler mavi, denizler biraz daha koyu mavi.
Mavide serinler insanın ruhu.
Daha nice nice renkleri bezemiştir yaşam.
Gözlerimiz kamaşır adeta her sabah.
Gün ışıkları yeryüzünü aydınlattığında…
***
O sabahlar olmasaydı eğer, renkler kaybolurdu tümden.
Kuşlar cıvıldamazdı örneğin.
Arılar bal yapmazdı.
Belki kar yağardı ancak, kardelenler gösteremezdi yenilmezliğini.
Ne sevgi kalırdı yüreklerde.
Ne de yaşamın bir tınısı kulaklarda.
Rüzgârlar belki yine eserdi ancak, güllerin kokusu uğramazdı hiç burunlara…
***
Sabahları Güneş doğmasaydı eğer.
Yaşam kaynağı ısıtmasaydı doğayı.
Ya hiç var olmasaydı yaşam!
Sanırım havada uçuşurdu değerler veya değersizlikler.
Değil mi ama?
Ne üretim olurdu, ne tüketim.
Ne kısır dövüşmeler kalırdı küçük çıkarlar uğruna.
Vatan satıcılar işsiz kalırdı örneğin.
Zorbalar, ezecek ne halk bulabilirdi ne de kişi.
Doğu Türkistan’da çekilecek acı kalmazdı.
Veya Gazze’de, ya da Ukrayna’da…
Hak yiyicileri söylemiyorum bile…
***
Aydınlık bazen güneş olur da gelir.
Bazen ıssız bir gezegende yaşam.
Bazen de bir yürek.
Hakkı görmüş bir insan yüreği.